bu amcanın nerede olduğu kadar bu külte inanmış inandırılmış kişilerin sahip olduğu çocukların bu kült düzen içinde yaşadıkları problemler de önemli. burada müthiş bir sosyal parçalanma ve kişisel bölünmeden bahsedilmiş. verdiğim site bu kültün (The Family) içinde büyümüş/büyümek zorunda kalmış/zaman zaman ya da sürekli tacize uğramış çocukların normal bir hayata sarılma çabalarını irdeliyor ve dünyaya yansıtıyor.bu ise The Family adlı külte bir zaman mensup olup sonradan ayrılmış kişilerin The Family hakkında bilgi paylaştıkları bir site.
Sevgili dut ağacımın yerindeBaktım ki şimdi yeller esiyor…Çocukluğumun arkadaşı, sırdaşı,Ne çok şeyi paylaşmıştık ey gönlümün yoldaşı.Gölgende Yusufçuk kuşlarının tespihiniDinlerdik seninle hep birlikte…Hüzünlerimin yüreğimde çöreklenmesineİzin vermezdin muhabbet dolu gövdende.Cömertçe bütün dallarını bana sunarken,Kendime dallarında bir ev yapardım.Doruklarından seyreylerdim dünyayıMeyvelerini bana cömertçe sunarkenSonra eteklerine iniverirdim yeniden.Bilmezdim o zamanlar,“Ağaçların doruklarına ve dağlaraİnmek için çıkıldığını” ben!..Dağlar, adeta ulvi çıkış kavsi…İnmek ise adeta toprak gibi;Öylesine mütevazı…Halkla halk, hakla hak ve hemhal olma demi…Fütüvvetmiş vesselam bunların cem’i…Fütüvvet bir taç imiş;Taçsız, nişansız…Toprak gibi vermek, hep vermek imiş…İnsanlar her türlü pisliği atarken,Yine bitirmekmiş güzellikleri derinliklerinden…Yırtıp atmakmış benlik gömleklerini…Adeta Yusuf’tan bir dem midir bu aşkın demi.“O dağ beni sever ben de onu”, dediği gibi efendiminAynı sırla ben de ne çok sevmişim seni…Sevinçlerimizi ve hüzünlerimizi paylaştığımız,Başka dost aramadığımız,Sığınağımızdın sen karındaşımla benim.Bu ziyaretimizde o toprakları,Aradı yine özlemle gözlerimHatırladım hüzünle ağladığımBulgar’dan kalma o eski evi…Hatırladım,Patates tarlasını babamla koşarak turlayışımızı…Yine hüzünle andım soğuk kış günlerinde,Zincirli manda efsanesinin korkusuyla,Arşınladığımız derin ve gizemli yolu…Hatırladım;Boyumun yetişemediği çıkrıklı artezyendenSu çekemediğimizde imdadıma yetişen,Testilerimizi dolduran o ablaları…Soğuktan hohlamaya güç yetiremediğim,Moraran ellerime, dedemin hohladığı nefeslerini…O nefesle, kıpırdatamadığım parmaklarımaOnun nefesiyle gelen canı…Hatırladım yeniden,Dedemin evinin huzur iklimini…Oradan geçerken buruldu yüreğim…Aradım o huzur evlerinden bir sesBir soluk ve bir iz…Lakin ondan geriye sadece bir tümsekti kalan iz…Bir yıkıntı mıdır, sadece geriye kalan hayatlardan?..Oysa hatıralarımda ne kadar da dirisiniz…Dedeciğim şimdi “Bülbül” şiiriyle kulaklarımda bir iz…İlahileriyle anlamlı bir deniz…Ve hayran olduğum anneannemle olan muhabbetiniz…Ona öri(huri) meleğim diye seslenişiniz…Öte yandaysa babaannemin iki katlı,Tahta merdivenli eski kagir evi…Onun evinin de yerindeŞimdi yeller esiyor…Kulaklarımda hala anlattığıO efsunlu masallar, cinler, periler…Fatıma Hala’mınHastalıklarına karşı gösterdiği Eyyubi sabrı…“Ne giden son gemidir”, dediği gibi şairinSiz de göçüp gittiniz hayatlarımızdan…Lakin şimdi hatıranız derunumuzda saklı…Ey benim Yusufçuk kuşlarım…Çiçeklerim…Dut ağacım…Anlamını o zaman bir türlü çözemediğim rüyalarım…Dilimden düşmeyen Ayet-el Kürsüler…Seher vaktinde sabah ezanlarının,İçimi titreten nidaları…Vakti merhunun gündönümü sanki…Bir başka vakitler, şimdi başka dem…Her şeyi severdik biz,Yerdeki karıncayı, gökteki bulutu…Dut ağacımızı ve çiçeklerimizi…Yaşlı teyzelerin bahçelerinden,�Rica edip, derleyerek diktiğimiz çiçek fidelerini…Açan rengârenk çiçeklerin güzelliklerini…Birbirinden farlı elvan elvan yayılan kokularını…İçimizdeki çiçeklerdi sanki açanlar rengârenk,Çok az çeşidiniz kalmış geride şimdi?Şimdi kayboldu mu dersiniz,Çevredeki pek çok renkle birlikte bu ahenk?Lakin üzülmeyiniz…Tohumları derunumuzda gizlidir!Zekeriya dedik ya, o hep biz idik…Çiçeklerimizin Zekeriya’sı, bahçevanı…Kendisiyle suya kana kana varılan…Henüz uygun iklimi bekliyor fidemizin toprağı…Bir gün döneceğiz vakti merhumda…Hıramıza çıkışın, iniş vaktinde,Bir gündönümünde…Sulayacağız ol dem yenidenNice fidelerimizi…Açacağız, açacaksınız o vakti merhunda…Bir ses işitilir ol dem Meryem, İsa Mesih…İçimdesin ey Meryem!Sen bizsin sanki biz ise sen!Lakin İsa’nın zuhuru ne zaman, hangi dem?Bu ayrı bir muamma, ayrı bir nur …Hay, Kayyum!Hu ile üfürülen rahmani bir solukBekliyor ruhumuz vahdeti soluk.SEVDA DIRAGA CANBAZ
o nasıl bir suçlamadır Tombı?kesinlikle böyle zihniyette olan insanlar var ne kadar kabul etmek istemesem de…Ama ben bunları esefle kınıyorum! Hangi peygamber olursa olsun( Hz. İsa,Musa,Muhammet…) fark etmez hiçbir şekilde bu tür sapkınlıklara alet edilemez!Thıng kanımca bu yazıyı eklerken Dinlerin nelere malzeme olabildiğini anlatmaya çalışmış. İyi de yapmış. Eline sağlık!
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
bu amcanın nerede olduğu kadar bu külte inanmış inandırılmış kişilerin sahip olduğu çocukların bu kült düzen içinde yaşadıkları problemler de önemli. burada müthiş bir sosyal parçalanma ve kişisel bölünmeden bahsedilmiş. verdiğim site bu kültün (The Family) içinde büyümüş/büyümek zorunda kalmış/zaman zaman ya da sürekli tacize uğramış çocukların normal bir hayata sarılma çabalarını irdeliyor ve dünyaya yansıtıyor.bu ise The Family adlı külte bir zaman mensup olup sonradan ayrılmış kişilerin The Family hakkında bilgi paylaştıkları bir site.
bu da olayın wikipedia’sı
şarkıları bile var bunların.
Ulen ne akıllı adamlar var şu dünyada..
bunlardan cok var ortalikta…haleluya haleluyaa,buda bi cesit şopar .igrenc ötesi.
Sevgili dut ağacımın yerindeBaktım ki şimdi yeller esiyor…Çocukluğumun arkadaşı, sırdaşı,Ne çok şeyi paylaşmıştık ey gönlümün yoldaşı.Gölgende Yusufçuk kuşlarının tespihiniDinlerdik seninle hep birlikte…Hüzünlerimin yüreğimde çöreklenmesineİzin vermezdin muhabbet dolu gövdende.Cömertçe bütün dallarını bana sunarken,Kendime dallarında bir ev yapardım.Doruklarından seyreylerdim dünyayıMeyvelerini bana cömertçe sunarkenSonra eteklerine iniverirdim yeniden.Bilmezdim o zamanlar,“Ağaçların doruklarına ve dağlaraİnmek için çıkıldığını” ben!..Dağlar, adeta ulvi çıkış kavsi…İnmek ise adeta toprak gibi;Öylesine mütevazı…Halkla halk, hakla hak ve hemhal olma demi…Fütüvvetmiş vesselam bunların cem’i…Fütüvvet bir taç imiş;Taçsız, nişansız…Toprak gibi vermek, hep vermek imiş…İnsanlar her türlü pisliği atarken,Yine bitirmekmiş güzellikleri derinliklerinden…Yırtıp atmakmış benlik gömleklerini…Adeta Yusuf’tan bir dem midir bu aşkın demi.“O dağ beni sever ben de onu”, dediği gibi efendiminAynı sırla ben de ne çok sevmişim seni…Sevinçlerimizi ve hüzünlerimizi paylaştığımız,Başka dost aramadığımız,Sığınağımızdın sen karındaşımla benim.Bu ziyaretimizde o toprakları,Aradı yine özlemle gözlerimHatırladım hüzünle ağladığımBulgar’dan kalma o eski evi…Hatırladım,Patates tarlasını babamla koşarak turlayışımızı…Yine hüzünle andım soğuk kış günlerinde,Zincirli manda efsanesinin korkusuyla,Arşınladığımız derin ve gizemli yolu…Hatırladım;Boyumun yetişemediği çıkrıklı artezyendenSu çekemediğimizde imdadıma yetişen,Testilerimizi dolduran o ablaları…Soğuktan hohlamaya güç yetiremediğim,Moraran ellerime, dedemin hohladığı nefeslerini…O nefesle, kıpırdatamadığım parmaklarımaOnun nefesiyle gelen canı…Hatırladım yeniden,Dedemin evinin huzur iklimini…Oradan geçerken buruldu yüreğim…Aradım o huzur evlerinden bir sesBir soluk ve bir iz…Lakin ondan geriye sadece bir tümsekti kalan iz…Bir yıkıntı mıdır, sadece geriye kalan hayatlardan?..Oysa hatıralarımda ne kadar da dirisiniz…Dedeciğim şimdi “Bülbül” şiiriyle kulaklarımda bir iz…İlahileriyle anlamlı bir deniz…Ve hayran olduğum anneannemle olan muhabbetiniz…Ona öri(huri) meleğim diye seslenişiniz…Öte yandaysa babaannemin iki katlı,Tahta merdivenli eski kagir evi…Onun evinin de yerindeŞimdi yeller esiyor…Kulaklarımda hala anlattığıO efsunlu masallar, cinler, periler…Fatıma Hala’mınHastalıklarına karşı gösterdiği Eyyubi sabrı…“Ne giden son gemidir”, dediği gibi şairinSiz de göçüp gittiniz hayatlarımızdan…Lakin şimdi hatıranız derunumuzda saklı…Ey benim Yusufçuk kuşlarım…Çiçeklerim…Dut ağacım…Anlamını o zaman bir türlü çözemediğim rüyalarım…Dilimden düşmeyen Ayet-el Kürsüler…Seher vaktinde sabah ezanlarının,İçimi titreten nidaları…Vakti merhunun gündönümü sanki…Bir başka vakitler, şimdi başka dem…Her şeyi severdik biz,Yerdeki karıncayı, gökteki bulutu…Dut ağacımızı ve çiçeklerimizi…Yaşlı teyzelerin bahçelerinden,�Rica edip, derleyerek diktiğimiz çiçek fidelerini…Açan rengârenk çiçeklerin güzelliklerini…Birbirinden farlı elvan elvan yayılan kokularını…İçimizdeki çiçeklerdi sanki açanlar rengârenk,Çok az çeşidiniz kalmış geride şimdi?Şimdi kayboldu mu dersiniz,Çevredeki pek çok renkle birlikte bu ahenk?Lakin üzülmeyiniz…Tohumları derunumuzda gizlidir!Zekeriya dedik ya, o hep biz idik…Çiçeklerimizin Zekeriya’sı, bahçevanı…Kendisiyle suya kana kana varılan…Henüz uygun iklimi bekliyor fidemizin toprağı…Bir gün döneceğiz vakti merhumda…Hıramıza çıkışın, iniş vaktinde,Bir gündönümünde…Sulayacağız ol dem yenidenNice fidelerimizi…Açacağız, açacaksınız o vakti merhunda…Bir ses işitilir ol dem Meryem, İsa Mesih…İçimdesin ey Meryem!Sen bizsin sanki biz ise sen!Lakin İsa’nın zuhuru ne zaman, hangi dem?Bu ayrı bir muamma, ayrı bir nur …Hay, Kayyum!Hu ile üfürülen rahmani bir solukBekliyor ruhumuz vahdeti soluk.SEVDA DIRAGA CANBAZ
peyderpey çile çekiyorlarmış yüce İsa, al cennetine bunları.
Hz. Muhammed çok mu farklı bu adamdan sizce?
o nasıl bir suçlamadır Tombı?kesinlikle böyle zihniyette olan insanlar var ne kadar kabul etmek istemesem de…Ama ben bunları esefle kınıyorum! Hangi peygamber olursa olsun( Hz. İsa,Musa,Muhammet…) fark etmez hiçbir şekilde bu tür sapkınlıklara alet edilemez!Thıng kanımca bu yazıyı eklerken Dinlerin nelere malzeme olabildiğini anlatmaya çalışmış. İyi de yapmış. Eline sağlık!