bildirgec.org

homofobi hakkında tüm yazılar

homofobi

icetea | 09 September 2009 14:33

it's not me, it's you adlı albümünkapağı
it’s not me, it’s you adlı albümünkapağı

lily allen, londra doğumlu deyim yerindeyse ingilterenin nil karaibrahimgil’i. ‘f*ck you’ şarkısıyla ismini heralde tüm dünyaya duyuruyor.

fransızlarda şarkının sözlerine uygun olarak homofobik insanların için video hazırlamışlar gayclic (+18) önderliğinde. oldukça matrak bir videoolmuş. youtube’dan izlemeyebilenler buraya tıklasın.

HANGİ CİNSEL ÖZGÜRLÜK?

sahaf1976 | 27 February 2009 23:57

18 yaşında gencecik bir berber sadece eşcinsel olduğu için artık yaşamıyor. “Öteki” ne katlanamayan, tahammülsüz, ilkel şiddet bu kez, üstelik geleneksel gay onur yürüyüşü hazırlığı içinde olan Liverpool’da gerçekleşti.

Cinori

| 20 August 2007 13:28

Mikrobakteriyel bir sentez sonucu, klastrofobik olan bütün kanguru yavruları, tüm yaşamlarını aborginlerle birlikte, ikoruku kabilelerinin yaşadığı niagara’nın ormalık kesimlerinde “körler sağırlar birbirini ağırlar” oyunu oynayarak, tilki kuyruklu jon’a minnet borçlarını ödeyip, kırmızı başlıklı kız öyküsündeki kurtun homosexuel dürtülerle babaanne kılığına girdiğini ıspatlamak için
hep beraber yıldırım nikahıyla hem cinsleriyle evlenip sonra boşanacaklardır. Bu durumdan hoşnut olmayan bütün kanguru ebeveynleri kuduse gidip tuttukları bütün yahudilerin sakallarını kesip hristiyanlara satacaklar, burda kazandıkları paraylada, küçük ama huzurlu bir ev satın alıp homofobik bir şekilde sarkmış bölgelerini birbirlerine sürterek kamp ateşi yakacaklar ve gergedanların kaçmasını sağlayacaktır.

İran’da gay olmak ölümle eşit

neandertal | 27 May 2007 16:01

Bu çocuklar eşcinsel oldukları için idam edildiler
Bu çocuklar eşcinsel oldukları için idam edildiler

Tesadüfen karşıma çıkan bir video kafamı allak bullak etti, yazmadan duramazdım. İran da olan bitenlerden uzun zamandır haberim var ama insan görünce, birebir yaşayanları dinleyince daha farklı hissediyor.

Bahsettiğimiz şey bir insanlık suçu, bir en uç cehalet ve hoşgörüsüzlük örneği. İran’da 1979 da gerçekleştirilen islami devrim sonucunda eşcinsellik “suç” kabul edildi. Yani adam öldürmek, gasp yapmak, hırsızlık yapmak gibi bir şey; yakalanırsanız işkence görüyor, hapse giriyor, kırbaçlanıyor, hatta asılabiliyorsunuz! (2005 yılında 17 ve 18 yaşlarındaki iki eşcinsel genç Meşhed kentindeki halka açık bir meydanda 228 kez kırbaçlandıktan sonra asılarak idam edildiler)

Eşcinsel cinayetleri

kahramancayirli | 19 March 2007 09:46

Gazeteci-yazar Baki Koşar, İstanbul’da yalnız yaşadığı evinde yirmi yerinden bıçaklanarak öldürüldü. 54 yaşındaki Hüseyin Çavuş üç gençle para karşılığında cinsel ilişki kurmak için anlaştı, para miktarında tartışma çıkınca öldürüldü. 30 yaşındaki mühendis Çetiner Çalık en son Beyoğlu’ndaki gay barlardan birinden geç saatte bir erkekle çıkarken görüldü; katilleri bulunamayan Çalık, aynı gece öldürüldü. 49 yaşındaki Ekrem Yılmaz üç gençle ilişkiye girdikten sonra yirmi yerinden bıçaklanmış ve boğazı kesilmiş halde bulundu. 44 yaşındaki Cemalettin Karakuş cinayet gecesi Beyoğlu’ndaki gay bardan iki erkekle ayrıldı, Karakuş defalarca bıçaklanmış, kafası sert bir cisimle ezilmiş ve evi soyulmuştu. 45 yaşındaki Aziz Çabuk para karşılığı dört gençle birlikte oldu; beyni ezilmiş, penisi kesilmiş cesedi bulunmuştu, Çabuk’un evi de soyulmuştu…
Eşcinsel cinayetlerinin sayısı günden güne artıyor. Geceyi boş geçirmemek için chat odalarından veya gay barlardan bulunan seks partnerleri, evine gittikleri insanla ilişkiye girdikten sonra kurbanlarını akıl almaz şekillerde öldürüyorlar. Durum çok ciddi zira hayat kadınlarına yönelik seks cinayetlerinin sayısı, eşcinsel cinayetlerine kıyasla daha az.
Vakalar dikkatlice incelendiğinde kimi ortak noktalar göze çarpıyor: Kurbanlar çoğunlukla 40 yaş üzerindeki eşcinseller, para karşılığında ilişki teklif ettikleri genç erkekler tarafından katlediliyorlar. Ölümle sonuçlanan görüşmelerin büyük kısmı internetten tanışan kişiler arasında ancak gay barlarda anlaşanlar da azımsanmayacak oranda. Kurbanlar evlerinde yalnız başlarına yaşıyorlar bu yüzden cinayetlerin katillerini bulmak neredeyse imkânsız hale geliyor zira olay yerinde şahit veya delil olmuyor.
Eşcinseller genellikle yalnız yaşadıklarından paraları veya kıymetli eşyaları için doğru dürüst tanımadan evlerine aldıkları insanlar tarafından gasp edilmeleri an meselesi. Barlarda gecelik ilişki amacıyla tanışılan insanların güvenilir olup olmadıklarını kestirmek güç. Amaç ne olursa olsun görece seçkin internet sitelerinde görüşmek istediğiniz insanla yüz yüze tanışmadan önce kanımca en az bir-iki ay yazışmak, telefon görüşmeleri yapmak daha mantıklı. Sizinle ciddi bir birliktelik düşünmeyen, gözü paranızda, değerli eşyalarınızda vs. olan birisi muhtemelen en fazla iki-üç kez konuşacak, sizi ayrıntısıyla tanımak yerine hemen cinsel ilişki teklifinde bulunacaktır. İnternet üzerinden tanıştığınız bir kişiyle gerçek hayatta konuşup görüşmeye hazırlanırken, bir anda nereden çıktıklarını anlayamadığınız beş-altı kişi tarafından gasp edilmek istemiyorsanız, buluşma yeri olarak kalabalık alışveriş, iş merkezi girişlerini tercih edin, mümkünse bir arkadaşınızı da beraberinizde götürün, şüphelendiğiniz en ufak noktada hiç çekinmeden polise başvurun. Bir saatlik maceranız uğruna canınızdan olmak istemiyorsanız asla ilk görüşmenizde kendi evinizde veya onun evinde baş başa kalmayın, birkaç kez dışarıda görüşün. Her zaman “Allah korur insanı” rahatlığında olursanız, hiç beklemediğiniz bir biçimde gazetelerin üçüncü sayfalarına manşet olmanız işten bile değil.
Herkes başına gelen en ufak bir hadiseyi tüm detaylarıyla Emniyet Müdürlükleri ile paylaşmalı. Sizin “aman kimse duymasın, polis konuyla ilgilenmez, aslında ortada ciddi bir problem yok”çuluğunuz birçok cana mal olabilir. Ayrıca tek gecelik, sadece cinsel ilişkiye yönelik arkadaşlıklardan kaçınmak, en etkili ve kolay önlem.

bir röportaj..

kahramancayirli | 18 March 2007 16:30

Biliyorsunuz, Kanada’nın ardından İspanya’da da evlenen eşcinsel çiftler heteroseksüel çiftlerin tüm haklarına sahip oldular. Peki Türkiye’de durum nasıl? Kaos GL Kurucu Üyelerinden Ali Erol’la Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma etkinliklerinin koşuşturması arasında hayatın her alanında karşımıza çıkan homofobiyi, Türk hukukunun eşcinselliği nasıl algıladığını ve medyada eşcinselliğin hangi şekilde temsil edildiğini konuştuk.

-Belçika, Hollanda ve Kanada’dan sonra İspanya’da eşcinsel evlilik yasallaştı. Bizdeki ufku nasıl görüyorsunuz?

Homofobik zihniyetten kurtulmalıyız!

kahramancayirli | 18 March 2007 11:32

Geçen ay kanallar arasında gezinirken kıymeti kendinden menkul yıldız seçmece yarışmalarından birine denk geldim. Jüri üyesi, ünlü prodüktör, sahnedeki yıldız(!) adaylarından birine “Sen kırık mısın?” diye sordu. Duyduklarıma inanamadım önce. Yanlış işitmemiştim, sokak arası, üçüncü sınıf bir argo tabirle onca insanın gözü önünde yarışmacının eşcinsel olup olmadığını öğrenmeye niyetlendi, jüri üyesi. Popüler şarkıları nitelikli söylemenin, sahnede samimi durmanın, iyi ses kullanmanın, velhasıl pop yıldızı olabilmenin cinsel tercihle ne ilgisi var Allah aşkına? Söz konusu yarışmacının yerinde olsam, “benim yatakta ne yaptığım sizi hiçbir şekilde ilgilendirmez, siz benim şarkı söylememe, sesimi kullanmama, sahneyi doldurup dolduramadığıma bakın” deyip derhal yasal yollara başvururdum. Bırakın bir televizyon şovunu / yarışmasını, günlük hayatta dahi kimsenin kimseye böyle bir soru sormaya hakkı yoktur.
İkinci durumuysa yakın bir arkadaşım anlattı. 32. Gün programında eşcinsellik üzerine konuşup, “bakın tabuları yıkıyoruz” demişler. Tabular o konunun konuşulduğu tartışma programlarını gecenin ikisine, televizyonların çoktan kapandığı bir vakte değil de prime time denilen mesela ana haber bülteni sonrasına konulduğunda yıkılabilir ancak.
Üçüncü duruma ben şahit oldum. İnsan Kaynakları Yönetimi dersindeyim. Dersin öğretim görevlisi yanında getirdiği diz üstü bilgisayarından dersi renklendirmek maksadıyla bir müzisyenin (Jean-Baptiste Lully) eserlerini dinletecek birazdan. Müzisyenin kim olduğunu anlatacakken, erkek hocamız gülme krizlerine kapılıyor birden. Gülmek de zayıf kalır aslında, katılıyor adeta gülmekten. Ve sonra sınıfa dönerek bu komedinin resmi sebebini açıklıyor: Müzisyen, “oğlancı”ymış! Bu sefer bütün sınıf başlıyor gülmeye. İnsanların cinsel tercihleriyle hiçbir sebeple ve şekilde alay edilemez. Öğrencilerine örnek olması gereken akademisyenler, zihinsel gelişimimizi sağlayacak üniversitelerde böyle davranırlarsa, varın gerisini siz düşünün. “Yatakta ne yaptığıyla dalga geçtiğin adamın eserlerini dinliyorsun, dinletiyorsun; ismi ezberinde ama sen öldüğünde geriye ne bırakacaksın, seni kim hatırlayacak?” diye sormak geçti içimden fakat cesaret edemedim, sustum.
Kadınsılığın, (bir erkek için) kadın gibi gülmenin, yürümenin kısacası davranmanın her durumda aşağılandığı homofobik bir toplumdayız. Bu üç durumun bence en korkuncu sonuncusu. Saygın, köklü bir üniversitede öğretim görevlileri böyle tavırlar içerisine girerlerse, sokaktaki eğitimsiz insanların “ötekileştirdiğimiz” azınlıklarla empati kurmalarını, onlara hoşgörü göstermelerini beklemek abesle iştigal olacaktır. Bize gerekenler: Empati ve hoşgörü. Avrupa Birliği istediği için değil toplumumuzun sosyal gelişimi için farklılıklara, azınlıklara saygı göstermeliyiz.

“Öteki”ni kabullenmek bu kadar zor mu?

kahramancayirli | 16 March 2007 07:40

Türk eşcinselleri çok gizli kalmakla çığırtkanca afişe olmak arasında bir sarkacın iki ucunda salınıp duruyorlar. Oysa iki durumun da anlayışlı bir toplum olabilmemizin önünde ciddi engeller oluşturduğunun bilmem farkındalar mı?
Bizden, bizim gibi olmayandan nefret etme, diğerlerini yok sayma, farklı olanı linç etme düşüncesinin cinsel yönelimdeki tezahürü, bir çeşit hastalık, homofobi veya transfobi. Trabzon’da papazı öldüren zihniyetle Bursa’da eşcinsellerin yürüyüşünü engelleyen zihniyet esasında aynı. Aynı çünkü kendimiz gibi düşünmeyeni, davranmayanı, konuşmayanı farklılığıyla birlikte kabullenmyi henüz öğrenemedik.
Homofobi meselesine biraz daha yakından baktığımızda bu yanlış korkunun, erkek egemen kültürümüzden beslendiğini hatta birbirlerini karşılıklı olarak beslediklerini söyleyebiliriz: Erkeklik, bir takım basit maskülen tavırlara indirgenir, seslice gülmek bile yakıştırılmaz delikanlılığa, hemen “karı gibi gülme”yi yapıştırıveririz, ataerkil toplumumuzun iğneli ikazıyla. Kadınlara her fırsatta ikinci sınıf insan muamelesi yapan toprakların kadın gibi erkeklere tahammülü olmayacaktır elbette. Peki bu durumla nasıl mücadele edilmeli?
Sanat dünyasından, basından ünlü isimlere bu noktada ihtiyacımız var. Ama çoğu, hayranlarını kaybetme korkusundan öyle komik durumlara düşüyorlar ki. Duruşlarıyla, her söyledikleriyle Türk toplumuna örnek olabilecek, göz önünde olan insanların kendi homofobileriyle yüzleşmeleri gerekiyor öncelikle. Tarkan’ın geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan açıklamaları hiç hoş değil mesela. Eşcinselliğin kurtulunması, tedavi edilmesi gereken bir hastalık olmadığını, “ben artık normale dönmek istiyorum” deyip de psikologların kapısını aşındırmanın boşa kürek çekmek olduğunun bilim adamlarınca çoktan kanıtlandığını biliyoruz. Tarkan keşke aynı röportajında bunların altını çizseydi anlattıklarıyla.

Pelikülde homofobi

kahramancayirli | 14 March 2007 13:59

Türk Sineması’nda iki erkeğin ileri seviyedeki yakınlaşmasını anlatan ilk film İrfan Tözüm’ün yönettiği Melodram’dı (1988). Roman yazma hevesinde, uçuk bir kadın olan Esra (Hülya Avşar), ressam kocası Koray (Yalçın Dümer) ve içine kapanık antikacı Behzat (Macit Koper) arasındaki garip ilişkiyi sorguluyordu. Tabii o yıllardan günümüze köprünün altından çok sular aktı. Bar şarkıcısı veya bayan kuaförü rollerinde çeşitli filmlerde efemine tiplere rastladık ancak iki erkek arasındaki duygusal ilişkiyi cesurca pelikülüne taşıyan bir filmi izlememiz için 1996 yılını, Ferzan Özpetek’in ilk uzun metrajlı filmi olan Hamam’ı beklememiz gerekti. Özpetek, daha sonra Cahil Periler’de konuyu çok farklı bir perspektiften değerlendirirken, Karşı Pencere’de arka plânda yine bir eşcinsel aşk öyküsü vardı.
Dünya sineması üzerine çok yetkin olmadığım için homoseksüel aşkın başka ülkelerde sinema sanatı açısından geçmişte nasıl işlendiği hakkında yorum yapamam ancak gösterim tarihi 9 Aralık 2005 olarak açıklanan Brokeback Dağı’nın bir türlü gösterime girmemesi ve verilen tarihin üzerinden iki ay geçmesine rağmen dağıtım şirketinden herhangi bir ses çıkmamasının sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Aslında ülkemizde olduğu kadar dünya genelinde de eşcinsellik gişeye pek yaramıyor zira gerçek öyküde Aşil ve kuzeni arasında geçen eşcinsel aşkın yok sayıldığı Truva’nın hasılat bakımından yüzü gülerken, homoseksüel ilişkiyi olduğu gibi aktaran Büyük İskender beklenen ilgiyi görmedi.
Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülünü evine götüren Brokeback Dağı, biri çiftçi, diğeri rodeo kovboyu olan iki erkeğin aşk hikâyesi. Türk sinema tarihimiz bunca sansürle doluyken, cesur sahneler içeren filmin sinema salonlarımızda hele daha sonra televizyon kanallarımızda ne derece sansüre uğrayacağı ayrı bir merak konusu. Zira Hamam’ı televizyondan izleyip de gerçek öyküyü kavrayabilmek için hayal gücümüzün sınırlarını epey zorlamamız gerekti.
Hatırlarsanız, Lukas Moodysson’un son filmi “Yüreğimde Bir Delik” yasaklanmış, Türk sinemaseverler pek çok açıdan tutarlı ve sorgulayıcı olan bu filmden mahrum kalmıştı. Korktuğum, Brokeback Dağı’nın da Yüreğimde Bir Delik ile aynı kaderi paylaşması; filmin ancak fragmanını yabancı film sitelerinden indirerek izlememizdir. Her anlamda özgür bırakılması gereken sanata bakış açımızı sorgulamanın tam zamanıdır. Çünkü hemcinslerine ilgi duymayan hiçbir erkek sırf bu filmi izlediği için cinsel yönelimini değiştirecek değildir. Bu tür homofobik tutumlar hiçbir biçimde akilâne sayılamayacağı gibi kültür arenasında olduğumuz yerde saymamıza yol açacaktır.