Gerçi biraz geç kalınmış bir blog ama olsun. 2 kelam edeyim dedim artık. Son zamanlarda ufak bir merakla İkitelli’de olan bitenleri incelemekteyim. Bir zamanlar Bağdat Caddesi’nin vazgeçilmez sporu araba yarıştırmaca İkitelli’ye taşındı. Ne oldu nasıl oldu bu iş? Ne oluyor diye düşündüm. Biraz dimağ tazeliyelim dedim, hem de memlekette olan bitenlere bir bakalım. Hatırladığım şekilde biraz hikâye anlatalım.

30 Nisan 2000 Öncesi

Bağdat Caddesi bir efsaneydi. Ta 70’lerden beri öyleydi. Eskiden kalburüstü ailelerin çocukları, Cadde tam anlamıyla yokken Kadıköy-Fenerbahçe Burnu arasında cirit atarmış. Özellikle Burun’a yaklaşırken göbekte duran çınar ağacının etrafından amerikanlarla kıç attırarak dönmek önemli bir prestijmiş. Bu civarlarda cirit atan eski rallici İskender Atakan‘ı Kadıköy sahilyolunda (orası doldurulmamışken) Anadol’la 360 denemeleri yaparken Demir Bükey keşfetmiş. Kendisini daha çok İskender Atakan Rally Team adı altında tanıyabilirsiniz, ya da Nova Reklamcılık olarak. Tabi bu arada cafélerde içtiğiniz kahveleri yapan illy marka kahve makinelerininin dağıtıcısı olarak hep hayatınızda, bkz. Atak Gıda.
80’lerde cadde yarışlarından ziyade deri ceket-kot-beyaz spor ayakkabılı gençlerin çeteleşme ve kavgalarıyla nam saldı. Dönemin Nokta dergisinde bu konuyu uzun uzun okuduğumu hatırlarım. Özel bir dosya yapmışlardı. Olayların şiddetini siz tahmin edin.
90’larla beraber liberal ekonomi zenginlerinin çocukları caddeye adım atmıştı. Ufak ufak araba kaçırmalar, ehliyet almalar derken yarışlar tekrar başladı. Yeni sahil yolu ve caddenin durumuyla doğal bir pist oluşmuştu nerdeyse. Tek yön olan cadde üzerinde trafik ışıkları her ışıkta kalkış için fırsattı. Gerçi sonradan sayaç yerleştirdiler medeniyet diye ama onlar sadece geri sayım aracı oldu. Yani ajitasyon…
Bu dönemlerde artan sayıda kazalar oldu. 16 yıllık istatistikler İstanbul’daki genel trafik kazalarını gösteriyor. Bu sayıları 10a bölsek yeter herhalde. Benim tanıdığım bir çok insan bu tip kazalar geçirdi. Suadiye Princess Otel sonrası yer alan S virajında her gün bir kaza görürdünüz. Takla atanlar, uçup direğe bindirenler, pişti olan arabalar, kaldırıma yandan girip lastikleri içe çekip Back to the Future moduna geçenler mi dersiniz…

Ankara’da durum farklı da değildi. Ezelden beri İran Caddesi’ni lastik seslerini boğan gençler, Bir süre sonra Bilkent Üniversitesi yollarına, oradan da bitirilmemiş Gölbaşı’ndaki Ankara Konya bağlantısına taşındı. Gölbaşı’na gitmek 1 kere kısmet oldu bana, onda da jandarma basmıştı. Gerçi sadece seyrediyordum yabancı olduğum için ama ciddi anlamda hazırlık mevcuttu.

İzmir için çok şey diyemem. Sahil yoluna radar döşemelerinden evvel gençlik Kordon-Sahil evleri arasında cirit atardı. Hele hele Çeşme otobanı yapıldıktan sonra o yol resmen herkes için bir hız deneme pisti oldu. Bu yaz gitiğimizde arkadaş sağolsun 240 vurdurup diazem içirtti bana. Zaten Ilıca çıkışında da savrulup su oluğuna uçtuk, o ayrı.

30 Nisan 2000

Gazetelerde yazan hikâye şu: Arkadaşlarının balık lokantasındaki doğumgününden çıkan Selin Uras ve Erdem Celasun, Erenköy’deki Divan pastanesinin karşısındaki ışıklardan çıkarken, Baran Balcıoğlu denetimindeki araç tarafından yüksek hızla çarpıldı.

Gazetelerin atladığı detaylar:

  • Saat 00:00’ı geçmişti. Bu saatten sonra Ana yollara sarı ışık yanıp söner, yani dikkatli geç. Tali yola ise kırmızı yanı söner, yani dur-bak-geç.
  • Turbo Baran’ın kullandığı araç 160 km hıza ulaşamıştı. Kaza sonrasında yağan yağmur, geç gelen ekipler sebebiyle fren izleri ölçülemezdi. Kaldı ki; Şaşkınbakkal ışıklarından kalkış yapan ECOtec motorlu bir Astra GSi ne yapsanız 2 ışık sonra 160 kmh’ye ulaşmaz. Araçta oynama mevcut olsa da ne turbo mevcuttu ne de NOS tüpü…
  • Arkadaşının balık lokantasına giden bir erkek, hele yanında kız arkadaşı da varsa, keyfi yerinde olsun olmasın bir bira içer en az. Eğer özel bir durum yoksa, Erdem Celasun 0 alkollü değildi. Açıklanmayan otopsi raporları da bunu kanıtlar. Ülkemizde her alanda olduğu gibi elem olaylar sonucunda günah keçileri seçilir ya da yeni yasalar en anlamsız şekilde konur. (Aynı durum Bankalar Kanunu için de geçerli, Anayasal Hukuk’a aykırı bir kanun o da)
  • Kaza öncesi yarışan 3 araba olduğu söylendi, onların kim olduğu bulundu. Ama açıklanmadı, neden?

    Bu arada kaza sonrası Sabah’ın istanbul ekinde güzide blogger’ımız f205 baş sayfada vesiklaık modunda yer alıp caddeci gençliğin haklarını medyanın anlamsız sorularına karşı korumuştu.

    30 Nisan 2002 sonrası

    Gazeteler 2 ay boyunca araba kullanan gençlere savaş açtı. Her yerde polis anlamsızca çevirmelere başladı. Egzostundan ses gelen, sis farı yanan, arabasında sticker olanlar çevrilip cezalar yazıldı. Anlamsız bir cadı avı vardı. 2002 kışına kadar bu böyle sürdü. Cadde yarışçılığı söndürüldü. Kontroller kalktı. Ne oldu? Koca bir hiç! 2 hafta evvel önce İkitelli sonra da Bağdat Caddesi’ne gittik bir iki araba şeklinde. Ne olmuştu? Hiç. Etraf sanki Çamlıca Gazoz. Polis kontrol yapsa bile gerekli rüşvetler verilmişti anlaşılan. İkitelli’de gerçi aradığımı bulamamıştım. Kalkışların olduğu yeri bulmuştum. Gerçekten ideal bir yerdi. 1.4 km uzunluğunda bir yer. Bir allahın kulu yok. Sanayi Sitesinin ortası. Sonra araştırınca polisin sanayi çıkışlarını tutup ruhsatlara el koyduğunu öğrendik. Hakeza Avcılar’a taşınan yarışçılar orada da aynı akibete maruz kalmış.
    Anlaşılan geçen 3 sene de değişen şey ne polisiye kafa ne de gençlerin kafası. Değişen tek şey söz konusu mekânlar. Yazık, bir dönem doğru şeyler yapılıyordur. İstanbul Motorsporları Kulübü kalkış yarışlaır başlatarak araba meraklısı gençleri ufak ufak pistlere çekiyordu. 1999 senesinde 3-4 yarışa girmiştim. En son da 2000 Aralık’da. Sonra ne oldu? Profesyonel şampiyona yapacağız diye tutturuldu. Katılım ücretleri 40 milyondan 100 milyona çıkıverdi. Belki gençliği ıslah edecek bir yöntem nedense kenara atıldı. Üzüldüm doğrusu. Denetimle genç insaların bazı kör delilikleri önlenemez. Tecrit yerine ıslah gerekir.