ölüm; kesilivermesi tanrıyla aramızdaki ipin.
ölüm; kesilivermesi tanrıyla aramızdaki ipin.

Hepimiz belki de Tanrı’nın sonsuz sayıdaki ellerinin ucunda, bizi kaderimize bağlayan iplere rağmen yaşıyoruz, biz direndikçe titreşen o iplerden belki de evrenin mutlak müziği tınlıyor. Belki de toplumsal yaşamı garanti altına almak için ürettiğimiz o sayısız sistem ve sayısız “izm”; bizi Tanrıya ya da birbirimize bağlayan o iplerin üstünü ustaca gizleyebildiği için bu kadar acımasız bir dünyada yaşıyoruz.Bizi birbirimize aşkla, sevgiyle bağlayan ipler olduğu gibi; nefretle, korkuyla, hırsla, efendiliğin ya da köleliğin hazzıyla bağlayan görünmez ipler de var aslında.

aşk; ipin diğer ucundakiyle bir olmak.
aşk; ipin diğer ucundakiyle bir olmak.

Beyaz ve steril hayatlarımızda vergilerimizle, emeğimizle, kanımızla oluşturduğumuz bunca hapishane, ıslah evi, huzur evi, akıl hastanesi bunca savaş bu yüzden var ve elimizde hep bir başkasının boynuna bağlı ve sistem tarafından kutsanmış tasmalarla yaşıyoruz belki de.İşte Danimarka’lı yönetmen Anders Rönnow Klarlund bu ve benzeri sorulara cevap bulabilmek için çıkmış yola.Dört uzun yıl süren bir yolculuk, 115 kukla, dünyanın dört bir yanından gelip bu yolculuğa katılan 22 kukla ustası ve daha saygı uyandıran pek çok rakamı içinde barındıran bir yolculuk sonunda Strings ismiyle bir film olarak gelmiş karşımıza ve bize bu yolculuğun keyfini bir izleyici olarak çıkartmak kalmış.

Senaryosu, Naja Marie Aidt ve aynı zamanda filmin yönetmeni olan Anders Ronnow Klarlund tarafından yazılan ve yapım yılı 2004 olan bu film hem görsel dili hem de içeriği ile bir klasik olmayı çoktan haketmiştir diye düşünüyorum.Tabi ki filmin izleyiciyi hemen sarıveren o olağan üstü şiirsel dilinde büyük pay sahibi olan Görüntü Yönetmeni Kim Hattesen ve Jan Weincke’ yi, Sanat Yönetmeni David Drachmann‘ı ve Kostüm Tasarımı konusunda da Ingrid Soe‘yi atlamamak lazım.Aslında filmi izlerken bütün hikayelerin aynı olduğunu, o meşhur sözdeki gibi “güneş altında yeni hiç bir şeyin olmadığını” düşünüyorsunuz. Zamanında keldi halkına da başka halklara da zulüm etmiş olan Hebalonya kralı Kharo insan versiyonlarının aksine yaptığı zulümden pişman oluyor ve özellikle soykırım uyguladığı Zerith halkıyla kendi halkı arasında barışı sağlamak için ellerinde fazlasıyla kan olduğunu farkediyor ve kendi yaşamına son verirken iki halkı barıştırma görevini oğlu prens Hal’a bırakıyor. Bundan sonrası da pek çok filmde ya da hikayede gördüğümüz klasik çatışmalarla dolu ama filmin görsel dili, metindeki sadelik, kuklalar sayesinde oluşan atmosfer, ve kuklalarla bir film çekerken bulunan son derece şiirsel çözümler size sanki daha önce hiç söylenmemiş bir şey duyuyormuşçasına haz veriyor.Yönetmen Anders Ronnow Klarlund, “Öyle bir zaman düşünün ki kötünün, düşmanın tanımı her zamankinden daha belirli. Öyle bir zaman düşünün ki görünmez bir düşmana, hayali bir kötülüğe karşı savaşmaya yollanıyorsunuz. Öyle bir savaşa giriyorsunuz ki sonunda arayıp da bulduğunuz tek kötünün ve düşmanın kendi içinizde olduğunu fark ediyorsunuz.” diyerek aslında filmi de özetlemiş oluyor. Bizi diğerlerine bağlayan şeyler, iktidar, sevgi, düşmanlık, savaş, barış, iyilik, kötülük, tutku gibi pek çok evrensel değeri yalın bir dille tartışan film sadece yapım süreci için bile izlenmeye değer.