Saçları kesilmesin diye sürüden ayrı bir yaşantı seçen, kendini dağlara vuran bir koyun. Para kazanabilmek için sürü halinde yaşayan, sabah erken kalkıp traş olup işe giden insan (arada mesajda vermek lazım). Bu koyun dağda yalnızken düşünmeye bayaa vakti kalmıştır. Tüylerini diilde tiz vakit kellesini uçurmak gerek. Kendi kendine üreyebilen kadınlardan sonra bir de bu koyunlar çıkmasın başımıza.
Haberi okurken “Aa! Kırkmak ne be?! Kırpmak olmayacak mı o bakiim!” dedim. Sonra üşenmedim TDK sözlüğüne baktım ve şaştım kaldım. Kırkılmak bu, kırpılmak şuymuş. Yani yıllardır yanlış kırkıyomuşuz.Yani Nasrettin hoca Ay’ı kırpıp yıldız yaparken köylüler koyunları kırkarlarmış.
Acaba kırkabilen köylülerimiz kaç zamanda bir kırkarlar bu koyunları. Yoksa kırk günde bir de mi 40’ın ismi kırk olmuş. Ne biliyim. Birileri kelimelerin tarihini tutuyordu. Adına etimoloji diyorlardı, bi de galiba semantik açıdan şettiriyolardi. Bi kitap ismi hatırlayan varsa hatırlatsın. Ben unutunca aklıma birşey gelmiyo da…
Bİr de A.Ü.DTCF Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölüm başkanı Prof. Dr. Hasan EREN amcamızın bir lafı var ki şöyledir: “…Dil inkılabı yapabilmek için elimizde bir etimolojik sözlük yapılması icap ediyordu. Yani dilimizdeki yabancı kelimeleri bilmeden dil reformu yapmak kolay değildir. Bu istikamette birtakım adımlar da attık. “Hudut” kelimesi Arapça diye attık, yerine “sınır” kelimesini aldık. Ama 1893’te Vuslav Mayer’in açıklamasına göre “sınır” Rumca “sinori” den gelmiştir. Ayını şekilde “ziyafet” kelimesini attık, yerine “şölen” kelimesini kullanmaya başladık. Oysa şölen kelimesi Moğolca’dır.” Ne eğlenceli!
abi düşünün mantıken dünyada yaşamayı, ölmeyi, zamanı, bilen tek varlık insan. bi Koyun yemeyi bilir ama neden yediğini bilmez. Devamlı yer. Bu açıdan bakılırsa (-ki yanlış düşünmüyorsam). bir koyun kaçamaz. Kırpılmamak için ne dicekki; “aha beni kesecekler ben kaçim” 6 yıl geçiyor “yoruldum lan al hadi kes şu kılları bittim yorgunluktan ne ağırmış ya” diyemi düşünecek.
sahibinin yaptığı bişe bu kılları bilmem kaça satılmış 🙂 sallayın yaaaa sallıyalım hep birlikte.
Tek başına amansız bir şekilde insanlardan kaçtı. Beyaz insanların onu bir gün yakalayacağını bile bile ama vazgeçmeden ve direnişini bırakmadan, tek başına… diğer yığıntı psikolojisindeki türdeşlerine inat bir hayatı seçerek Zelanda dağlarında yerlilerin keskin bakışlarına yakalanmadan bir derviş gibi bir dağ eşkiyası gibi yaşamını kendisi tercih ederek diğer mahlukata örnek olan red etmesini bilen dört ayaklı bir devrimci.O bir efsane.O bir radikal.
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
Saçları kesilmesin diye sürüden ayrı bir yaşantı seçen, kendini dağlara vuran bir koyun. Para kazanabilmek için sürü halinde yaşayan, sabah erken kalkıp traş olup işe giden insan (arada mesajda vermek lazım). Bu koyun dağda yalnızken düşünmeye bayaa vakti kalmıştır. Tüylerini diilde tiz vakit kellesini uçurmak gerek. Kendi kendine üreyebilen kadınlardan sonra bir de bu koyunlar çıkmasın başımıza.
Haberi okurken “Aa! Kırkmak ne be?! Kırpmak olmayacak mı o bakiim!” dedim. Sonra üşenmedim TDK sözlüğüne baktım ve şaştım kaldım. Kırkılmak bu, kırpılmak şuymuş. Yani yıllardır yanlış kırkıyomuşuz.Yani Nasrettin hoca Ay’ı kırpıp yıldız yaparken köylüler koyunları kırkarlarmış.
lütfen çoğul konuşmayalım. ;)kırkmasını beceremesek te biliyoruz nasıl birşey olduğunu.. 😉
bazılarımız becer(ebil)iyor da! 🙂
Acaba kırkabilen köylülerimiz kaç zamanda bir kırkarlar bu koyunları. Yoksa kırk günde bir de mi 40’ın ismi kırk olmuş. Ne biliyim. Birileri kelimelerin tarihini tutuyordu. Adına etimoloji diyorlardı, bi de galiba semantik açıdan şettiriyolardi. Bi kitap ismi hatırlayan varsa hatırlatsın. Ben unutunca aklıma birşey gelmiyo da…
Bİr de A.Ü.DTCF Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölüm başkanı Prof. Dr. Hasan EREN amcamızın bir lafı var ki şöyledir: “…Dil inkılabı yapabilmek için elimizde bir etimolojik sözlük yapılması icap ediyordu. Yani dilimizdeki yabancı kelimeleri bilmeden dil reformu yapmak kolay değildir. Bu istikamette birtakım adımlar da attık. “Hudut” kelimesi Arapça diye attık, yerine “sınır” kelimesini aldık. Ama 1893’te Vuslav Mayer’in açıklamasına göre “sınır” Rumca “sinori” den gelmiştir. Ayını şekilde “ziyafet” kelimesini attık, yerine “şölen” kelimesini kullanmaya başladık. Oysa şölen kelimesi Moğolca’dır.” Ne eğlenceli!
abi düşünün mantıken dünyada yaşamayı, ölmeyi, zamanı, bilen tek varlık insan. bi Koyun yemeyi bilir ama neden yediğini bilmez. Devamlı yer. Bu açıdan bakılırsa (-ki yanlış düşünmüyorsam). bir koyun kaçamaz. Kırpılmamak için ne dicekki; “aha beni kesecekler ben kaçim” 6 yıl geçiyor “yoruldum lan al hadi kes şu kılları bittim yorgunluktan ne ağırmış ya” diyemi düşünecek.
sahibinin yaptığı bişe bu kılları bilmem kaça satılmış 🙂 sallayın yaaaa sallıyalım hep birlikte.
onlarında bir havızası ve anlayışı var, hatta birçok defa şaşıyorum bile, birçok insan bile anlamazken… neyse..
Tek başına amansız bir şekilde insanlardan kaçtı. Beyaz insanların onu bir gün yakalayacağını bile bile ama vazgeçmeden ve direnişini bırakmadan, tek başına… diğer yığıntı psikolojisindeki türdeşlerine inat bir hayatı seçerek Zelanda dağlarında yerlilerin keskin bakışlarına yakalanmadan bir derviş gibi bir dağ eşkiyası gibi yaşamını kendisi tercih ederek diğer mahlukata örnek olan red etmesini bilen dört ayaklı bir devrimci.O bir efsane.O bir radikal.
O bir hayvan.
ve devrim efsanesi kırkıldı… kaç kaç da nereye kadar, di mi?