Geçenlerde bir arkadaşla en son model ev sineması paketi broşürü ile geldiğinde, triger kayışı koptu, dağılmış motorla vitesi boşa alıp söylenmeye başladım:“Ya iyi söylüyorsun, çok güzel bir alet ama ne zaman bunlarda istediğimiz şeyleri seyretmeye vakit bulacağız ki? Evde hala seyredilecek DVD’ler, dinlenecek CD’ler, okunacak kitaplar bizi bekliyorken, alet bize ek zaman mı yaratacak ki, oturup bunları seyredeceğiz? 5 hafta önce kayınbiraderden ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ filminin DVD’sini aldım, sevgili eşimle son 1 saatine kadar seyrettik, 2 haftadır da 1 saatlik bir zaman dilimi yaratmaya çalışıyoruz ki, filmi boğalım”Arkadaş, “Hey allaam, nereden getirdim bu ilanı, nereden açtım bu konuyu? Hay aklıma turp sıkayım” endişeleri ile solumaya başlarken ben tam gaz devam ettim.“Öyle bir sistem, öyle bir felsefe, öyle bir teknoloji olması lazım ki günün 24 saatini 36 saate çıkartsın.Yoksa en cici aletleri almak, en iyi DVD, CD, kitap, oyuncaklara sahip olmak, kullanılmadan durdukları yerde vicdan azabı yaratmaktan başka bir işe yaramıyor.”“Zaman artık o kadar hızla ilerlemeye başladı ki evvelden farketmeden günler geçerdi hızla, şimdi haftalar, aylar geçiyor. ‘Senede 1 Gün’ filmini yaşasak, ‘yahu gene mi bir sene doldu?’ diye şikayet edeceğiz.”“Zamanın belli bir yaştan bu kadar hızla akmasını artık sadece ‘Karadeliğe Yaklaşırken Artan Çekim Gücü’ kuramı ile açıklayabiliyorum.Yıllar önce (belki de geçen aydır, bilemiyorum) İTÜ’deki Deney Bilim Merkezinde görmüştüm.Uzaydaki karadelikleri görsel olarak deneyimleyebilmek için bir düzenek oluşturmuşlar.Büyük simsiyah bir sini düşün, ortasında bir huninin ortasındaki gibi delik var, ama ortaya doğru olan eğim çok az, gözle fark edilmeyecek kadar. Deneyci arkadaş elinde bir cam misketle, rulette top çevirir gibi, dairenin en dışından, misketi bir tur attıracak kadar fiskeliyor. Misket, ağır ağır dönmeye başlıyor, yavaaş, yavaaaş turlarını tamamlarken, eğim sebebiyle sininin ortasına doğru ilerliyor ve yavaş yavaş da hızını artırmaya başlıyor. Belli bir aşamadan sonra misketin artık iyice hızlandığını görüyoruz.Sininin ortasındaki karadeliğe gelirken de artık akıl almaz bir hıza ulaşıyor ve en son “curu-luru-lup” ve “pıt” sesleri eşliğinde delikten içeri düşüyor.”“Demek ki, gerçek hayat da belli bir momentumu geçtikten sonra (“momentum” lafı buraya uydu mu bilmiyorum, şimdi kalkıp ansiklopediden bakacak vaktim yok) tıpkı misketin hızı gibi bir daha yavaşlatılamayacak şekilde hızlanıyor.Düşünsene ilk doğduğun zaman 21-22 saat uyuyorsun, hatta zorla uyutuyorlar, geri kalan vakit, yapman gereken işleri yapmaya rahat rahat yetiyor.Ayn Rand’ın bir romanını yeni bitirdim. ‘Yaşamak İstiyorum’da Rus Devrimi sonrası yokluk yıllarını anlatıyor.Romandakiler, günlerinin 2-3 saatini ekmek kuyruğunda , 2 saatini akdarı (herhalde bir buğday çeşidi) kuyruğunda geçiriyorlar ve gündelik hayatlarına devam ediyorlar.Ben de, diğer yaşıtlarım gibi, çocukken tüpgaz, sanayağ kuyruğuna giriyordum ama sokak hayatımı ve yapmak istediğim yaramazlıkları engellemedi bu kuyruklar, yine vakit buluyordum yapmak istediğim şeylere…Şimdi ne kuyruklar kaldı, ne elektrik-su faturaları ödemeleri, havale yapmak için vakit kaybetmeler, yollarda geçirilen vakit de, kim ne derse desin, kısaldı.Sabahları da, sırf vakit yaratmak adına, uykumdan çalarak 5:30’da kalkıyorum…Yine de yapmak istediklerimi yapmaya vakit bulamıyorum.Bu nedir yahu?”