“Kurulmuş organlar , kendi güçlerinin sahibi değildir, onlar kurucu organdan türemiştir.”
Anayasa profesörü, Carré de Malberg. Böyle diyor…Malberg, bu çıkarımını şu temel düşünceye dayandırıyor “ Devlet içinde iki çift egemenlik vardır.Biri, tüm diğer iktidarlardan önce olan ve onları kuran birincil egemenlik(kurucu egemenlik) diğeri ise olağan egemenlik …Bu egemenlik ötekinden türer ve ona tabidir…”
Burada kurucu iktidar ile kurulmuş iktidar kavramları ve ayırımı, egemenliğin devredilmezliği kuramına göre açıklanmış ve kaynağını Russo’dan almıştır…Fransız, iktidar doktirininin kökenini oluşturan bu siyasal düzen, bizim de benimsediğimiz bir oluşumdur…Zaman zaman , derin devlet, iç dinamikler vs, diye tanımlayıp, içinden çıkamadığımız oluşumların kökeninde işte bu KURUCU İKTİDAR yatmaktadır…
Türkiye’de, zaman zaman , rejimin tehlikeye girdiği gerekçesiyle demokrasiye ara verilmesinin nedeni, kurucu iktidardan “basit” bir yasama vekaleti almış olan siyasi kadroların türemiş oldukları KURUCU ORGAN’ın doktrininine ters düşmesi olarak açıklanabilir…
Fransa , dayanağını hala 1789 devriminden almış olduğu güçle sürdürebildiği halde biz Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurucu oldukları Yeni Türk devletinin kuruluş a nayasası olan 1924 anayasasındaki doktrinlere neden ters düşebiliyoruz?….İktidarların , egemenlik alanlarını sınırsız zannederek, parlementonun herşeyi yapabilecekleri hissine kapılmaları….Kendilerine verilen iktidar alanını, efektif kullanma yerine , yeni koşullar belirleme sevdaları içinde olmaları…. Uzlaşma mı?,çatışma mı? Seçeneklerini siyasi hırslara kapılarak belirleyememeleri…. Konsensüs’ü yenilgi olarak algılamaları…O halde yeni iktidarlar ve siyasal oluşumlar, artık ulusal iradenin kendilerinde toplandığı iddiasından vazgeçerek, KURUCU İKTİDAR’dan devraldığı yetkileri uzlaşma ve konsensüs kültürü içinde kullanmayı başarmak zorunda olduklarını unutmamalıdırlar…
Realite budur ve bunu değiştirmek olası değildir…Oyun böyle oynanacaktır…!
Bu organizasyona karşıt görüşler de vardır elbette. Pozitivistler bu düşünceyi kökten reddederler.Onlara göre; Bir devletin “ilk” organizasyonu hukukçuların işi değildir. Zira, bir çok anayasa, devrimler veya hükümet darbeleri sonucunda yapılmıştır. Bu da gösterir ki şiddet bir “kuruculuk” rolü oynamaktadır…!
Pozitivistler böyle desinler, bir çok devletin ilk oluşumu kan ve gözyaşı ile sağlanmıştır...Ancak şiddeti demokrasi potası içinde eritip pekala insana yaraşır bir düzen içinde yaşayan pek çok millet vardır…
Neyse, gelelim bizlerin geldiği son noktadan sonra bu konjenktür içinde neler yapılabileceğine…Bütün siyasal oluşumlar,bundan böyle “egemenliğin” salt kendilerinde olmadığını Kurucu gücün kendilerine verdiği olağan yasa yapma gücünü kabul ederek,uzlaşmacı ve konsensüs içinde demokrasimize katkı vermelidirler…
Çıkar yol budur, KURUCU GÜÇLE kavga etmenin ve inatlaşmanın hiçbir manası yoktur…!