Nasıl oluyor da, saatler geçmek bilmezken yıllar geçip gidiyor ? Saatlerin içinden sürtüne sürtüne geçtiği, geçerken de kıvılcımlar çıkardığı tünel; bekleyiş… Ne dar, ne havasız, ne sıkıcıdır beklemek…

Çok uzun zamandır yürüyüşe çıkıyordum fotoğraf makinemle. İnsanların fotoğraflarını çekiyordum. Öyle ki, seri katillere özgü bir arşiv oluşmuş.

Geçen gün incelerken bütün insanların farklı bir şey yaptığını sandığımı, aslında hepsinin aynı şeyi yapmakta olduğunu farkedince, dehşete kapılsam mı dedim kendi kendime.

Otobüs,metro,dolmuş bekleyenler,yeşıl ışığın yanmasını,arkadaşlarını, para üstlerini,bankadaki sırasını,filmin başlamasını,yağmurun dinmesini ve yüzünde maskesiyle ölümü bekleyenler. Koşarken formunu korumayı, atıyla sıçrarken kupayı,stadyumda hangi takımın kazanacağını, uyurken uyanmayı bekleyenler… Onlar ki saatlerine bakıyorlar fotoğraflarda…

En uzun ne kadar dayanırdınız beklemeye, en çok ne beklemeye değer hayatınızda ?

Nasıl ve ne kadar, ya da neyi ?

Sonra, kendi fotoğrafım geçti elime. Zaman daha yavaş ilerlemis olsa gerek, ben güneşe bakıyorum, kaşlarım çatılmış, gözlerim kısılmış, aralık ağzıma saçlarım doluşmuş. Hala yeterince yakın değil güneş, ama az kalmış kaybettiğim binlerce yılın bana gelmesine. Ne kadar oyalamış beni meğerse.

Beklentileriniz sizi ne zamandır oyalıyor ?