Tevekkeli değil; duyguda ve ifadede inceliğin, belki de en güzel ilhamlarını istanbuldan almışlardır edipler..Geçenlerde can yoldaşımla, Galata mevlehihanesine gitmeye karar verdik; Ne yazık ki, mevlehihane restorasyonda imiş.. Boynumuz bükük geri döndük..Kule dibine indik, yıllarca evvel buralar namlı kabadayıların, mirasyedilerin, mabeyincilerin eğlence mekanları imiş. şimdilerde, antikacılar ve hediyelik eşyalar satan ufak tefek dükkanlar var..Günlerden cuma idi. Hava açık, güneş olanca aydınlığını ve sıcaklığını bizlere saklamış sanki.. yoldaşım ayrı ısıtıyor o ayrı ısıtıyor.. Karşımızda Galata kulesi, bütün haşmetiyle çağırıyor bizi..Deniz seviyesinden yüzkırk metre yükseklikten, nefs-i istanbulu ve haliçi temaşa ediyoruz; Şimdilerde tarihi yarımada denilen yer, boğaziçi, anadolu kıyıları, kızkulesi, salacak..Birdenbire gök gürültüsü gibi bir ses dalgası yayılıyor kentin kubbesine; Nuruosmaniyeden, yeni camiiden, sultan ahmed’den, velhasıl 41 minareli emsalsiz siluetten, bir anda akan sela sesleri.. dört bir yanımızda uçuşan, martılar, güvercinler refakatinde derin ürperişler içinde sihirli bir aynadan seyreder gibi izliyoruz bu asude şehri..Hayret! şu mevsimde rüzgar bile uykuda sanki, boğazın ve sarayburnunun akıntısı usul usul.. haliçin altın suları içinde pupa yelken çektiriler, yorgun mavnalar avare duraklar arasında dolaşıp duruyorlar..Günümüzü pera’da sonlandırdık ama sizi her noktası ile kendine çağıran bu kentten uzakta ölmek vehmini konuşa konuşa evimize, boğazın karşı kıyısına doğru yöneldik..