Vakit yok. Aşka ve acıya vakit yok. Öyle derin derin eski zamanlardaki gibi sabahlamacı acılara vakit yok. Nasıl olacak ki o iş öyle? Sabah uyanınca ve ya uyanmaya ne gerek, devam etmeye çalışınca güne gidebilecek misin bakalım işe? “Ah canım. Sen bugün dinlen” derler mi adama. Her dakika dikkatli ve her dakika temkinli ve sakin ve şahane ve düzgün, düpedüzgün olmalı. O iyi cinsten en parlağından. Öyle ki bu kadar şahaneliğe ancak yaşayabilesin. Ancak nefes alıp verebilesin ve idame ettirebilesin hayatını. Ve zaten tahammülü de kalmadı hislerin. En ufak pürüzde bezmeye pek hevesli. Öyle adanamaz artık yıllar elaleme, zira gittikçe azalmakta ve unutmamak lazım teori der ki az olan kıymetlidir. Evvelden sorun sayılmayacak şeyler “Hadi be” kıvamında değerlendirilmeye hak kazanıyor gün geçtikçe. Artık herkes daha yorgun ve “Ben biliyorum bu hikayeyi”ci. Kime ne kaldı ki yaşanacak? Ne kadar farklı olabilir yenileri? Elbette umutluyuz, ama neye? Ne kadar değişti hikayeleri? Acılar bile biçim değiştirdi, hız kazandı. Yine varlar, ama vakit kaybı olmasın diye ilk günden başlıyorlar. Sen paşa paşa üzül en baştan, sonra şaşırma sakın ha. Zorlamak mı lazım sanki. Her gidene yol vermemek mi lazım? Zorla da güzellik olmaz ki? Yoksa olur mu? Ya oluyorsa ve benim bundan haberim yoksa? Kadere inanmak zaten hata mıydı? Ama sanki hala yapabilecek bir şey yok. O büyülü senkronun kendiliğinden oluşmasını ve herşeyin o ruhani müthiş uyum içinde ve tabii ki doğanın emrettiği mucizeyle gerçekleşmesini beklemekten başka yapacak bir şey yok. Bence yok. Benim için yok. Olacaksa öyle olmalı. Cehennemden gelmeli. Gerçeklerden geçmeli ve sirayet etmeli tamamen. Ve kelimeleri hiçe saymalı. Boş olmalı bunların hepsi. Anlatılamamalı.Öyleydi bir zamanlar. ve yine bir umut günün birinde tekrar öyle olacaklar. Biliyorum.