“Gerçek savaş sanatın kalbinde gizlidir.”
# Giriş
6 yıl sonra… İntikam, kan, cinayet, kung-fu ve biraz da felsefe…
Ve QT‘nun 4ncü filmi: KB/V1
Uzun bir aradan sonra, sabırsızlıkla beklenen KB/V1 nihayet gösterime giriyor. Gösterildiği ülkelerde sinema tarihin en kanlı ve vahşi filmleri arasına giren, KB/V1’ye bakalım bizim izleyicimiz ne not verecek? Aslında tek bir film olan KB/V1’yi, QT’nun eserinden bölüm çıkarmaya kıyamadığı için, 2 bölüm halinde izleyeceğiz. Serinin 2. filminin, ülkemizde ne zaman vizyona gireceği henüz bilinmiyor. Film hakkında fazla ayrıntılı olmasada burda temel bilgiler mevcut. Başka ne söylenebilir? “The Bride” filmin, en önemli kahramanlarından. (belirtmeseydim haksızlık yapmış olurdum) Ha birde, film içinde, O-Ren Ishii‘nin hayatının anlatıldığı anime var ki, bence filmin en etkileyici sürprizlerinden. Anime severler bayılacak bu işe. Devam edelim.
# Bölüm
KB/V1 içinde geçen bol küfürlü diyaloglar için şimdiden hazır olun. Küfürlerin ve argo kelimelerin şiddetinden rahatsız olabileceklere küçük bir hatırlatma: (Copperhead’in Black Mamba’ya söyleği sözlere bakar mısınız?)
” Look… I know I fuckéd you over. I fuckéd you over bad. I wish to God I hadn’t, but I did. ” Senaryodan, buna benzer birçoğunu okuyabilirsiniz.
Ayrıca; filmin önemli simgelerin biride, sarı bir kamyonet. Şimdi konuyla ne ilgisi var demeyin. Bu kamyonetin anahtarlığı ve arkasındaki estetik yazı /2 (+plaka) oldukça ilgi çekici!!! Hatta, bu araba makaleye bile konu olmuş.
# Bölüm
Tarantino blogs.
Detaylı bir QT ropörtajı: 1., 2.ve 3.sayfa. Hemen hemen, her şey sorulmuş ve cevaplanmış. Eğer seviyorsanız, sonuna kadar okumanızı tavsiye ederim. Hatta okuyun! Bunlarıda mutlaka bilin!
# Bölüm
Filmin en etkileyici silahlarından biri de şüphesiz soundtrackler(şarkılar hakkında detaylı açıklama ve coverlar mevcut)… Şimdi bu şarkılarüzerinde biraz duralım. Soundtrackler, QT’nin filmlerinde önem verdiği konulardan. Film için gösterilen emek, önem ve itina şüphesiz şarkılar içinde gösterilmiş. Belki önceki soundtracklerden, PulpFiction/Misirlou gibi bir hit çıkmayabilir. Ama güzel parçalar mevcut. Ben bu şarkılar içinde, en çok açılış parçasını sevdim.
“Bang bang, he shot me down
Bang bang, I hit the ground
Bang bang, that awful sound
Bang bang, my baby shot me down”
Ve eminim; bunları yükleyip, dinlemek hoşunuza gidecek.
# Bölüm
Bu bölüm de konumuz çelik. Ve işte öldürücü Samuray silahları. Samuray kılıçlarının geçmişi, samuray terimleri ve önemli savaşçılar. Hepsi bir önceki linkte. (! alt tarafta “continue” ile devam ediyor.) Filmde, bu çeliklerle nice kafalar kopacak, nice kanlar akacak!!!
Son olarak; Hattori Hanzo (15.yüzyılda yaşamış, Japon samuray savaşcısı olduğunu öğrendim) üstadımızın özlü sözüyle veda edelim:
“Revenge is never a straight line, it’s a forest. It’s easy to get lost and forget where you came in.”
# Sonuç
Sen çok yaşa QT!
yorumlar
Bir sürü şiddet görüntüsünden sonra son sahnede kafasının bir miktarı uçan O-Ren Ishii (Lucy Liu) teyzenin üstten beyin görüntüsü verilse çok daha güzel olurdu… Ayrıca yeni moda ikileme ve üçlemelere şiddetle karşı çıkıyorum.Bir bölümü seyrettikten sonra diğerleri için aylarca beklemek çok rahatsız bir durum…
filmi seyrettik sonra başladık filmdeki gibi japonca konuşmaya, öğrendiğimiz en güzel kelimede hattori hanzo oldu( asla yazıldığı gibi okumayın filmdeki gibi vurgulayın)Hala seyretmediyseniz bir an önce seyredin ikincisi geliyorbu arada yazı için haluks a teşekkür
Hattori Hanzo’ya samuray demek, Köroğlu’ya yeniçeri demek gibi bir şey. QT’den samuray budo’suna uygun bir zihniyet beklenemez. Daha kanlı ve onursuzlar arasındaki mücadeleleri resmetmeyi tercih eder. Netice… Hattori Hanzo. Daha iyi araştırma yapmanız tavsiye olunur. Ek1: bir kaç link
Tarantino`yla ilgili bir yazi yazsam buraya gider mi acaba ?? Herkesin bildigi seyler bunlar tabii ama ben duramiycam yaziyorum valleyi…efenim henuz gobekli ve yari kel bir yonetmen olmadan once, daha bes yaslarindayken yapmayi en cok sevdigi sey; uvey babasiyla western kusagini izlemekmis Tarantino`nun.`Bak Quentin, gecen gün Isvicreli Robinson`u izlemistik ya hani, iste bu adam orada ailenin babasini oynuyordu, hatirliyorsun degil mi ? “Bak bu Lee Marvin… Silahi nasil tuttuguna dikkatle bak, bu da Thomas Mitchell…`Ona gore, onceleri babasi bu tur bir cok sey bilen ustun biri hatta bir sihirbazdi, fakat daha sonra aslinda bunlarin zaten herkesce bilinmesi gerekli seyler olduguna karar verdi. O da dersini iyi calismali, bir yetiskin oldugunda tipki babasi gibi sinema konusunda bir uzman olmaliydi. Bir muddet sonra, yani kafasinda bir hayli film basligi, oyuncu ve hatta diyaloglardan olusan dev bir arsiv olusmaya basladiginda anladi ki, babasi sadece bes yasinda bir cocugu alt edecek bilgiye sahipti, dahasi yetiskinlerin bircogu da sinemayi umursamiyordu pek. Ancak onun sinemaya olan ilgisi durdurulamaz bir bicimde buyuyor da buyuyordu. Sinemaya yalniz gidip perdeyle de arasina hicbirseyin girmesini istemedigi icin, insanlarin tercih etmedikleri en on siralara oturuyordu. Cok secici olmayan bir izleyici olsa da, genellikle filmnoir ozel ilgi alanina giriyordu. Sergio Leone`nin spaghetti westernleri, Mario Bava`nin Italyan usulu korku filmleri, Sonny Chiba`li Japon filmleri ve Lee Marvin`li suc hikayeleri…Babasi koyu bir Lee Marvin hayraniydi, kendisi de ondan pek geri durmasa gerek ki, Reservoir Dogs`da bir depo sahnesinde kendisine silah dogrultan Mr.White`e söyle der Mr. Blonde :`Hah hah hah… Bahse girerim Lee Marvin hayranisindir sen`Tarantino`nun sinema dünyasina profosyonel olarak bulasmasi, porno film gösteren bir salonda yer gosterici olarak ise baslamasiyla ve arkasindan da kendisine ve arsivine olan katkisi inkar edilemeyecek bir baska is; video dükkaninda tezgahtarlik, ile istigal etmesiyle baslar. Kendine gorev edindigi, film dunyasiyla ilgili herseyi ögrenme cabasi icin daha mukemmel bir firsat yok gibidir. Ta ki baska bir yol daha kesfedinceye, daha dogrusu karsisina bir firsat cikincaya kadar :Filmin kendisini yapmak…O; Leone, De Palma, Hill gibilerinin filmlerini izlediginde sadece filmden zevk almiyor, film yapma istegiyle yanip tutusuyordu ve yaptigi filmler de boyle olmaliydi. Insanlari sadece eglendirmeyecek ama onlari film yapmaya tesvik edecekti.Eski bir balet olan arkadasi Lawrence Bender bagimsiz film yapimciligina soyununca, bizimkinin eline de yaklasik on yildir yapmak istedigi, duslerini kurdugu filmi yapma sansi geçmis oldu. Fransiz yeni dalgasinin nihilizmi fazla kacmis bir ornegi, Hong Kong sinemasinin yakin akrabasi; Reservoir Dogs..Ilk filmdeki hos ve hazir flashbacklerin yerini alan harikulade dizgisiyle ardindan gelen Pulp Fiction ise, onun yapmak istediklerinden sadece biri olmasina ragmen, coktan sekillenmis hayran kitlesi için bir patlama oldu. Buyuk begeni toplayan bu filmin ardindan gelen oldukca sakin, sasirtmacalarin daha çok karakterler uzerine kurulu oldugu, nispeten kansiz ve siradan bir film olan Jackie Brown, o hayranlar icin kismi bir hayal kirikligi oldugunda, onlara söyle dedi :`Bir Reservoir Dogs, bir Pulp Fiction bir daha olmayacak. Benden bunu bekleyenler de, hayal kirikligina ugramaya devam edecek.`Alti yil sonra `bu muydu ha istediginiz, bu muydu ?` dercesine Kill Bill`de dusmanlarini bir samurai kiliciyla sushi yapan, adini filmde beepledigi, `the bride` ile cikageldi, beyaz perdeleri kana bulayarak kana susamis hayranlarinin kalplerine gülünc bir sekilde kan serpti.Revenge is a dish best served cold…Kill Bill fikri Pulp Fiction`un cekimleri sonrasinda bir kokteyl esnasinda sekillenmis, senaryo haline gelmesi ise yillar sürmüstü.. Tarantino Thurman`a Kung Fu sahneleriyle dolu bir film hayal ettiginden ve o filmde de olmasindan ne denli haz duyacagindan dem vurur, Thurman`in agzindan da `Kung Fu pek benim tarzim degil, soyle nasil olurdu acaba` seklinde baslayan, dugun gununde kocasi da dahil olmak üzere arkadaslari tarafindan ihanete ugrayan gelinin intikam seruveninin iskeleti dokulunce, Kill Bill`in yillar surecek senaryo seruveni baslar.Senaryonun 8-10 sayfasi derhal yazildigi halde nedense sonradan araya durmaksizin baska projeler girmesiyle Kill Bill bir embriyo olarak Tarantino`nun kafasinda buyumeye devam etse de, dogum surecine girmesi için 7 yil sonra bir gun, Thurman`in filmin 8-10 sayfalik senaryosunun nerelerde oldugunu Tarantino`ya sormasi gerekir. Fakat Tarantino her ne kadar heyecanlanip yeniden yazmaya basladigi senaryoyu Thurman`in dogum gunune yetistirmeye karar verdiyse de durmadan ertelenen hediye, ancak bir bucuk yil kadar sonra hazir hale gelir. Tarantino `motor !` diyecekken, Dietrich ikinci cocuguna hamile kaldigindan, bol aksiyonlu Kill Bill yine rafa kaldirilir. Peki neden baska bir oyuncuyla filmi cekmediniz, Cannes`a falan da yetistirebilirdiniz hani diyecek olanlar cikar, fakat Bruce Lee`nin son filminde (Game of Death) giydigi sari kostumu Thurman`dan baskasinin üzerinde hayal bile edemeyen Tarantino, onlarin agizlarina laflarini soyle tikalar :`Simdi sen Josef Von Sternberg`sin ve The Blue Angel`i cekeceksin. O filmi Marlene Dietrich ile cekmeyeceksen ne anlami var ?`Ardindan bebegin dogumu beklenir, dogumun ardindan da Thurman`in yaklasik 30 kg vermesi… Ve nihayet cekimlere baslanir.Your name`s Buck, right ? And you came to fuck, right ?Tarantino`yu, filmlerinde etkilendigi ya da kendine batan sanatcilari-filmleri-hatta tv dizilerini durtelemeden, diyaloglarinda konu disina tasip saptirmaktan dahi korkmaksizin izleyicilerinin gozune sokmadan duramayan bir tipleme olarak taniyoruz. Lakin son numarasi Kill Bill`de bu hos dokundurmalar, dokundurma olmaktan cikmis, filmin tamami tipki sprinkler edasiyla fiskiran kanlar misali disari gurultuyle kusulan harikulade detaylar silsilesiyle orulmus. Ayrica kendisinin iflah olmaz hayrani oldugu Sonny Chiba da, Tarantino`yu film yapmak için delirten bu detaylarin canli bir ornegi olarak, Hanzo roluyle yardimci bir rolde fakat tek felsefi unsur olmasinin verdigi onemle filmde yerini almis.Film muzikleri konusunda ozel bir yetenegi olan bu gicik sahsiyet, yine yapacagini yapip turnayi gozunden vurmus olsa da, bazi parcalardan alinan pasaj tekrarlariyla yetinilmis olmasi dikkat cekici… Yahu bu cumleyle ne demek istedigimi pek anlayamadim simdi ben. Camur atmak olsun iste di mi…Ya bir de ben bu yaziya eksi not vermis idim bir firsatini bulup ben bir seyler yazacak idim, ay ne fesatim.
mükemmel bir parça. QT çok iyi bi seçim yapmış bence debu arada gerçekten çok teşekkürler bu yazı için
Severim kendisini Tarantino’nun. Her ne kadar hayranı olduğu Chiba’yı oturtsa da felsefenin kucağına “İnsanlara zarar verecek bir şey yapmamaya yemin ettim. Yaptığımda başarılı da oldum; olmadım değil… Yapıyorum çünkü felsefesini biliyorum” gibi abidik repliklere güldüm, eğlendim, kana doydum.Bir de filmde Japonlarla ve Japoncayla dalga geçtiğini düşünüyorum. Hani şu Hattori Hanzo’nun aradaki felsefî konuşmaları zaten adamın sülelesine söver gibi; intikam hissi uyandırıyor 🙂 Hele ki “you say “arrigato as we say “ARİGATO” diye böğürmesi başka bir komik. Daha da var ama ben bile uzun ahkamları okumaktan sıkılırken uzun ahkam yazmıyım. (dedim ama demeden geçemiyeceğim: Dogville’de Trier’in yakaladığı “Allah’ın adaleti” kadar derin olmasa da ‘şefkat ve merhamette adalet yoktur…’ gibi laflarla Tarantino da -pek bi’ sığ olsa da teğet geçerek tutturmuş gibi. Ama bu tamamen ayrı bir blog konusu”Netice itibarıyle severim Tarantino’yu saçmalasa bile.
Blogundaki resim göründüğü anda internetin geldiğini anladım ve büyük bir sevinç kapladı benligimi. Mesaj olarak adresini atarsan tesekkür hediyesi yollamak isterim 🙂
Kill Bill’i bu akşam izledim. Açıkçası hayal kırıklığı oldu benim için. Filmden aklımda kalanlar; “Pulp Fiction” ve “Jackie Brown”a göre çok çok zayıf karakterler, hantal bir senaryo, çok fazla anime ve Hong-Kong sineması izlemiş, ilk filmini çeken bir yönetmene ait olabilecek, aktarmaya heveslendiği konsepti yok eden kamera kullanımı(aksiyon sahneleri), çoğu zaman izleyiciyi rahatsız eden kurgusal eksiklikler, zorlama dialoglar, sadece son bölümdeki uzun aksiyon sekansına arka çıkması için kotarılmış olduğu hissedilen filmin geri kalan bölümü, kötü ruhsuz espriler, vs vs.. Aslında bu konuda yazılabilecek bir dolu şey var ve saatlerce bu konuda sinema sonrası tartışma dinlemek ve ahkam kesmek bana yettiğinden karşıma çıkan iki linki paylaşıcam. Biri bu(alttaki eleştiriye bakınız). Diğeri de bu. Hakkının teslim edilmesi gereken bazı planlar olmasına rağmen bence Pulp Fiction, Resorvoir Dogs ve Jackie Brown’dan sonra bu film sadece sonundaki bölüm de izlense pek birşeyin değişmeyeceği bir basit bir B-picture olarak adlandırılmamasını Uma Thurman’a, sahne tasarımı, Görüntü Yönetmenliğine ve Tarantino’nun önceki filmleriyle elde ettiği haklı kredisine borçlu.
Çelik nedir?
Öyle ya da değil… Ama genellikle kıyıda köşede kalmış ne kadar gudik detay varsa hepsine takılan bendenizin ilgisini tuhaf bir şey çekti: O-Ren ile dövüş sahnesinden önceki felaket bayan rock grubu, ve en az aynı iğrençlikte danseden çekik gözlü insanlar.Ormana bakalım, üzerine batı peluşu geçirilmiş, komik uzakdoğulular. Ne kadar heterojen, ne kadar kötü bir sentez değil mi? Filmi izlerken herkes bu rock grubuna ve rakınrol fanlarına pan yapıldıkça güldü, “bu ne lan?” dedi; savaçılara pan yapıldıkça ciddileşti, gerildi. Tarantino, “Japon”‘a ve “Amerikalı Japon”‘a saygı duyup, “Japon Amerikalı”‘ya karşı, tiksintiyle karışık bir acıma hissetmemizi istedi ya da istemedi, biz de duyduk; hissettik.Üzerine Bruce Lee peluşu giydirilmiş Uma Thurman’ı hayranlıkla seyrettik. Uma katanayı çıkaranda, garbın müziğine danseden Japon fanlar korkak fareler gibi kaçıştılar, biz de bu acınılası hallerine güldük.Birkaç sahne sonra muhteşem bir japon kış bahçesine girdik, her şey uzakdoğulu, nefis bir manzara, inanılmaz bir dinginlik, periyodik olarak suyun ağırlıyla dolup kuyunun kenarına vuran içi oyuk tahta pek hoş…Yarım saat öncesine gidelim. Uma abla Japonya’nın doğusundaki bir adada, katana işinden emekli olup bar işleten Hattori Hanzo’nun mekanında, Hattori Hanzo olduğunu daha sonra anlayacağımız barmen ile kaynatıyor. Daha sonra Hattori Hanzo’nun çekirgesi olduğunu anlayacağımız şahıs soap opera seyrediyor, Hanzo dellenip soap opera seyrederken gördüğü çırağına “s*kerim soap opera’nı” diyor, “maganda lan bunlar” diyoruz. On dakika sonra “pür” Japon Hattori Hanzo ve çekirgesi, bize pek karizmatik gelen bir ritüel ile Hattori Hanzo’nun tamamen doğu kültürüne ait işçiliği, el emeği ve göz nuru ile yaptığı katanayı Uma’ya (pek severim kendisini) teslim ediyorlar. “Ulan keşke hep böyle kalsalar, bulaşmasalar soap opera’ya falan” diyoruz.İstiyoruz ki çekik gözlüler hep “çekik” kalsınlar, kültürlerini yaşatsınlar, garbın getirdikleri ile “kirlenmesinler”.Ama Bruce Lee kıyafetini, katanayı, ancak Samurai Shodown’da görebileceğimiz artistik figürleri, Uma kızımıza pek bir yakıştırıyoruz. Doğu batı sentezi batılının üstünde çok zengin duruyor, aşı tutuyor. Tarantino, Doğu’dan almak istediğini alıyor, vermek istemediğini vermiyor.Volume 2’de, end credits geçerken Erol Evgin’den “hep böyle kal, hep cana yakın” şarkısı çalarsa hiç şaşırmayın.
Bu film izlediğim en iyi filmlerden.
Bahsini etigin filimi izledim yazindan sonra seni bukadar etkileyen sahneler aslinda bu gune kadar cekilmis cesitli unutulmayan aksiyon filmlerinin etkiliyici sahnelerinin secilmis toplanmis sahnelerinin(benzer) kopyalarinin abartali hali ”yaslari kucuk olanlar icin bir aksiyon belgesel” …
too…