Küçük ve şirin bir dere vardı.
Dağların arasında, denizden yüksekte, tek amacı; taşların kenarından akan, ağaçların yapraklarından damlayan yada hafif meyil eşliğinde yumuşak toprakta oluşturduğu küçük kanallardan sızma yapan yağmur suyunu bünyesinde toplayıp, kendisinden bir büyük sınıflandırmayla tanımlanan akarsuya ulaştırmak olan küçük ve şirin bir dere.Arada bir yerde…Kendisini oluşturan eş-değer hareketlenmelerin, kendisini oluşturduğu şekilde, O da kendisiyle eşdeğer hareketlenmeler (diğer dereler)le birlikte, kendisinin bir üst modelini oluşturuyordu.Evet. Kendi kendisini üreten bir rutinin parçası idi.Arada bir yerde.Dere neyi istemeli peki?Küçük şirin dere.Dere olsaydınız neyi bilmeyi isterdiniz?Yağmurun toprağa değdiği an ‘ı mı yoksa -artık- deniz olduğu an ‘ı mı?Yada bu devr-i daim in kendisi olmanın nasıl bir bilinç hali sağladığını mı?Dere bilir.Benim dikkatimi çeken şey; derenin kıvrılarak tam ortasından aktığı ve kendimi, bir yamacındaki küçük bitkilerin yumuşak serinliğine yasladığım mini-vadi nin -tam karşımda olan- diğer yamacındaki bir takım bitkiler arasındaki rekabetçi ortamdı.Vadinin karşı yamacı:derenin bütün bereketine rağmen bodur kalmayı yenebilecek bir genetiğe sahip olmayan, maki topluluğuna mensup farklı türlerin oluşturduğu bir curcuna ile kaplıydı.(değişik türler olduğunu anlamam için tek bir mantıklı çıkarım yeterli oldu : yeşilin farklı tonları.)Biraz dikkatli baktığımda bütün bu kozmopolit topluluğu, dört farklı bitki türünün oluşturduğunu gördüm.Biraz daha dikkatli bakınca, bu yazıyı yazmama sebep olan beşinci türle karşılaştım:Karışık ve özensiz ağaç-çalı karışımının oluşturduğu popülasyonun en üst yapraklarında, bir metabolizmadan diğerine geçmek suretiyle bütün makilik in üstüne kendini kıvrılan bir hat şeklinde bırakmış olan bir bitki.İnsanların yaşadaığı yerlere yakın bir yerde olsaydı, onun bir kablo olduğunu düşünebilirdim.Ama oturduğum yerden geniş bir alanı görebiliyordum ve bu görüşün içinde tek bir insan-sal yapılaşma yoktu.En yakın tuvalete 12 km. uzaktaydım.Bu yüzden onun bir kablo olduğunu bir an için bile düşünmedim.Zaten değildi.Dikenli birşeydi.Gövdesi olmadığı için yerde sürünen ama ışık ihtiyacı dolayısıyla, dibinde gezindiği küçük ağaçlara tutunarak güneşe ulaşmaya çalışan dikenli bir sarmaşık.Ona acıdım.Daha doğrusu; içinde bulunduğu durumun zorluğu dolayısıyla üzüldüm.Güneş gerçekten güzeldi. Ve ona ulaşmak için dikenli sarmaşık kadar çabalamak zorunda kalsydım, pes edebilirdim.Ergonomim dolayısıyla, ilgili mercîlere gerekli şükranları sunacakken, vadinin içinde tatlı bir rüzgar esmeye başladı.Esti ve bitti.Karşı yamaçtaki maki topluluğu rüzgarın emrine uyarak hafif bir ahenkle sallandı.Benim zavallı sarmaşığım birden bire, yapraktan hamağında güneşin tadını çıkaran asalak bir canlılık faaliyeti olu-verdi.Hayır. Ondan nefret etmiyordum.Değişen tek şey, onun için üzülmekten vazgeçmem oldu.Hatta galiba sevindim bile.Maki lerden hiç hoşlanmamıştım zaten.