“İnsandık biz , bilmeli ve alışmalıydık böyle olaylara. Ne acı, ne lanet şey bu!!!” departmanından…
Dün sabah saatlerim çalmadan uyandım.Cumartesi tembelliği yapıp önce sahilde biraz yürüyüp ofise gittim. Kahvemi aldım, sigaramı yakıp güzel bir winamp list hazırladım. Sonra ajanslardan İstanbul’da patlama haberi geçmeye başladı. Tek satırlık son dakika gelişmesiydi. Ama sürekli ayrıntılar gelmeye başladı. Ölü ve yaralı sayısı yükseliyordu. Bir yandan doğalgaz patlaması olabilir diye düşünürken daha sonra tüm bu patlamaların bir saldırı olduğu ortaya çıktı. Ajans resimleri elimize ulaşmaya başladı. Her birine baktığımda yaşadığım dünyaya olan korkumu bir kez daha anımsadım. Gelen haberleri yazmaya başladım. Evet, bugun benim işimdi. Ne biçim bir işim vardı benim? Ölü sayısı arttıkça yazacaktım üstelik birde utanmadan enkaz ve parçalanmış insan bedenlerinin resimlerini düzeltip habere yetiştirmeliydim. Kan aranıyordu, hastaneler “hasta getirmeyin” diye anons yaptırıyordu, insanlar yakınlarını kaybetmişti, acının ve gözyaşının resimleri bilgisayarıma indikçe onlara sadece mouse’un imleciyle dokunabiliyordum. Ne acı bir işti bu?Öğlen saatlerinde acım azalmaya başladı. Duyarsızlaşımyor muydum? Haber yazmayı bıraktım başka bir bölüm için sinema ve ardından da teknoloji ile ilgili başka bir şeyler yapmaya başladım. Gözüm ajanstaydı. Son dakika gelişmelerini göz ucuyla takip ediyordum. Gelen ölü ve yaralı isimlerine bakıyordum. Hiçbirini tanımıyordum ama mutlaka biriyle koca İstanbul’un sokaklarının birinde yanyan geçmişliğimiz, çarpışlığımız hatta belki gözgöze gelmişliğimiz bile olabilirdi. Daha sonra aklıma ABD-Irak savaşı geldi. Savaşın ilk haftalarında işe gitmeyi bile istemiyordum. Sürekli ceset yada yaralı çocuk resimleriyle uğraşıyordum. Daha sonra buna da alışmıştım. Gittikçe duyarsızlaşıyordum sanki ama bu beni son derece rahatsız ediyordu. Kuledibini düşündüm. Galata Kules’si etrafında ki kahveleri düşündüm. Oraları çok severim sanki orada yıkılan binalar gibi kollarım acıdı. Gözlerim dolar gibi oldu sonra toparlandım. İnsandık biz , bilmeli ve alışmalıydık böyle olaylara. Ne acı, ne lanet şey bu!!!Yine duyarsızlaştığımı hissettim ama içim acıdı ama niye acıdı bilmiyorum. Duyduğum acı tam olarak neyin özü onu bile bilmiyordum. Resimlerin birinde o ağlayan yaralı sarışın kadının saçlarını geriye atıp alnındaki yaraları temizleyemezdim. Ama sadece o yada diğerleri için üzülmekte beni acıtıyordu. Gün bitti. Kızkardeşlerim bende kalacaktı. Eve gittik ve onları izledim. Ya onlarda orda biyerde olsaydı… Bu dünyayı ve onun garip kurallarını sorgulamayı çoktan bıraktım… Bu hata mı bilmiyorum…Ve bugün. Bizim bidik kızlara kahvaltı hazırlamak için dışarı çıktım öne sahilde kısacık yürüyüp gazete aldım. Sokağın ortasında, evet, tam ortasında kalakaldım.. Dün gelen ajans resimlerinden ikisini gördüm. Kaldım öyle. O sokağın ortasında öyle kalmak istedim o resimlere bakarken. Eve gittim ve gazetenin eklerini ortaya atıp gazeteyi mutfaga bıraktım. Onların o acı dolu resimleri görmelerini istemedim. Onlarında bu dünyada girdikleri herhangi bir sokakta başlarına neler gelebileceğine dair kaygıları şimdilik bir kenara atmalarını diledim. Üzgünüm.Şimdi sıcak evimde kahvem ve sigaramla hayatın tadını bir şekilde çıkarmanın yolunu bulmalıyım. Zaman daraldıkça kulağıma gelen sesler iyice gürültü halinde beynimde yankılanıyor. Buna karşı koymalıyım. Bunu yapabilirim gibi geliyor… Ya da ben öyle sanıyorum.