Defter…Yaşam defteri.. yaşamın kerteriz defteri… anı defteri… hatıra defteri…Yeni doğana verildi defter önce… eline aldı ağırlığa zar zor baktı bebek. Çok ağır geldi ona. Daha okumayı bilmiyordu, nasıl yazacaktı o defteri… ağlamaya başladı…İnsanoğlunun ilk öğrendiği şey ağlamak. Umudumuz gülmek ise ancak 1-2 ay sonraya kalmış. İnsan mahkum ağlamaya diyesim geliyor.Deftere yazmaya ağlamakla başladı. Sonra ağlamalarını çeşitlendirdi bebek. Acıkınca ayrı ağlıyor, sevgiye ihtiyacı olduğunda ayrı.Sonra gülücükler kondurmaya başladı deftere. Bahtına iyi bir aile çıkmış ise cesaretlendirildi gülmesi. Defterdeki gülücükler ağlamalarla başa çıkmaya başladı.Altıncı ayında başka tatları geçirdi defterine. Mantıklı bir aile ise yoğurdu mesela.Birinci yılına basarken ve hala bahtı açıkken yaş pastayı üfleme tadını geçecekti defterine…Yıllar yılları kovalamaya başlarken daha sonra( hareketsiz bebek döner, oturur, yürür, koşar, bisiklete biner…)Defterin önceki sayfaları karıştırılmamaya başlandı. Malum ağlamalar, alt ıslatmalar, yapılan her tür soytarılığa gülüşler pek güzel bir geçmiş değildi galiba. Unutmak en iyisi…Onun için insanlar 5 yaşından önceyi hatırlamazlar…Deftere yazılanlar 5 yaşından sonra biraz daha koyu yazılır. Ama hala bizim bebeklikten çocukluğa geçmiş yazarımız ne yazmayı nede okumayı biliyor.Ama örnek var önünde. Bahtlı ya bizimki ailesi var önünde. Kahraman, her şeyi bilen babası ve sevgi yumağı annesi.Okula başladıktan sonra defterde kahraman babadan başka başka bir kahraman girer. Öğretmen. Her şeyi bilen baba ve her şeyi bilen öğretmen. Savaşı genelde öğretmenler kazanır.Artık öğretmenlerin dedikleri yazılmaya başlanır. Önce düz çizgiler, sonra dik çizgiler, aliler, ipekler, ışıklar girer deftere. Uzun ilkokul yolculuğunun ortalarında alır çocuk eline bir hikayeyi. (en bahtlı çocuk “küçük prens”i okuyandır kanımca.)Sonra anlar çocuk defter artık öğrendiklerini yazmak için değil, yaşamını çizmek için verilmiştir eline…Ama ne yapacağını bilemez bunu anlayınca. İlk eline almış gibi görür defteri. Kalınlığı belli değildir.Yazmaya başlar çocuk. Önce hayaller, öğretmen olur, astronot, polis, baba, dede,….Hayal gücünün tüm sınırlarını zorlar en başta.Neden sonra herkesin defterinde bunları yazdığını görür. Öğretmen olmak istediğini söylediğinde güler babası, astronotun anlamını bilmiyordur arkadaşları…Eskiden beyaz şapkalı, üniformalı polis olmak ister sonra ama korku vericidir polis. Yatağa yatınca uyumak istemediğinde korkutur annesi polisi çağırmakla…İşte o zaman başlar bizimkinin toplumla çatışması. Anlarki toplum işin kolayını bulmuş ve bir defter yazma kılavuzu hazırlamış kendine. Bazıları buna yaşamın kerteriz defteri dermiş.Karşısında boş bir sayfa, yanında bir defter yazma kılavuzu, aklında hayaller.Bu ikilemden kolayını seçenler, kılavuza göre yaşarlar. Bu kılavuz kolay ve (nedense) o kadar incelikli hazırlanmıştırki ;Okumaya gücü yetmeyen, doğulu bir kız için kullanma kılavuzu: namusunu koru, görücü usulü ile evlen (daha doğrusu seni evlendirirler onlar karşı çıkma), bol çocuk yap…Okumaya gücü yeten, entelektüel bir erkek için kullanma kılavuzu: üniversitede dişe dokunur bi bölüme git, başka bişi ile ilgilenmeden okulunu bitir, gel askerliğini yap, sonra evlen, çocuk yap…Her yaştan, her görüş için hazırlanmış kılavuzlar vardır. Asla düzeni bozmaya yönelik olmayan, toplum içinde barışı ve huzuru bozmayacak şekilde tasarlanmış (toplum tarafından) kullanma kılavuzları…Peki aklındaki hayalleri seçenler;Onlardan pek azını tanıyorum. Belki gerçekten az oldukları içindir. Bazıları toplumun bu tekdüze hayatını kendine oynanmış bir oyun olarak görmüş, kendini Truman gibi hissetmiş ve hayallerinin peşinde koşmuş ve bugüne kadar hayallerinin peşinden kısmende olsa gelmiştir…Bazıları tüm bu tekdüzeliği bir kabus olarak görmüş, kabustan kurtulmak için olanca gücü ile çalışmış ve bugüne gelmiştir. Kabus bitmedi ….Bazılarıda gerçekten realisttir (ben yazamıyorum, adam oluyor) hayallerinin peşine kararlı adımlarla gider. Toplumun tepkisini dinlemez. (toplumda kendini dinlemeyeni takmaz zaten, nasıl olsa çark dönüyor) amacına ulaşır.Tüm bunları yazdıkran sonra ne kadar orta karar birisi olduğumu düşünüyorum. Daha ne istediğini anlayamamış, hayattan istedikleri sınırlı, tekdüze, ama bazen içinde fırtınalar kopan, tüm hareketleri birbiri ile çelişen ben nasıl geldim buraya…O çok yerdiğim kullanım kılavuzunu kullanmadım mı? Hayatı akışına bırakmadım mı? Tüm düzene karşı koyacak kadar cesur olmadım mı? Düzen değişmesin, kavga çıkmasın diye uğraşmadım mı?Evet evet tam orta karar bir insanım ben. İçimde engelleyemediğim (engellemekde istemediğim) sağcı bir kişilik, gene içimde düşünmesi için özgür bıraktığım ama konuşurken sansür koyduğum solcu kişilik.Bazılarınız çift karakterli olduğumu düşünebilir ama öyle değil, öyle olsaydı çift değil elli çift karakter sahibi olduğumu düşünürdüm.Peki benim gibi orta karar insanlar nasıl yazarlar defterleri? Geçmişten kop(a)mayarak, özgün olmaya çalışarak, kendine (sanal) sorumluluklar yükleyerek, kendini garip zamanlarda sınırlayarak, sabahları erken kalkmaya çalışarak, insan olmanın gereklerini hatırlamaya çalışarak, kendi (hangisi ama) olmaya çalışarak.Bir arkadaşım, belki eski bir sevdiğimdi bilmiyorum; olmak istediğin senin yanında yerim varmı diye sordu. Bilmiyorum dedim. Çünkü bilmiyordum. Olmak istediğim beni bilmiyordum ki ben daha. Kusura bakmasın.Ama prensiplerimde var tabi. (ben? Prensip, yok yok ben prensim demişimdir belki)Öncelikle bu defteri yazarken silgi yok, geri tuşu yok, daksil yok sadece unutmak diye kendimizi kandırdığımız bir aldatmaca var.Sonracıma bu defterin ne zaman biteceği belli değil. Bir anda pat diye bitecek. Ve o zaman yazacak çok şeyim kalmadan hepsini yazmam lazım.Bir sonracıma daha; iyi şeyler yazmam lazım deftere. Çünkü bu defterden sorgulacağım ilerde. Yoksa ne bu defteri yazmamın bir anlamı olurdu, nede yaşamamın.Bir sonracıma daha; kimseninkine benzememeli defter (önyargıya bak, ya sana çok benzeyen biri varsa..?)Bu prensiplermi, prenslermi kullanma kılavuzu gibi fark ettin mi? Demekki benim gibi özgün olmaya çalışan ama orta karar kalmış zeka yoksunu garipler hem kılavuzdan nefret edip kullanana hayıflanıyor, hemde çaktırmadan kullanıyor kılavuzu …- Napalım, bizim defterimizde böyle yazılmış.- E hani biz yazıyorduk defteri…- kader diye bir şey var biraderHaklısın birader. İslam’da teslim olmak demek zaten.O zaman?Kullanma klavuzu dediğin Kur’an mı idi yoksa… (bende kac saattir adam haklı diyorum, günaha girdim tövbe tövbe)-İslam hakkında konuşmak düşmez bana. Ama irade diye bir şey var. İradenin bir çeşidi mesela defterin kalınlığı hakkında. Sen kalınlığı öğrenemiyorsun. Ama temiz sayfalara ne yazacağın senin elinde.- Yaz dilediğini…- Neyi yazim mesela?İşte tüm toplumumuzun asıl sorunu bu mesela. Tüm nedir lerin arkasından mesela kelimesini bekliyoruz. Bu birazda öğretmenlerimizin suçu. Yapım eklerini kullanırken hep çiçek, çiçekçi (çi yapım eki), çiçekçiler (ler çekim eki) örneğini verdiler. (belki kendileride bilmiolardı )Çay bardağı ve çay kaşığı denince aklımıza hep karıştırmak geliyor. (ah bu beyin) yok kardeşim ben çay kaşığında dolu çay bardağını getirebilirmisin onu soruyorum.Leb demeden leblebiyi anlayanlar, dikkatli anlayın. Ben leb deyince artık aklınıza leblebi, çorum, nohut gelmesin“lebib olan lebbeste kalır icabında” yani “akıllı olan susmasını bilir”Yani sus kardeşim. İyice suyunu çıkardın yazının. Evet taşında suyunu çıkarırım ben, yada su çıkarsın benim taşımı. Ama küresel ısınma var,, su lazım. O zaman suyu sıkalım suyu çıksın.Kalın sağlıcakla,Defterinizde bendende alıntı yapmanız dileği ile derken hatırladım. Asıl yazmak istediğimi.Ben keşişen defterleri yazacaktım. Hayatları kısa süreliğine keşişse de birbirinden çok alıntı yapanları…Bi dahaki sefere artık. Bi okuyayim ben. (okuyan solcu ben, edebi bakacak olaya)Gidip çelişkilerimle baş başa kalayım ben. Gerçi onları taksimde assam? Asmasamda beslesem mi ? (kararsız ben)Hacı ben gidip yaticam (realist ben)Tüm benlere… kendinizi sevin.Tüm sizlere… sizi seviyorum, hepsi ayrı bir benle olsada, aynı bedende hepinizi seviyorum.