evime hırsız girdi. balkondan girerken sesine uyandım, anlamadım. kedi sanıp kapıya bakınırken bir siyah maskenin bana baktığını gördüm. hep atıp tutarken uluorta (“dağıtacaksın üçünün beşinin kafasını, bak bakalım bir daha yapabiliyorlar mı?”) yollu; başıma gelince kalakaldım… adamla bakıştık uzun uzadıya… yakınımdaki ağır metallerin yerlerini düşünürken girdi odama, 2 metre ilerime geçerek karşılıklı bakıştık yine uzun uzadıya… sonra cüzdanımı aldı; pantolonumu koluna sardı. çıkıp diğer odalara doğru niyetlendiğinde uyanır sesi yapmayı akıl ettim.. ayağımı yere sürüyüp tepkisine baktım: korkup balkona yönelmişti.. kısa yol olan diğer kapıdan balkona fırladım: benden 2 sn önce gelmişti buraya ve şu anda balkon demirinden aşağı atlamaya hazırlanıyordu. sebepsiz ve refleks olarak adamı ittirmek için ellerimi uzattığımda kendini aşağı saldı demirlere tutunarak. uzanıp elini tuttum hâlâ asılı durduğu balkon parmaklıklarındayken. tam var gücümle yukarı kaldırıp yere bırakacakken kendini bıraktı aşağı katın balkonuna. ve 2. kattan kendini yere attı, 1 sn sonrasında hızla koşuyordu. ben göz göre göre cüzdanımı ve pantolonumu çaldırmak, büyük bir tehlikeyi atlatmış olmak, cinayetten 1 sn’yle kurtulmuş olmak (balkondan atma refleksi) ve ölüm arasında gidip geldim bir süre.. hangi arada attığımı hatırlamadığım “hırsız vaaaar” narasından mütevellit uyanan ve ilk defa gecenin 4.30’unda farkıma varan mahalle halkıyla pencerelerinden bakışıp mini-diyaloglar kurdum. aşağıdaki “erkete”siyle (argo: gözcü) beraber “gecenin karanlığında gözden kaybol”dular. giyinip aşağı indim ve “işlerini yapmak üzere devriye gezen” polis arabalarından bir kaçına “el ettim”: 2 tanesi görmezden geldi. birinin yoluna çıkınca durmak zorunda kaldı ve yakın ilgi gösterdi:
– ne geziyonnuz gençler bu sahatte?- hırsız girdi abi eve…- yok yahuw.. hangi ev?- (gösterir)- haydaaaa.. nasıl çıkar ki hırsız oraya? (inanmış görünmez)- ne bilim ben!?!? (içinden: bilsem ben hırsız olurum!!!)- gördünüz mü adamı?- gördüm ben.. kovaladım biraz. dokundum hatta; ama bıraktı kendini aşağı balkona ve kaçtı. altta da erketesi vardı, beraber koşturdular.- şişman mıydı?- hayır.- uzun boylu muydu?- hayır..- (düşünceli görünmeye çalışarak) hmmm.. (gider)sonraları kendime geldiğimde aklıma şu senaryo geldi ve gerçek olmasına hiç şaşırmam nedense:bizim “mahalleye bakan” 3 hırsız var. bunların biri şişman, biri uzun boylu, diğeri kısa boylu…aşağı inmeden önce 112’yi aramıştım hep söylendiği gibi “her acil durumda erişebileceğiniz numara” olduğu için… 2 sn önce uyuyor olduğu 3 metreden belli olan bir bayan buranın “sadece sağlık hizmeti veren bir kurum” olduğunu hatırlatıp tekrar uykuya daldı. 155’i aradığımda ise 5. arama serimde birisi lütfedip telefonu açtı.- 155 polis imdat?- evime hırsız girdi.- şu anda evde mi?- hayır.- yaralı var mı?- hayır.- beyefendi biliyorsunuz ki artık kanunlar biraz değişti. polisin evinize girip arama yapabilmesi, parmak izi alabilmesi için savcının izni gerekiyor. ilgilenilmediğini düşünmemeniz için söylüyorum bunları; ancak biraz uzayabilir. çalışıyorsanız lütfen bugün işe gitmeyin ve polisin/parmak izi uzmanlarının gelmesini bekleyin.- anlaşıldı/tamam.ve tahmin edin ne oldu? kimse gelip gitmedi tabii ki gün boyu! bense benim ve alt kattaki dairenin balkondaki uzaktan bile belli olan kavrama izlerinin güneşte yok olup gidişini seyrettim ara ara…şimdi pencereler ve kapıları kapatıp kilitliyorum bu sıcakta… yastığımın kenarında bir ingiliz anahtarıyla uyuyorum. kapının eşiğinden uzun süre seyrettiğim hırsız kafasını tekrar görmemek için odamın kapısını da kapatıyorum. bir anlamda, polis gerekli kişileri hapse tıkamadığı için ben kendimi hapsediyorum? ne ki bu?anlamsız yere saat 16.00’da bir anda kapanan nüfus idaresinin online sisteminden kimliğimi ispatlamam için gereken saçma kimlik belgesini almaya çalışırken aldığım numeratöre bakıyorum: 10 dk’da bir kişinin kimliğini hallediyorlarsa bana en az 1 saat 45 dk var. aşağı inip çay içiyorum uzun uzadıya ayakta bekleyip iyice gevşeyen sinirlerimi laçka etmemek adına. sonra yukarıya çıktığımda bilmem kaç paraya birilerine peşkeş çekilen numeratörün “yanlış numara dağıttığı” bahanesiyle kapatıldığını ve eski usül “yemekyane sırası” mantığıyla işlemlere devam edildiğini görüp sinirleri zorluyorum. 15.59’da (evet, gerçekten) kimliğimi alıp arkada kalanların adına tekrar küfrediyorum.bankadaki tanıdığım sayesinde 1 hafta sonra bankamatiğime ve zaten benim olan paraya kavuşabiliyorum. bankacılardan da nefret ediyorum bilahere akabinde.mecbur kalmadıkça yüzgöz olmadığımdan olsa gerek; çalış(ma)ma şekillerini unuttuğum resmi dairelerim bana tekrar ne kadar mükemmel olduklarını hatırlatıyorlar.ve ardından yeni çıkan kanunlardaki bazı maddeleri duyup “bizi sanki hırsızlar yönetiyor!” deyip beynimden vurulmuşa dönüyorum:evine giren bir hırsıza yatak odan dışında “üstün” bir zarar verirsen suçlu durumdasın. “üstün”ün açıklaması da şu ki; hırsızın elinde bıçak varsa silahla vuramazsın, hırsızın elinde bir şey yoksa bıçaklayamazsın!karanlıkta ve o heyacanla durumlarınızı algılayıp ona göre davranman icab ediyor; yoksa AB abinin dikte ettiği kanunlar, polis örgütününün müthiş başarılarından dolayı zaten evinde devam ettirdiğin mahkumiyetini resmileştirip 3 adet duvar ve bir adet parmaklık tahsis ediyorlar şahsına!!!”bir yerlerde bin şeyler yanlış sanırım?” diye düşünüp şimdilerde en ufak sesle bölünen uykularıma dalmaya çalışıyorum. ben bu işi sevmedim!