Ve morojeli tırnakları klavyenin tuşları arasında nihayet fink atmaya başladı… departmanından



Düşündü ve yıllar öncesine kısık gözlerle gidiverdi. Yıl 1995 falan o zamanlar Taksim tayfası, Kadıköy tayfası, Bakırköy tayfası gibi abuk subuk bölünmeler vardı. Henüz ne Slayer ne de Iron Maiden Türkiye’ye gelmemişti.Eski Kemancıda bira 250bin liraydı. Beyoğlu’ndaki dükkanların tabelaları şimdiki gibi ahşap değildi. O yıllarda sadece günü yaşardık. Pek istikrarlı işlerimiz yoktu. Ne çok paramız ne kredi kartlarımız ne de sürekli alışveriş ettiğimiz supermarketler…


Daha 20’li yaşlarımıza yeni merhaba demiştik ama bu çok umurumuz da değildi. Kazandığımız parayı ya kaset tezgahlarında ya gece yarısı Bambi büfe de yenilen goralı denen yemesi komik sandviçlere harcıyorduk.


O zaman hayallerimizi anlatırken bile gözlerimiz kocaman açılırdı. Her sabah uyandığımızda kafamız temiz uyanır güne çoşkuyla atan kalplerimizle başlardık.


Seneler geçti. O kadar çok şey yaşandıki koca İstanbul’un hangi sokağına sapsam hatırlayacak bir an mutlaka düşünceme yerleşiverir.


Şimdi mi?


Çöp vergisi, kredi kartı ekstresi fobisi, sabah uyanamıcam sendromu, kombimi akıyor tedirginlliği, Tansaş’ta tüketici hakları, kafama düşen kahve makinesinin kırılan kapak dalgası, calgon kireç önleyici, maaş bordrosu, ticket restaurant, sağlık kontrolü, tefe-tüfe oranı, majezik, apranax hemde FORT…


Offfffff!


Her sabah suratımı kocaman lavabonun dibine kadar indirip, musluğun altına kafamı sokup yeni iş gününe başlamanın stresi ile güne başlayıp, gün içerisinde ne yaşadığımı bilmeden günün bitişini ikili bir koltukta “offf” diyerek bitiriyorum.


Ve günün sonunda telefonuma bir mesaj geliyor;


-DÜŞÜNMEKTEN KORKTUM BUZDOLABINA GİRDİM, HERŞEYDEN SOĞUDUM!


Gönderen:18 yaşındaki kızkardeşim




Uzay aracımı getirin mümkünse fort olsun derhal buralardan uzaklaşmak istiyorum…