İki yıl önce izleyip çekimlerine hayran kaldığım My Blueberry Nights filmiyle tanıdım Wong Kar-Wai’yi. Chungking Express, sonrasında izlediğim diğer filmi oldu. Konusunun ve karakterlerin saflığı, tanıdıklığı; çekimlerdeki hareket yine mükemmeldi ve bu bünyeyi de epey gecikmeyle böyle ele geçirdi 94 yapımı bu film.Adını iki hikayenin geçtiği mekanların adlarının birleşiminden (Chungking Mansion ve Midnight Express) alan filmin yapımına, Kar-Wai’nin, Zamanın Külleri’ni (dung che sai duk) Nisan ortalarında Venedik Film Festivali’ne gitmek üzere hazır hale getirip birkaç aylık boşluğu değerlendirmek istemesiyle karar veriliyor. Kar-Wai, görüntü yönetmeni Christopher Doyle’dan onun pek alışık olmadığı bir tarz kullanmasını, kamerasını omzuna alıp bir CNN muhabiri gibi çekim yapmasını istiyor. Senaryosunun çekimlerden önceki gecelerde yazıldığı bu, bence eşsiz film böylece 23 günde ortaya çıkıyor.Filmde iki ayrı bölüm var. Kar-Wai’nin sonraki filmi Fallen Angels bu filmin üçüncü bölümü sayılabilir.İlk bölüm bir çarpışmayla başlıyor; kovalama peşinde bir polis memuru ve bir kadın.

223 numaralı polis memuru sevgilisi May tarafından terk edilmiş ve ayrılık acısını yaşayış biçimi çok ilginç: Vücut sıvısını koşup terleyerek tüketiyor, böylece ağlamak için gözyaşı kalmıyor; son kullanma tarihi 1 mayıs olan ananas konserveleri alıyor, onları bitirene kadar May kararını değiştirmemişse eğer, aşklarının da son kullanma tarihinin gelmiş olacağını söylüyor (Kar-Wai ananastan nefret ediyormuş ve filmindeki karaktere çektirebileceği en iyi işkencelerden birinin ona ananas yedirmek olduğunu düşünmüş). 30 konserve ananası bitirip umudunu kestiğinde ise bir bara gidip kapıdan giren ilk kadına aşık olmaya karar veriyor. O kadınsa filmin başında çarpıştığı, Hindu kuryeler aracılığıyla Hong Kong’tan uyuşturucu pazarlarken dolandırılan kadın. Güneş gözlüğünü ve yağmurluğunu hiç çıkarmıyor. Bir şekilde çok tedbirli hale geldiğini söylüyor; “Ne zaman yağmur yağıp ne zaman güneş açacağını kim bilebilir?”

Her an her şey değişebilir ve buna hazırlıksız olmak çok acı verici olabilir. 223 numaralı polis memurunun tersine bu karakter bunun farkında. Polis memurunun ise 1 Mayıs’ta bu kadına dair, hatıralar kutulansaydı, asırlar boyu bozulmamasını isteyeceği bir anısı oluyor. Ve Midnight Express’te bir başka çarpışmayla filmin ikinci hikayesi başlıyor..Sürekli the Mamas and Papas’ın California Dreamin’ şarkısını dinleyen garson Faye ile hostes sevgilisinin ‘değişik bir şey denemek için’ terk ettiği, onunsa Midnight Express’ten aldığı bir yemeği değiştirirken bile tereddüt ettiği bir başka polis memurunun hikayesi bu. Faye ona aşık oluyor. Bu duyguyu yansıtmak için kullanılan teknik yine çok iyi. Hani yavaşlatıp ya da durdurup daha uzun daha derin yaşamak istediğimiz anlar vardır hayatta, işte o anlardan birini yaşar Faye; her şey hızla akıp giderken polis memurunun kahve içişi yavaşlamıştır, onu izler..

Şöyle de açıklamış Kar-Wai: “Sinemanın belirli bir kalitesi vardır ve bu da görüntüdür. Bazen bu görüntünün kendi nefes alışı ve temposu vardır. Uzamak zorundadır, uzayacaktır da; çünkü ondan daha fazlasını almak istersiniz.” Faye eline fırsat geçince polis memurunun dairesine girip hayatını inceliyor, hatta onun için evinde bazı değişiklikler yapıyor. 663 numaralı polis memuru, ancak evine yaptığı ziyaretlerden birinde Faye’yi yakaladığında tamamıyla fark ediyor onu ve kendisinin de her değişebileceğini.. Her şey değişimin etkisinde bu filmde, karakterlerin kabul edişleriyse çok sempatik ama hüzünlü şekillerde. İlk bölümde müzik kutusunda çalan şarkının sözleri aklımda.. “it’s not everyday we’re gonna be the same way, there must be a change somehow.”Hayatlar birbirini teğet geçer.. Ya da bir şekilde kesişir. Çünkü her an değişim vardır ve sonraki adımımızda neyle, kiminle çarpışacağımızı hiç bilemeyiz. Wong Kar-Wai’nin aşk ve çekimleri birbirine benzettiği sözleriyle: “Doğru yerde belirli bir an, doğru ışık, doğru hareket; o artık unutulmaz olacaktır.”