Evlerimizin vazgeçilmez eğlence aracı televizyon! Başköşeye koyduğumuz, beğendiğimiz programları ballandıra-ballandıra anlattığımız, misafirlerimizin yerini alan televizyon! Çoğu kez içinde bir şey bulamadığımız, yine de bıkmadan usanmadan takip ettiğimiz televizyonu ben de izlemeye çalışıyorum. O kanal senin bu kanal benim dolaşarak. Sıkıntıdan patlasam da inat ve ısrarla izlemeye devam ediyorum. Belki bir şey bulabilirim diye. Eh zaman-zaman yazılarıma malzeme de olmuyor değil. 🙂 Bir yarışma programına takılıp kalıyorum. Biraz eğlenmek için. Türkiye pop starını arıyor! Olsun benim için fark etmez.Nedendir bilinmez! Binlerce genç “kerameti kendinden menkul” bir jürinin karşısına geçmiş, dayanılmaz bir istekle, pop star olmak için yarışıyor. Müthiş bir heyecan! Bu arada nota bilip bilmemek, şarkı söyleyip söylememek hiç önemli değil. Önemli olan “yırtmak”. Bunun için yarışmacılar canlarını dişlerine takmış, kendileri de üyelerinin kim olduğunu bilmediği bir jüri karşısına çıkıp boy gösteriyorlar. Jüri üyeleri, her yarışmacıdan sonra muhteşem düşüncelerini ifade etme gereği duyuyor. Dahice fikirlere tanık oluyoruz. Kurulan cümleler şöyle; “sen beş para etmezsin”, “sen bizim aradığımız tip değilsin. Senden pop star olmaz”, “buraya gelirken aynaya bakmadın mı?”, “berbat bir sesin var”… Duyulan sözler karşısında yarışmacıların pek azı tepki veriyor. Pek çoğu susuyor. Veya yalvarıyor. Öyle ya bir kez pop star oldun mu “hanlar hamamlar babada” oluyor. Yarışma ilerledikçe yarışmacılara karşı yapılan eleştirilerin(!?) boyutu artıyor, şekli değişiyor. Artık jüri üyeleri şöyle demeye başlıyor; “şu tipe bak şu tipe, sen sakatsın, çirkinsin, şişmansın”, daha ötesinde “senin kişiliğin sence beş para edermi? Bence etmez”. Yarışmacılardan gelen yanıt şu; “evet abi haklısın”. İnanın insanın bu kadar alçaldığını, alçaltıldığını görmek beni utandırıyor. Bunu medya yapıyor. Milyonlarca insanın önünde. Belki iyidir. Bir çoğumuz onların nasıl insanlar olduğunu anlıyoruz. Ama benim içim acıyor. Gelen gençler, milyonlarca gençten birkaçı. O sınav senin, bu yarışma benim, bu kuyruk onun, gelmişler. Niyetleri para kazanmak, iş yokluğunda!. Bir yerlere “kapağı atmak” Belki bizde kolay yoldan sınıf atlarız düşüncesindeler. Sahnedekilerin bizden ne farkı var sanki! Jüri üyelerinin amacıda aynı: Para kazanmak. Bir farkla. Onlar zaten kolay yoldan bu parayı kazanıyorlar. Niyet “yeni bir yıldız yaratabilir miyiz”.İnanın bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Görsel ve yazılı basının (medyanın) insanlara karşı olan tavrı. Jüri üyelerine sorulduğunda, yaptıklarının halkın çok hoşuna gittiğini, “reyting” rekorları kırdıklarını söylüyorlar. Öyle ya, halkı, yaptığın tüm programlarla sürekli aşağılayacaksın. Bunu ufak-ufak, yedire-yedire vereceksin. Gün gelecek bombayı patlatacaksın. Halk kendisine yapılan hakaretleri, aşağılamaları normal kabul etsin. Hep halka ikinci sınıf vatandaş olduğunu hatırlatacak programlar yapacaksın. Yarışma programları düzenleyerek, gerçekten ihtiyacı olan insanlara hediyeleri vermek için programın sunucusuna, “showman”ine (ne demekse?! palyaço gibi bir anlamı olmalı) yalvarmasını, adeta ayaklarına kapanmasını sağlayacaksın. Yarışmadan çok, herkesin önünde açık dilenme durumuna getireceksin. İnsanların gururu ile oynayacak, açlıkla, yoksullukla, yoklukla… alay edeceksin. İyiliğin en makbul olanı gizli yapılan diyecek, ama eğlence programları düzenleyeceksin. Milyonlarca kişinin önünde iyilik yapan kişilerin reklamını yapacaksın. Hem de bağıra-bağıra günlerce anlatacaksın.Yaptığın dizi filmlerle sınıf farkını belirginleştireceksin. Adeta halkın gözünün içine sokacaksın. Olmayan evler, olmayan yaşantılar göstereceksin ki, halk zenginle fakirin ne demek olduğunu daha iyi anlasın. Beş para etmez yaşantılara daha çok özensin. Hem sen böylece halkın gerçek kimliğini, kişiliğini daha da ezeceksin. Sırf fakir olduğu için insanların aşağılandığı diziler yapacaksın. Nasıl sınıf atlanır onu göstereceksin. İnsanlara fakirliğin bir kader olduğunu, bazılarının şansları varsa kurtulabileceklerini öğreteceksin. Hatta haberleri bile sunarken bilinçli olarak, bunları vurgulayacaksın. Ah zavallı nameleriyle, timsah gözyaşları dökerek, fakir zavallı, muhtaç durumda olan insanlarla alay eder gibi haber hazırlayacaksın. Öyle ki bir yerlerde “iyilik sever bir para babası!?” elini uzatırda diyetini öder diye. Maksat “reyting” artsın.Bu arada yeni, aydınlatıcı, açıklayıcı, bilgilendirici programlar yapmayacaksın. Eğer yaparsan halk uyanır. Sürekli uyutacaksın, sürekli aşağılayacaksın, ezeceksin. İstediğin haberi istediğin gibi vereceksin ki, hem halk haber alsın, hem de senin istediğin şekilde bilgilensin.Birinci sınıf olmak ne demek? İyi para kazanmak, güzel evlerde, semtlerde oturmak, pahalı ve iyi giyinmek, kaliteli şaraplar içmek, lüks arabalara binmek, çok güzel yemekler yemek, güzel eşlere, güzel çocuklara sahip olmak mı?Peki ikinci sınıf, üçüncü sınıf olmak ne demek? İkinci sınıf pazardan alış-veriş yapmak, artıklarla geçinmek. Üç öğün yemek yiyememek, modanın anlamını bilmemek, dolmuşa, otobüse binmek, kenar semtlerde, gecekonduda oturmak mı? Nasıl yaşar ikinci sınıf vatandaş? Sinemaya, tiyatroya gidemez. Sürekli televizyon izler. Zevkleri gelişmemiştir. Çok okumamıştır. Çok bilgili değildir. İstediği gibi gezemez, göremez. Milli gelirden çok az pay alır. Toplumun yüzde altmışını temsil etse de.“Birinci sınıf insan” için fakir, ya hırsız, ya uğursuz, ya meczup, yada acınacak Ayşe, Fatma teyzedir.Sevgili medyamız yedi gün yirmi dört saat aynı taktikle çalışır. Nedir bunun adı? Elit kesimden ikinci sınıf halka hizmet sunmak. Ama bilmiyorlar ki, kendileri, geri kalmış üçüncü dünya ülkesinin üçüncü sınıf medyası. Bilmiyorlar ki, hala çağ atlayamamış, geri kalmış, karanlık, üçüncü sınıf olduklarını.