Ahmet Bey, “Ben bu çocuğu nereden tanıyorum?” diye düşündü. Hemen arkasından da “Ne kadar da saçma bir soru.” diye geçirdi içinden. “Şu anda hiç de sırası değil.”Ahmet Bey bir sokak serserisi tarafından tehdit ediliyordu. Gecenin bir körüydü. Bu ıssız yolun tehlikeli olabileceğini biliyordu Ahmet Bey. Hatta, bir an girip girmemekte tereddüt bile etmişti. Sonra da “Aman canım, ne olacak?” demişti. “Hem yol çok daha kısalıyor.” Kaç kere kullanmıştı bu kestirmeyi? Bir şey olmuş muydu? Ya da şimdiye kadar bir şey olduğunu duymuş muydu? Kendi kendini korkaklıkla suçlamaktansa, ıssız kestirmeye sapmayı tercih etti Ahmet Bey.Adam kesseler kimsenin ruhu duymazdı burada. Hiç kimsenin duymaması da hiç kimsenin başına gelmediğini göstermezdi haliyle. Al işte, Ahmet Bey’in başına geliyordu şimdi.İlginçtir, Ahmet Bey hiç de korkmamıştı. Biraz heyecanlanmıştı; ama korkmamıştı. Nedense, bu çocuğu hiç de tehlikeli bulmamıştı. Sadece, onu nereden tanıdğını çıkartamıyordu bir türlü; bu kurcalıyordu aklını.”Şuna bak sen.” dedi Ahmet Bey. “Bir tarafında tüy çıkmaya başlayan, adam oldum sanıp yol kesmeye kalkıyor. Bir de bıçak almış yanına.” Hayır, Ahmet Bey hiç korkmamıştı. Şuncacık veletten korkacak hali yoktu. Sinirlenmişti hatta. Daha dünkü çocuğun kendini adamdan saymasına sinirlenmişti.”Hadi bakalım, evladım. Yavaştan uza da sonradan pişman olma.” dedi Ahmet Bey. Sevecen bir tonda konuşmak istemişti ama sesi tehdit eder gibi çıkmıştı. “Eh, madem böyle başladı, böyle gitsin bari.” diye düşündü. Zaten asıl istediği de buydu: çocuğu yıldırmak, kaçırmak; yoksa babacan tavsiyeler vermek değil. Güçlükle kazandığı parasını elinde bıçak var diye piçin tekine teslim edecek hali yoktu.Çocuk, Ahmet Bey’de bıraktığı izlenimden haberdar değildi elbette. Zaten umurunda da değildi. Şu soğuk havada bir saatten uzun süre birinin geçmesini beklemiş, belki de tüm bu süre boyunca kimse geçmesin diye dua etmişti. Sonra da şu yaşlı amcayı görmüştü, karşıdan gelen. Ne yapmaya karar verdiyse, ne için bekliyorsa onu yapacaktı işte. Adamın cüzdanını istiyordu, nasihatlerini değil.”Ben seni nereden tanıyorum?” dedi Ahmet Bey, en sonunda.En sonunda kafasını meşgul eden tek soruyu sormuştu. Böyle bir ortam için saçmaydı belki; ama başka bir şey düşünemiyordu doğru dürüst.”İsktir!” diye düşündü çocuk. “Amca beni tanıdı.”İnsanlar bazı şeylerin sadece başkalarının başına geleceğini zanneder hep. Üçüncü sayfa haberleri hep başkalarıyla ilgilidir zanneder. Kestirme olsun diye saptığı ıssız bir sokakta pisi pisine ölmeyi kimse kondurmaz kendine.Ertesi gün gazetede Ahmet Bey’i okuyacaktı herkes. Bir vah vah edeceklerdi belki, o kadar. Ahmet Bey karnına yediği bıçak darbeleri yüzünden çoktan ölmüş olacaktı. Bu sefer, Ahmet Bey’e gelmişti başkası olma sırası.Önce anlamamıştı bile. Sonra acıyı hissetmişti. Şaşkınlıkla karnından gelen kanlara bakmıştı. Ölecek miydi yani şimdi? Ölecekti evet.Yıllar önce, başka bir yerde otururken; ama tıpkı şimdi olduğu gibi işe yürüyerek gidip gelirken, bir alt geçitten geçerdi Ahmet Bey. Akşamları temiz yüzlü bir çocuk olurdu o tünelde. Önüne bir terazi almış, gelene geçene “Tartayım mı abi? Tartayım mı abla?” derdi. Neredeyse her gün karşılaşırdı Ahmet Bey’le o tartıcı çocuk, o tünelin içinde.-Tartayım mı abi?-Yok, sağ ol.-İyi akşamlar abi.-Sana da.Neredeyse bir sene devam etmişti bu muhabbet, Ahmet Bey iş değiştirene kadar. Ahmet Bey, bu çocuğu oradan tanıyordu işte.