İstanbul’dan ayrılma vakti..”Gülümse” diyor tazem..Hangi kıyıya yanaşacağını kestiremeyen, her noktanın kendine çağırdığını hisseden ahlaksız ivan..O “gülümse biraz” derken, maksatsız bir lezzetle dolaşmanın beyhude keyfini arayan ivan!“Biraz gülümse” – sandalınızın etrafındaki hareler gibi- ansızın içinizde beliren bir isteğin gölgesine uyup, gelişigüzel bir kıyıya yanaşmak ya da onun adını anmak..“Biraz gülümse” diyor hala.. oysa ki, itinayla sürdürülen bir düşüncenin gitgide ortaya çıkışı ile ağır ağır canlanan, birbiri ile yarış eden hatıralar cirit atıyor beynimde..Gülümsedim! Sevgili iki gözüm.. Yazıdan başımı kaldırınca, solumda su kıyılarında kurulmuş cennet bir köyceğiz ile sırtını yamaca vermiş komşu evleri görüyorum.. İşte buradayız; Tıpkı geçen yaz ki gibi.. odamızdayız, kuzeye bakan bir oda..“Şimdi sana ne istersen çalacağım, ama ne istersen” O eller kedi patisi çevikliği ile kemanın üzerinde geziniyor..O ellere minnettarım; Bir toz mıntıkasının içinden , üstümüz başımız tozlana tozlana selametle bizi geçiren elleri sımsıkı tutmak istiyorum.. Gönlümde taşıdığım o eski hülyalar korkuya benzer bir eza veriyor..kasavet mıntıkasından arınarak, sımsıkı kavrıyorum ellerini..Yüzünde mazi hatıralarının, hasretlerinin aydınlığını görüyorum.Taze gelin edasıyla bakan, bu pınar perisine tapıyorum..