Başım döndü, ölemeyecek kadar diriyim. Artık tabuta koyup gömersiniz varlığımı. Savaş ilan etmiyorum kendi kıyılarımdan başka, hepinizi ölü kabul etmişken yok başka çare. Adıma söyleyemediklerim değil, adıma söylediklerim bile aynı ritmin nakaratsız yanı.“Şerefe” dedi, kahvesini yudumlamasına rağmen, şaşkınlığımı fark edince “Ayıklığım benim en sadık sarhoşluğum” diyerek göz kırptı, “pekiyi” dercesine. Başımı sağa doğru hafifçe eğdim. Hem nereden çıkarmıştı onu umursadığımı, onun sarhoş düşlerini merak etmiyordum ki!Kesif kokular arasında, beynimin düğmelerini kapatırken fark ettim kalbimin kırmızı olduğunu. Bu geometri, bu uzay metrekarelenmeli miydi, bu parselde? Neyse, kimin umurundaydı “BENDENBAŞKA” metemorfozlarımla eziyordum ya geçirimleri. Başım dönüyor, kalp ritmim baş kaldırmış olacak ki beni sarsarak bozuyor yaratılmışlığına inat.“Peki o zaman, nasıl istersen öyle olsun.” dedim. Masadan kalkmadan önce önümdeki bardağa bakarak.“Yalnız bir şartım var” diyerek kendinden emin devam ettim.“Öteki adamın işini bitireceksin, iş biter bitmez.” Gözlerinin içine dik dik baktım karanlıkta “Anlaşılmayan bir yer var mı?”Umursamaz sırıtışıyla mide bulandırıcıydı.“Bu istediğini sarhoşken mi yapmamı istersin, ayıkken mi?”Her zaman olduğu gibi bu soruları sebebiyle öldürmek istedim bir kez daha onu. Sıkılmış bir şekilde nefesimi verdim:“Tetiği çekebilecek durumda ol da, gerisi umurumda değil” dedim.Yan taburede duran Matsushita’nın kitabını alıp dışarı çıktım. Yarı karanlık zamanlardan birindeydik yine. Herşey ve hiçbirşey!Dağılmış saçlarım ve kirli sabahlığımla caddenin ortasında durup, bozuk ritimli kalbimle hepsini öldürmek istediğimi haykırmak isterken, jartiyerimin siyah olmadığını fark ettim. “Gülmek sana yakışıyor” diye mırıldanırken, hilekar kumarbazın teki olduğumu hatırlayıverdim. Kaçmış bakışımla aydınlığı giyemezdim şimdilerde. Matsushita, bir elektroniğin ağırlığı kaç megapisseslilik oluşturur?Topuklu ayaklarımın iktidarında, ayakkabısız izler bırakmaya alışkınım. Bu yüzden işlediğim her suçta enselenmem an meselesidir. “Merak etme işini iyi yapar” diye telkin etti içimden bir ses. “Doğmuş bir çocuğun olmadığı için bunu söylemen kolay, ya beceremezse?_!”, “Umurunda olur muydu sanki?”, “Artık evet!, kaybolacak tek bir zamanım yok!”, “O halde kendi işini kendin yapacaksın”, “Yaptım bile!”, “Nasıl yani!” İçimdeki bu soru cevap oyununu bir kenara bırakıp, hızlı adımlarla cadde boyunca yürümeye devam ettim. Diğer evsizlerden hiçbir farkım yoktu. Ayna karşısında keçeleştirdiğim saçlarım, belli belirsiz, kirli eşarbın dışından görünüyordu. Düşünmek için zamana ihtiyacım olduğundan, birkaç gün dışarıda sabahlamam bana doğal bir kirlilik sağlamıştı. Emin olun, toprakla beraber ıslanınca kokusu o kadarda güzel değildi. Üç gündür şunu çok iyi anlamıştım, kirlenmişliğin içinde parmak izi olmayan düşünceleriniz oluyordu.Çilek nektarlı kahve kokusu, en sevdiğim alışkanlığım. Sigara ve alkolün aut olduğundan beri in olmuş tek alışkanlığımdı. Kim ne diyebilir ki, ne kadar sert olsam da kadınlığımın pembe bir ayrıntısı var. Yangın merdivenine ilk sıçrayışımda tutunduğum gibi yukarı doğru hızla çıkmaya başladım, varmak istediğim kata geldiğimde içeri doğru sessizce sızıp ana koridora ulaştım. Etraf sessiz ve bir gün önce anlaşmaya vardığım adamın sesi duyuluyordu “Üzgünüm dostum, anlaşma böyle bu işi bitirdikten sonra seni öldürmem gerekiyor” karşı tarafın mıy mıy mıy yalvarmaları ve en sonunda nihayi sonuç yere yığılan cansız bir beden. Odanın kapısına doğru seri bir şekilde yaklaştım, aralık kapıdan içeri geçip kapıyı kapadım. “Sende kimsin?” diye tabancayı bana doğru yöneltti. “Kontrole geldim” dedim gözlerinin içine bakarak. Sesimi tanımış olacak ki biraz rahatlayarak tabancayı indirdi “Böyle alışkanlıklar kazandığını” bilmiyordum dedi. “Hayat ilerledikçe insanın kabukları kalınlaşıyor, siz beni yürüyor sandınızda, ben kanatlanalı çok olmuştu”. Ben bunları söylerken arkası dönük bir şeylerle uğraşıyordu, ben çorabımın tekini ayağımdan usulca çıkardım, iki elime sağlamlığını sararak, gergin ve siyah ölüm çizgisini avuçlarımda sımsıkı tuttum. Bana güvenen sırtına yanaşıp, boynunu sarmalamam kısacık zamana sığıverdi. Kendini kurtarmak isterken, çırpınmaya aklı yetmemişti. Boynunu serbest bıraktığımda vurulmuş bir geyik gibi yığılıverdi bedeni ayaklarımın önüne. “Ödememi alamayacağın için üzgünüm” dedim ve kurumuş yaprak gibi çorabın süzülüşünü izledim. AĞIR ÇEKİM geçmişte bıraktığım her şey gibi. Pencereden içeriye hafifçe rüzgar süzülüyordu.“Her zaman olduğu gibi” değil mi? “Evet her zaman olduğu gibi; önüm, arkam, solum, sağım; SOBE. “Ebe kim?”