Ne zaman Türkler ve yazı ile ilgili bir haber okusam ya da birşey duysam aklıma hep üniversite lisans yıllarımda Türkoloji’ye (=Türkbilimi’ne) meraklı bir arkadaşımın anlattığı bir hikaye geliyor. Hikaye diyorum, zira daha sonraları uydurma olduğu ortaya çıkan bir anlatı… Olaylar hatırladığım kadarıyla aşağıdaki gibi gelişiyordu.“Bilim adamları geçtiğimiz yüzyıl içinde İskandinav yarımadasının oralarda bir yerde bir dikilitaş bulurlar. Taşın üzerinde o güne kadar tanışık olmadıkları bir alfabede çivi yazısıyla yazılmış bir pasaj vardır. Dönemin tanınmış eski diller uzmanları yazıyı tanımlamaya çalışırlar fakat bilinen hiçbir eski dile uymadığını görürler. Bunun üzerine biçim, gramer ve sembollerin sekans özelliklerinden hareketle yeni alfabeyi analiz etmeye ve yazının içeriğini bulmaya çalışırlar. Neticede de yazıyı modern ingilizceye anlamlı bir şekilde çevirirler.”Gerçi bu noktada nasıl çevirmişler hatırlayamıyorum ama hikaye şu şekilde devam ediyordu:“Yıllarca dilinin tek örneği olan çevirinin doğruluğundan asla şüphe edilmemiştir. Ancak bir zaman sonra (bana anlatıldığı şekiliyle 30-40 sene önce) Orta Asya’dan bir eski dil bilimci tatil amaçlı (?) gittiği coğrafyada taşın methini duyar ve görmek ister. Ertesi gün taşın bulunduğu yere vardıklarında bilim adamının şaşkınlığı kısa sürer ve gülümsemesini engelleyemez. Yazılış yönü farklı olmakla beraber dikilitaşta kullanılan yazı Göktürkçe’nin bir türevidir. Özetle de bir klanın oraya ulaşırken başından geçenleri ve reisin yakın zamanda ölen atını onurlandırmak adına dikildiği yazmaktadır.”Her ne kadar söz konusu hikaye doğru olsaydı yazının ana fikiri için güzel bir çıpa olacaktı ama dediğim gibi hikayenin uydurma ve söz konusu dikilitaşın da Istaby Taşı olduğunu daha sonraları keşfettim. Yine de başta bunu bana anlatan arkadaşımın bilinçli olarak (biliyorum çünkü üzerine çok tartıştık) ve hikayeyi bu şekiliyle dinleyip de sualsiz inanan insanların aslında farkında olmadan içselleştirdikleri gerçek, hatta bugün bizim de (bu site de dahil) yaptığımız eylem, yazmayı –ama her konuda ve her satıhta, normal görüyor olmamız.Şüphesiz yazmak insanoğlunun en büyük icadıdır. Descartes varlığının ispatını düşünme kabiliyetinde bulsa da, yeryüzünün en megaloman ve ben-merkezci yaratığı (malesef) insanoğlunu diğer canlıların önüne koyan şey, bu yeteneği üretime, entellektüel anlamda da yazıya çevirebilmesidir (cogito, ergo scribo).Zorunlu bir postülat ise tarihin yazı olduğu, yazısız bir tarihin ise mitolojiden ileri gidemeyeceğidir (verba volant, scripta manet). Ama tarih taraftır, kutuptur; hem işteştir hem de dönüşteş. Möbius şerididir. Durduğunuz yere göre dik de durabilirsiniz baş aşağı da.O yüzden kanıt niyetine değil didaktik sebeple okunması tavsiye edilir. Yine de son tahlilde tarihin yazdığı yegane gerçek, fikirlerin mücadele ile değil, münazara edilerek kabul edilmesi/ettirilmesi gereğidir (calamus gladio fortior).
Latinlerin hakkında bu kadar vecize türettikleri yazıyı, şüphesiz biz de çok sevdik. Batı bir zaman sonra yüzünü resime çevirse de (Mille verba imago dicit), biz yazmaya devam ettik. İster alışkanlık deyin, ister yanlış yorumlanmış dinin etkisi. Vesika niyetine taşların üzerinde başlayan yazı aşkımız, kilimlerimizde işlendi; papirüsün, kağıdın üzerinde destan oldu, şiir oldu, öykü oldu; yalnız, tamam uygarlaştık dediğimiz anda tekrar tahtaya, taşa, duvara döndü.
İşin edebi kısmını bir yana bırakırsak (sanırım adına kamyon edebiyatı diyeceğiz), yine vesika niyetine kimbilir üç gün, üç hafta ya da üç ay sonra bitecek bir aşk için güzelim ağaçların kabuğunu deşmenin; eğitimde ‘haydi kızlar okula’ sloganıyla, garip bir mantıkla mücadele edilirken diğer tarafta sırayı oymanın; kamunun olsun, özel mülkün olsun duvarını boyamanın (habersiz ve rıza dışında) anlamı nedir?Vandalizmin bir anti-sosyal kişilik bozukluğu olduğunu, özellikle sosyo-ekonomik düzeyi düşük okul çağındaki gençlerde sık karşılaşıldığını ve araştırmalara göre öğrencilerin % 5’inde vandalist davranışların gözlendiğini biliyorum. Diğer taraftan, bir mühendis olarak %5’in önemli bir miktar olduğunu da biliyorum.İfade özgürlüğünü ve yazma sevdasını ağaç oymak ya da duvar karalamak olduğunu düşünen arkadaşlar, günlük tutun! Kağıda dökün. Yok ben yazdım ama okunmak da istiyorum derseniz bloglara yazın (sloganlarınızı değil tabi). Bu yazıyı ilk Hafif’te okuyorsanız, bilin ki burada araştırıp yazdığınız makaleleri, denemelerinizi, dışavurumlarınızı okuyacak meraklı bir kitle var.Son olarak bu yazıyı niye yazdığımı da açıklamam lazım. Doğal olarak kendi malım dışında hiç kimsenin duvarının avukatı değilim. Ama bugün bir gazetenin haberinde gördüğüm resimlere patladım. Ağrı Dağı’nın tepesinde onca insanın binbir zahmetle inşa ettiği Nuh’un gemisi maketi işte bu anti-sosyal insanlara sadece 13 ay dayanabilmiş. Ne diyeyim…Cacoethes scribendi