Aslında doğma büyüme Kalamışlıyım ama, oldum olası Kadıköy bana köy gibi gelmiş, Karşı’ya geçemeyen kör insanların ülkesinin, Khalkedon’un kadersizi gibi hissetmişimdir. Üniversite zamanlarında Avrupa yakasına taşındım ve bu tür efsaneleri gençlik bunalımlarına bulayıp pişirmenin inceliklerini öğrendim. Evet, Avrupa yakası hakikaten çok daha cazipti, baştan çıkarıcıydı. Orada kaldım. Buranın da aslında ancak Asya’dan güzel gözüktüğünu çok sonraları anlayacaktım.
Kadıköy yakasında geçmişi hatırlatan pek bi şey kalmamıştı. Kalamış koyu doldurulmuş, faytonlar kaybolmuş, Bağdat caddesi tek yön olmuştu. 50’lerde büyük bir darbe yemesine rağmen hala direnen şehir, 30 sene sonra Özal’ın saldırısına karşı duramayıp yıkılmaya başlamıştı.
Aynı felaket Avrupa yakasında da yaşanıyordu. Hem yeni evler yapılıyordu hem de evlerin sahipleri değişiyordu. Kapıcılık yapan Kürtlerin apartman sahibi olmaya başlamaları o yıllara rastlar. Türklerin kendi ülkelerinin toprağını yağmalamaları ve ‘toprak bütünlüğü’nün fiilen kaybolması da bu sıralardadır.
Bugün (pazar) Kadıköy civarında dolaştım bu düşünceler içinde. Çarşı yine de az bozulmuştur dedim. Yanılmışım. İnsanların, özellikle genç olanlarının çirkinlikleri dayanılmazdı. Ufak çocuklar da bakılamaz bi çirkinlik içindeydi. Aslında bu durum, etraf, mimari ve diğer bütün biçimsizliklerle gayet uyumlu bi tablo oluşturuyordu. Hormonlu dev çilekler, uskumru diye gazlanan kolyoslar, çiftlik çipuraları, portakallı limonlar, yavru hamsiler, gm domatesler, içi boş ekmekler…
Sadece ürünlerin diil, insan ırkının da ciddi bi ıslaha ihtiyacı var diye düşündüm. Belki bizim ameximes, Richard Dawkins’in yanına çırak olarak girerse, ilerde bu konuda bi kitap yazabilir diye aklıma geldi.
Kafamda daha canlı örnekler vardı; bi internet kafeye girip o an yazacaktım aslında. ‘Kadıköy çarşısı kör, Kadıköy çarşısı dilsiz, havada görmemenin, konuşmamanın kahrolası hüznü ve Kadıköy çarşısı elleriyle kapatmış yüzünü’ diyecektim. Olmadı. Tecavüzün kaçınılmazlığıyla yaşamaya alışmış güruh, piçler ülkesinin çet yapan fertleri etrafı doldurmuştu. ‘Urfalı Balıkçı’ tabelasına doğru yürüdüm.
yorumlar
girmemişsin internet kafeye yazacağını da unuturdun küfür-arabesk-aklı .ükünde gençlik kokusundan .
ve herkes zevk almaya mı bakıyor baby700 ?
O kadar da iç karartıcı değil kadıköy’ün hali …
Yine de vapurlar yanaşmaya devam ediyor ve martılar var meraklı gözleriyle ekmek kovalıyorlar. Simitçiler hala iskelenin etrafında aş dağıtıyorlar.
Bir de Moda iskelesinden bak Kadıköy’e, öyle bir nokta ki “şaşı bak şaşır” gibi, gözlerini kıs, belki herşeyi o eski günlerdeki gibi görüp, geçici mutluluklar yaşayacaksın.
günlüğü yazasım geldi benimde. Ama bişey değişmeyecek di mi?
kadıköy’ün en sevdiğim anı : akşam güneş batarken eminönü vapuruyla ordan ayrılmak..
Kadıköy’ün sokaklarında karışıklık olduğu doğrudur, hatta iğrençliğe varan insan kirliliğinin olduğu da ama güzel sürprizleri de yok değildir çarşısının. Balıkçı Nevzat, Çiya, bal satıcısı, altınoluk zeytin ürünleri satıcısı, el yapımı baklavacısı, Baylan, adını hatırlayamadığım arkasında bahçesi olan el yapımı börek-çörek satılan yer, Zihni, tam göbeğindeki içi müthiş kilise (onun da adını hatırlayamadım) gibi… ilk bekar evim yeldeğirmenindeydi (aile evi avrupa tarafındaydı, uzak diye seçmiş olmalıyım), köprüaltından kalkıp koşarak son vapura yetişmeye çalıştığım çok olmuştur… unutamadığım güzel bir sokak kebabçısı vardı gece evime giderken uğradığım dalak yapan, bir de evimin çatısından görünen ölümcül Boğaz-Topkapı Sarayı – Ayasofya görüntüsü karşısında tükettiğim/iz alkol çeşitleri… gerçekte ise hep yabancılık çekmişimdir o tarafta bir şişlili olarak, kısa sürmüştür yeldeğirmeni ve sonrasında da çiçekçide oturma vakaları.
Yalnız bir duruma hala şaşırırım, her daim (pazar günü dahil) döviz bürolarının dışında kendilerinden döviz bozdurmanızı bekleyen arkadaşlara.
Ufak cocuklar niye bakilamaz cirkinlikteymis acep ?
bıraktığımız yerde durmuyor herhalde dünya…ne denir ki…
“Hata denen şey yoktur ki zaten… İyi anlayın! Farz ediniz ki hakikaten bir yanlış yaptınız! oradan yürürüz ve doğruya çıkarız.hata denen şeş tashih etmek budalalığında bulunanlar için mevcuttur. Bizim için değil… biz onun varlığını kabul ettiğimiz andan itibaren her türlü hatanın üztündeyiz…”
ne kadar sure uzak kalmistin ki Kadikoy’den de bu derece degisikliklerin farkina vardin?cocuklarinin buyumesini farketmeyen evebeynler gibi degisiklikleri hissetmekte zorlandim. Hep boyleydi diyesim geldi. Hep boyle degildi.
Kadikoy sokaklarindan uzaklasmak, hayatin ta kendisinden uzaklasmak gibidir benim icin.
Sabah olur okula gider, cikar dolasir, aksam olur gunbatisini izler, simitcilerin sesi, balik ekmekcilerin sesi.Haftasonu Fenerbahceme sarilis.
Herseyi bir baksadir benim icin ve olmazsa olmazidir hayatimin.
deniz,güneş, ağaç,kar, martı, kadın, rüzgar hepsi kadıköyde var. fenerbahçe olmasa da olur ama kadıköyde değilseniz gidecek çok yeriniz var demektir.