Gece boyunca sabırla ve gözlerine uyku girmeden bekledi ve bekledi. Bir ara gözleri kapanacakmış gibi olsa da hemen kendisini toparladı, şöyle bir titreyip kendine gelmek istedi, fakat yapamadı. Yine de bir an bile gözünü kırpmamalıydı işte, bekleyişinin tek anlamı ve manası olan eylemi an ve an beklemesi gerektiğini düşünüyordu.O sırada üzerini gölgeye boğan o devasa dikdörtgen aralanmaya başladı ve birden, bir polisin kaçan bir suçluya anlık refleksle ateş etmesi gibi parladı. Renkler gözlerini acıttı, karanlığı deldi ve kalbine saplandı. O eylem yaşanmadan önce defalarca olurdu bu, ama bir türlü buna alışamamıştı.İki kocaman meraklı göz belirdi ve ışık huzmelerinin arasından uzanarak dikdörtgen platforma meraklı bakışlar attı. Sonra yine aynı hızla karanlığın içinde kayboldu.”Umutlarım suya mı düştü?” diye sızlandı önce. Işıklar halen gözlerini acıtıyordu acıtmasına, ama içini bir karamsarlık kapladı. Hani o klişe hikayelerde ve başarı kitaplarının en klişe örneklerinde kendisine yer edinen sabahın en çok yaklaştığı vaktin gecenin en karanlık olduğu vakit olması fikri gibi ince bir düşünce içine çöktü.Sonra gözler aniden tekrar belirdi. Ardından on tane parmak. Işıklarla dolu platformda sadece göz sahibinin ne anlama geldiğini bildiği “Mail” yazan bir şeyler belirdi.Tam da o an kalbi bir elin içine alınmış güvercinin kalbi gibi ardarda tepki verdi. Ona doğru yaklaşıyordu işte, ağlayabilirdi, kaldı ki ağlıyordu da.Dokundu.Diğer anlamını “sarmaşık” kelimesinde bulan o her şeyin anlamı kelimenin ilk harfini yazmak için “o”na, kendisine dokundu.”Aşk” kelimesinin ilk harfini ışıklı platformda yazmak için…