Doğduğum semt Kasımpaşa’dan ayrı kaldığım onlarca yıldır, uzaktan da olsa bir taraftar merakıyla takip eylediğim futbol takımıdır, Kasımpaşaspor.Son yıllarda, takımın, bazılarına göre “talih kuşu”, bana göre “yüz karası” Tayyip torpillemeleriyle havalanarak, ikbal merdiveninin basamaklarını birer ikişer çıkması, bu yükselişin değerini -indimde- bir hayli düşürdüyse de; öte yandan, ezelden Kasımpaşalı olarak, -öyle veya böyle- gelinen bu son durumu sevinçle karşılamadım da diyemem doğrusu..Çelişki mi dediniz?. Bence pek değil..Gerçi, gayet açık yüreklilikle üstte maruzatımı bildirdim, muhalefet şerhini de koydum; ancak, -duygusal bir tip olarak- pek sık yapmadığım bir şeyi yapmamı, olanlara hayatın/ülkenin gerçekleri penceresinden bakmamı salık verenlere kulak verince, gördüklerim sizin de tahmin edeceğiniz gibi hoş şeyler olmadı..Şöyle söyleyeyim; yurdumun büyük çoğunluğu, bu olup bitenlere özetle: “Parayla değil sırayla” ya da daha cuk oturtarak, “Sırayla değil parayla” diyor maalesef..
Her neyse; ben yine o hisli dünyama dönerek, kulübümle -kendimce- yaşadıklarımın bende bıraktıklarını son olarak ortaya dökeyim de kaçayım.Yıllarca üçüncü ligde cebelleşen lacivert-beyazlı takımımı, bir avuç taraftarıyla birlikte, yaz-kış Şeref Stadı(!)’nın kırık dökük basamaklarında boğazımızı yırtarcasına destekleyerek geçirdiğim ortaokul çağı günlerimin, bu gelinen aşamada bir küçücük pay sahibi olduğuna inancım, -her şeye rağmen- kendiliğinden oluşan bu sevinci bana yaşatıyor. Bir zamanlar, kış günü Boğaz’ının buz gibi ayazını iliklerinde hisseden o güzelim kadim taraftara; üç kuruş transfer parasına kah Kulaksız’ın çamur deryası antrenman sahalarında yuvarlanan, kah Vefa’nın, Şeref’in zımparavari toprak sahasında derilerini bırakan o fedakar topçulara, selam olsun buradan.