Geçen ay kanallar arasında gezinirken kıymeti kendinden menkul yıldız seçmece yarışmalarından birine denk geldim. Jüri üyesi, ünlü prodüktör, sahnedeki yıldız(!) adaylarından birine “Sen kırık mısın?” diye sordu. Duyduklarıma inanamadım önce. Yanlış işitmemiştim, sokak arası, üçüncü sınıf bir argo tabirle onca insanın gözü önünde yarışmacının eşcinsel olup olmadığını öğrenmeye niyetlendi, jüri üyesi. Popüler şarkıları nitelikli söylemenin, sahnede samimi durmanın, iyi ses kullanmanın, velhasıl pop yıldızı olabilmenin cinsel tercihle ne ilgisi var Allah aşkına? Söz konusu yarışmacının yerinde olsam, “benim yatakta ne yaptığım sizi hiçbir şekilde ilgilendirmez, siz benim şarkı söylememe, sesimi kullanmama, sahneyi doldurup dolduramadığıma bakın” deyip derhal yasal yollara başvururdum. Bırakın bir televizyon şovunu / yarışmasını, günlük hayatta dahi kimsenin kimseye böyle bir soru sormaya hakkı yoktur.İkinci durumuysa yakın bir arkadaşım anlattı. 32. Gün programında eşcinsellik üzerine konuşup, “bakın tabuları yıkıyoruz” demişler. Tabular o konunun konuşulduğu tartışma programlarını gecenin ikisine, televizyonların çoktan kapandığı bir vakte değil de prime time denilen mesela ana haber bülteni sonrasına konulduğunda yıkılabilir ancak.Üçüncü duruma ben şahit oldum. İnsan Kaynakları Yönetimi dersindeyim. Dersin öğretim görevlisi yanında getirdiği diz üstü bilgisayarından dersi renklendirmek maksadıyla bir müzisyenin (Jean-Baptiste Lully) eserlerini dinletecek birazdan. Müzisyenin kim olduğunu anlatacakken, erkek hocamız gülme krizlerine kapılıyor birden. Gülmek de zayıf kalır aslında, katılıyor adeta gülmekten. Ve sonra sınıfa dönerek bu komedinin resmi sebebini açıklıyor: Müzisyen, “oğlancı”ymış! Bu sefer bütün sınıf başlıyor gülmeye. İnsanların cinsel tercihleriyle hiçbir sebeple ve şekilde alay edilemez. Öğrencilerine örnek olması gereken akademisyenler, zihinsel gelişimimizi sağlayacak üniversitelerde böyle davranırlarsa, varın gerisini siz düşünün. “Yatakta ne yaptığıyla dalga geçtiğin adamın eserlerini dinliyorsun, dinletiyorsun; ismi ezberinde ama sen öldüğünde geriye ne bırakacaksın, seni kim hatırlayacak?” diye sormak geçti içimden fakat cesaret edemedim, sustum.Kadınsılığın, (bir erkek için) kadın gibi gülmenin, yürümenin kısacası davranmanın her durumda aşağılandığı homofobik bir toplumdayız. Bu üç durumun bence en korkuncu sonuncusu. Saygın, köklü bir üniversitede öğretim görevlileri böyle tavırlar içerisine girerlerse, sokaktaki eğitimsiz insanların “ötekileştirdiğimiz” azınlıklarla empati kurmalarını, onlara hoşgörü göstermelerini beklemek abesle iştigal olacaktır. Bize gerekenler: Empati ve hoşgörü. Avrupa Birliği istediği için değil toplumumuzun sosyal gelişimi için farklılıklara, azınlıklara saygı göstermeliyiz.