Kadın-erkek ilişkisi üzerine konuşmaların yapıldığı her ortamda, ister bilimsel bir münakaşa ister gündelik muhabbet mevzuu olsun, bıçağın gelip dayandığı yer; “Erkek milleti değil mi…” kemiğidir.Bu yarım cümlenin fırtına önünde savrulduğu dudakların kapanması ile birlikte herkes susar, başlarını önüne eğer ve gözleri düşer. Özellikle erkekler bu yarım cümlenin kemal-i ciddiyetle sarf edildiği ortamlarda önce yutkunurlar, ardından herhangi bir müdafaa belirtisi göstermeden havanın ne kadar güzel olduğu, yaklaşan mevsimin güzelliği gibi fuzuli konularda ciddi düşünce kırıntıları üretmeye koyulurlar. Kadınlar ise meydanın tek muzafferleri olarak burada da haklıdırlar.Ben buna iman etmiyorum!
Elbette bu düşüncenin bir kanaat şeklini almasının çok doğru nedenleri vardır ve bunu inkar etmiyorum ancak bu nedenleri bir kanaati besleyecek kadar güçlü bulmuyorum. Bunu söylememi kolaylaştıran beklenti ve/veya ön kabullerim olmayıp, daha çok yaşamın kendi içinde gözlemlediğim ve insanları, özellikle kadınları bu tarz düşünmeye iten nedenlerin varlığıdır.Kadınların çoğunun katıldığı bu ortak düşüncenin oluşmasının nedeni, onların erkekle “erkek” anlamında ilk buluştukları noktadaki erkek profilidir. Bu erkeklere birazdan değineceğim ancak, “ilk aşk”ların karşı cinsleri her zaman “iki yaralı ceylan yavrusuna” dönüştürdüğünün vaki olduğunu belirtelim. Bütün kadınlar önce onları tanırlar, onlarla erkeğin adını koyarlar ve artık bu “kara leke”nin üzerine çekeceğiniz hiçbir düşünce tülü kadınların bu tanımdan vazgeçmelerini sağlamaz.Bahsettiğimiz erkek tipine kısaca iktisadi bir dille “girişimciler” denebilir. Bizdeki girişimci sınıfı erkekler, bilgisizliğinden, açgözlülüğünden bekli de kastından dolayı kadın-erkek ilişkilerinde sınıfta kalmıştır diyebiliriz ancak bu dehşetli ithamın yalnızca iç pazardan gelmediğini çok iyi biliyoruz.Kadınların yaşamı yeni yeni formüle etmeye başladıkları ergenliğin kızılca kıyamet günlerinde karşılarına ilk erkekleri(aşkları) çıkar. Ancak ilk olma payesini taşımaya niyet edinmiş erkekler genellikle köşe başlarını tutmuş, pusuya yatmış erkeklerdir. Kadınlar önce bunlara tesadüf ederler, ardından bu cephede almış oldukları ağır gönül yarasının bedelini bütün karşı cinslerinin mahvına sebep olacak bir şekilde son limanlarından kotarmaya çabalarlar. Artık erkekler aleyhine büyüyen kelimelerle kurulu fırtınanın önündedir kadınlar.Erkek Milleti Değil mi…
Ayrım gözetmeyen bu dehşetli ön kabulün yerleşmiş sloganı; “Erkek Milleti Değil mi…” şeklinde basit ama bütün olumlu düşünce sütunlarını devirecek güçteki yarım cümleciktir. İnsanları bu düşüncelerinden vazgeçirme ve gerçeği ortaya koyma adına harcanan tüm çabalar da maalesef bu onulmaz ön yargının ağır havası altında ezildiği kadar da yine bir “numunelik” erkeğin ortaya çıkmasıyla her şeyi berbat ediyor ve kadınlar bu kez “ben dememiş miydim…” diyorlar.Oysa mevcut hayatın tam ortasında yaşayıp da hiçbir zaman fark edilemeyen, göz önünde olmasına rağmen “çamla çırağla arandığı” söylenen, hatta zaman zaman beyaz atının üzerinde gelmesi beklenen bir erkek profili daha vardır.Dürüst Tabiatlı Erkekler
Bunlara toplumun temel dinamiği, sessiz çoğunluğu, mele taşı bile denilebilir. Bu tip erkekler genelde mütevekkil olup kendilerini kıyıda oturmuş denizden çıkacak denizkızına layık görürler, kısaca kıyıda köşededirler. Kadınlar nezdinde bunların ilk mübadele aşamasında erkeksi bir değeri bulunmamaktadır. Genelde sıradan insan tipolojisine yakın, ailesine düşkün, ilerde evinin erkeği olabilecek kıvama sahip bu erkekleri kadınlar erkeksi bulmasalar da her zaman bir alternatif olarak akıllarının bir köşesinde tutarlar, evlenilecek bir eş olarak kabul ederler, bazen onları iyi bir arkadaş, can yoldaşı, kötü gün dostu hatta “abi” olarak görürler ancak diğer taraftan arayışlarını da aynı hızda sürdürürler. Flörtler yaşanır, bu dönemlerde aldatmalar artar, kısa ayrılıklar yaşanır, ben sensiz yapamam diyerek bu erkeklerin her zaman açık kalacağını bildikleri kapılarına geri dönerler. En nihayetinde idealler dünyası yıkılıp zamanın onları sertleştirmeye başladığı son demde, bu kağıt gemiler, güven ve sevgi içinde idame-i hayat sürebilecekleri sakin ve dulda limanlarına yani dürüst tabiatlı erkeklerine dönerler.Döndüklerinde çok sevdikleri cep aynaları kırılmış, şekvaları tamamlanmış, tutkuları sönmüş olur ancak onlar büyük hayallerle küçük saltanatların cariyeliğine razıdırlar. Bu deme erişmiş kadınlar yadırgan ve ürkek oluşlarına rağmen belirli noktalarda saldırganlaşırlar; ki onların artık mühim bir silahı da vardır: “Erkek Milleti Değil mi…”Suçlu Kim?
Bu ağır harabenin altında kalan ne yazık ki müsebbipleri değil sabırla duruşunu değiştirmeyen “öteki” erkekler olmaktadır. Onlar dehşetli bir ezilmişlik ve yalnızlık içindedirler; yeryüzünde haksızlığa uğramışlardır. Bu erkekleri kitaplar anlatmaz, film teması olmaz, içlerinde şairler de bulunmasına rağmen şiirlerde yer etmez, nitekim medyada yabancıdır onlara. Okuduğum bütün kitapların kadınları vardı; o kadınlara girişimciler ve sermayedarlar sahipti ama kıyıda oturup denizkızını bekleyen hiçbir mütevekkil erkeğe rastlamadım. Onlar müdahili olmadıkları bir kavganın mağlupları, onlar kader kurbanlarıydı.Her şey “kadın”ın etrafında dönerken onlar tüm olup bitene rağmen ümitle bekledikleri kadınlarına kavuşurlarken, o kadınları ilk karşılayan erkekler bilmem kaçıncı avının pususunda güneşin batmasını beklemektedirler.Bana en çok acı veren ise kadınların hiçbir zaman bu ön kabulü sorgulamamaları, asıl suçluya ulaşma gayretlerinin olmamasıdır. Kadınlar yanlış durakta indiklerini fark edemedikleri sürece erkeklere olan özgüvenlerini sağlamaları mümkün değildir.Dünyada hiçbir şeyde bulamayacağımız huzuru bulduğumuz evinizin, kalbinizin tokmağını çevirmeden önce dışarıdakine; “Kim o?” demeyi ihmal etmeyin ey yurdumun kadınları!