Beni fena etkilemiş bir adamdı. Hiç bir oturaklı felsefesi, kayda değer hiç bir yeni fikri yoktu. Sokaktan gelen, IQ su yüksek, arayan, algısını zorlayan bir şairdi, o kadar. İçiyor yazıyor, yazıyor ve çekiyordu ne bulursa. Ya da ne bulursa içiyor, ne bulursa okuyor, ne bulursa yazıyordu. Bu dedemin naif bir deyimidir kaba sayılmaz: “Siki taşağına denk trampet çaldı”, e biz de dinledik zaten…

Aşağıda okuyacağınız yazı daha fazla dağınıklık olmasın diye özellikle linksiz bloglanmıştır. Konuyla ilgili bolca link mevcut olmakla birlikte, blogger tarafından ahkamlara göre linkleme yapılacak ve konu açılacaktır. Hiç birşey olmazsa “bu ne bu günlük olacaktır!” … kendine münhasıran ilginç bir konudur. Gecedir, sıcaktır, böcektir vs. vs….

Beni fena etkilemiş bir adamdı. Hiç bir oturaklı felsefesi, kayda değer hiç bir yeni fikri yoktu. Sokaktan gelen, IQ su yüksek, arayan, algısını zorlayan bir şairdi, o kadar. İçiyor yazıyor, yazıyor ve çekiyordu ne bulursa. Ya da ne bulursa içiyor, ne bulursa okuyor, ne bulursa yazıyordu. Bu dedemin naif bir deyimidir kaba sayılmaz “Siki taşağına denk trampet çaldı”, e biz de dinledik zaten…

Amerikalı eskilerinin satıldığı Amerikan Pazarı’ında gördüm onu ilk. Hergün yurtla okul arasında geçmek durumunda olduğum yol üzerindeydi yeni dünyalıların pazarı ve Amerikalılar ayakkabı, pantolon, çorap, trend eskittikleri gibi kitap da eskitiyorlardı. “Second hand” yapıyorlardı kitaplarını. İkinci el kitaplar da bana second hand aşk gibi geliyordu, sevmiyordum. Ama ne güzel kitaplar düşüyordu pazara lan, ama para yoktu ki doğru dürüst cebimde. Tektekçiden sigara alacak, yurdun bulamaçlarını yiyecek, haftabaşı Denizcilik bankasına yatan haftalığımla ahmete, mehmete, kantine borcumu ödeyecek, yine sürünecektim sonuçta. Yine sürünecek, haftaya aynı boku yine yiyecektim…

“Oğlum var ya annemler bu hafta tam aylık gönderiyo, paket alalım, Celal’e yazılıp iki kebap yiyelim, acı da olsa şarap içelim, Celal de içsin… siktiret”…. bir günde harcıyorduk paraları, altı gün aç kalmak pahasına. Bir de balıkçılarla denize açılırken bir şişe şarap alıyorduk elbette, ne yani dünya malı bizde mi kalacaktı? Annem babam, fırtınaya, denize ve şaraba düşkün olduğumu biliyor ama onlar yine de okula daha çok aşığım sanıyordu, hepimiz rolümüzü oynuyorduk işte, gerçeğe çeyrek vardı da, aklımız ermiyordu…

“Kişilik inceleme” konu başlıklı bir dönem ödevim, fena halde sarılmak istediğim bir sınıf arkadaşım, alaburus kesilmiş, çılgınca uzatmak istediğim saçlarım, üç akor bilerek çaldığım bir gitarım vardı, Amerikan pazarından geçerken. Ve kim bilir hangi selüloz düşmanı Amerikalı’nın eskisi; O’nun hayatını anlatan, sonuçta başka ellere yar olacak “O” kitaba rastladım bir akşamüstü yurda dönerken. “Yarın nasıl olsa para geliyor lan, adamın saçları tam istediğim gibi, kişilik inceliycez nasıl olsa, ben bunun kişiliğini inceliyim, durağın deynekçisi Sümük Bülo bana veresiye tek Marlboro verir nasıl olsa” deyip aldım second hand Amerikalı kitabı, cebimdeki son kuruşla. Seyyar abi pazarlığa teşne bile değildi, eşantiyon bir iki nasihat verdi sadece…

Yurda geç kaldım, nöbetçi hocaların pişti seanslarını duvar dibinden dinleyerek ve insanların sigaralarını neden tam bitirmemiş olarak yerlere attığını düşünerek -ve tabii buna sevinerek-, saatlerce bekledim uyumalarını gardiyan hocalarımızın. Kitabın kapağındaki uzun saçlı donuk adama, sarılmak istediğim sınıf arkadaşımı anlattım saatlerce. Sonra hocalar uyudu, ben dört metre parmaklıklara, uykumu çalmaya, neredeyse hergün olduğu gibi kelle koltuk tırmandım. Herbirinden tarih tarih, geometri geometri, coğrafya coğrafya, inkilap inkilap horultular gelen kapıları, koridorları, az sonra uzanacağım ranza üstünde başıma gelecekleri farketmeden başparmak başparmak, Şeyh Şamil Şeyh Şamil geçtim. Ve salı pazarı çarşafımın itinasız ütüsüne Arsen Lüpen titizliğiyle daldım. Yurtta “yat” saatinde ışıklar sönerdi; ikinci el, uzun saçlı kitabıma bilmem kaçıncı el elfenerimle daldım… Zaten bir daha da iflah olamadım. Kapaktaki adamdım artık; lise sondaydım….