*Dikkat! Uyarı mahiyetinde bir küçük not düşmek isteriz; filmi acaip derecede sevmemizden ötürü, hemen hemen tüm sahnelerine değinen bir yazı hazırlandı, maksat cümle sırrı ifşa ederek filmden soğutmak değil, bu güzel yapıttan haberdar etmektir. Lakin kantarın topuzunu bir kerte kaçırmamıza karşın biz yazarı da bir insan olarak addetmeli ve günahı/sevabı ile değerlendirmelidir…Evet efendim, işte otuziki kısım tekmili birden, Değirmen

Reşat Nuri Güntekin’in kısa romanlarından birisidir aslında Değirmen’imiz,Değirmen, Reşat Nuri Güntekin’in kısa romanlarından biri. Bir kasabada yaşanan acı tatlı olaylar, kasabanın ileri gelenlerinin ruh dünyası, Sarıpınar’daki depremin açtığı yaralar ile çıkarcı, entrikacı tiplerin acımasız davranışları, ibret verici bir biçimde başarıyla işleniyor. Toplumun gerçekleriyle bir kez daha yüz yüze gelerek irkiliyorsunuz. Çarpıcı bir roman. (Arka Kapak)(Bu, yazarımızın değirmenden istifade eden tek eseri de değildir, ismini veripte film boyunca göremediğimiz değirmen bir başka eseri Damga‘daeserin isminde geçmese de satırlar içerisinde daha işlevsel bir halde (aşıkların buluşma noktası olarak) belirir önümüzde.)Edebiyat dünyasında ve sıklıkla yazın aleminden beslenen 7. Sanatta yer almış diğer değirmenler ile kıyaslandığında filmimiz çok daha mütevazi ve sükuta ramolmuştur. Kaldı ki şu an bile Türk sineması’nın aktif çalışan dev ismi Şener Şen mevzubahis olduğunda, filmografisinde pek ismi zikredilmeyen maalesef son sıralarda gelen bir filmdir.Oysa Moulin Rouge‘dan, Don Kişot’a

bir değirmenin sinsi bir cinayet için son derece görkemli bir dekor oluşturduğu Death Trap’e birbirinden enteresan kullanım alanları bulmuş değirmenlerin, Türk sinemasında da bu eserden uyarlanarak çekilmiş harika bir örneği bulunmaktadır.Laf uzar, sözü tez elden değirmene yetiştirmek gerekir…Nedir değirmen, ne değildir, sen suyla devinen bir değirmen içerisinde dolaştın mı ey okur?Çok hoş bir biçimde başlar film-Kaçıncı yüzyıldayız biz şimdi?-Yirmibirinci….Macit Koper’i, kucağında kızı olması kuvvetle muhtemel bir küçük kıza, önünde bir tarih ansiklopedisi açılmış vaziyette tarih dersi verirken görürüz. Açılan her yaprak önemli bir şahsiyetin bilgileri ile doludur. Kimler yoktur ki sayfaların arasında, padişahlar, imparatorlar, küçük kızla Macit Koper’in arasında tatlı bir diyalog gelişir;-Bak bu padişah! Ama sadece padişahlar yok tarihte (sayfa çevirir)-Bak bu Enver paşa mesela (Sayfa çevirir)-Bu kim yaaa? Tarihin açılan tozlu sayfasının satır aralarından, Sarıpınar kaymakamı Halil Hilmi Bey, sargılar içerisindeki mağrur bir pozu ile bizlere göz kırpmaktadır.

Ve film, 1914 senesinde, Sarıpınar’da gözlerimizi açtırır. Arastasında türlü meslek erbabını tanıtarak şöyle bir gezdirir yönetmen bizlere Sarıpınar kazasını çarşısından başlayarak evvela…Şehrin havasını soluyalım diye, sırayla eczacısından kalaycısına, bakkalından nalburuna cümle esnafa göz aşinalığımız oluşuveririr senaryo sayesinde.Emireri Hurşit (ki kendisi usta oyuncu Ali Erkazan’dan gayrisi değildir), elinde mutasarrıflıktan gelen telgrafı göstere göstere, kaymakama iletmek üzere kasaba sokaklarında acele acele yürümektedir.

Eski bir anadolu evinde oturan kaymakamın kapısını çalar ve seslenir;-Jandarma Hurşit geldi, namahrem var mı? ……………E, yok…Telgrafla sadece kaymakam değil karısı da telaşlanır, neler yazdığını okumak ister. Bunun üzerine kaymakam kağıdı karısına uzatır, karısı ise okumam yazmam yok diye cevap verir. Bunun üzerine;-Hem devleti al-i Osman’ın işine bak, hem de okumam yok de…-Bey, ben tanımam Ali’yi Osman’ı yahu…Telgraf, Bulgar kızı Nadya Hanım namı-ı diğer Kızancıklı Naciye hakkındadır.Merkezin bu konuya ne kadar duyarlı olduğunu gören kaymakam Halil Hilmi efendi, derhal kırık dökük kaymakamlık binasına giderek işbu hatunu yanına çağırtır. Mevzubahis şahsın gelişinden önce kaymakamın telaşlanması, konuşmaları sırasında Kızancıklı Naciyenin yapmacık ağlamaları, bayılma numarası ile kucağına oturuvermesi, Halil Hilmi Efendi’nin,-Bak kızım, ben senin bir abin, ne kelime baban sayılırım diye girip, yumuşacık bir nutuğa başlamasıNaciye gittikten sonra ise, herkese canına okudum, bir daha asla şikayet gelemez şeklinde efelenmesi doğrusu görülecek bir sahnedir.

Kızancıklı Naciye gönderildikten sonra, vatandaşın işleri ile ilgilenmesi, günümüze dek ulaşan taşlamalar içeren davranış şekli;-Dün bakmamışmıydık bu dilekçeye, yarına kalsın o halde.-Bugün git yarın gel hemşerim.Jandarma kumandanının ziyaret edişi kaymakamlığı,-Biz o yaştaykene, makedonyada sırp ve marikon çetelerine dumman attırırdık beyawdiye devam eden meşhur söylevi…Ve daha diğerleri ..Bir “kahpe” yüzünden merkez ilk kez Sarıpınar’ı hatırlamış da telgraf çekmiş, tüm kasaba bu haberle çalkalanmaktadır.Merak eden esnaf, kaymakam yoldan geçerken ne yapıp eder,-Nur-ı aynım efendim, vallahi bir kahve içirmeden hayatta bırakmamve benzeri sözlerle laf aramaya çalışırlar ağzından.Bunca laf sonunda kaymakamı kafalama konusunda muaffak olarak ara ara toplanan kasabanın ileri gelenleri ile birlikte Ömer Bey’in bağ evine aleme giderler. Rakılar, canları kızıştırmak amaçlı ortaya çıkıp oynamaya başlayan Kızanlıklı Naciye derken, kaymakamımız iyiden iyiye zum olur. İçtikçe öyle bir açılır ki, en değme okyanuslar solda sıfır kalırlar halet-i ruhiyesini izahata geldiğimizde.

Filmin ve bağevinin dengesi, gecenin ilerleyen saatlerinde tam da Naciye tatlı göbeciklerini etrafa savururkene evin şöyle bir sallanması ile alt üst oluverir. Zelzele nidalarıyla, burunlarının uçları alkolden tatlı tatlı bakırlaşan cemiyet çil yavrusu gibi dağılmaya yüz tutar. Tutarda, onca içki ve panik ertesi, evi terketme sırasında cümle adam birbirlerini ezerler. Belki de,-Yiyin efendiler yiyin, bu hanı- istiha sizindiyen deli mühendisin bedduası tutmuşur.Bunca arbedeyi ve yaralanmaları gören muallim , tez elden telgrafhaneye ulaşarak-Sarıpınar kazasının merkezinde şedit hareket-i arz vuku bulup ehemmiyetli hasar ve zaiyat bulunduğu malumdur. Kaymakam ağır mecruhlar arasındadır deyu bir de haber uçurur İstanbul’a.

Yaşanan arbede ve alkol travması ertesinde, sabahleyin kaymakam metruk kaymakamlık binasının bahçesinde, sargılar içerisinde bulur kendisini…Haline aldırmadan, halkın durumunu bizzat kendisi araştırmak, zelzelenin ebatını kestirmek ister, makam önünden geçen bir kaç köylüye, zelzele olup olmadığını sorar, köylüler gayet sismografik donelerle kaymakamın yüreğine su serperler;-Oldu ya zelzele, lan Kerim, biz köyün dışında konaklamadık mı geçen gece?-Hee! konakladık.-Senin su testisi devrilmedi mi?-Ya ağaç, hışır hışır hışırdamadı mı?-Heee!-Ya tahta köprü, geçerken titremedi mi?-Heee!-Yaman titredi hem…

Bunca sürede, Osmanlı tarihinde görülmemiş bir hızla para yardımı gönderilir ve bir yardım heyeti de incelemelerde bulunmak için İstanbul’dan yola revan olur.Tam bu esnada depremin neden olduğu, Allah’ın gazabı olup olmadığı hususunda kasabadaki müderris ile deli mühendis çekişmesi bir nevi mikro dogma&rasyonalizm çarpışması şeklinde alevlenmektedir. Bunca alevi, kaymakamımızın yakın dostu eczacıdan tedariklediği Ohannes Yara Merhemi dahi pomaklayamayacaktır.Her ne kadar, yardım heyetine-Az ziyan, az yaralı, az arabi, farisi yuvarladık mı tamamdır?Diye edebiyat yaparak kendilerini kurtarabileceklerini sansalarda ileride durumun hiç de böyle olmadığı anlaşılacaktır.Yan flüt ile icra edilmiş harika sade ve içten müziklerin eşliğinde bir köy ziyaretine başlar kaymakam. Köye girmeden önce verdiği molada, Halil Hilmi’nin doğayı keşfediği, onca sargısını ceketini çıkarıp bir muzur kelebek ardısıra adım adım sürek avına çıkışı ve kırık kolunu bereli baldırını unutuşu, sonunda da Hurşit’in kendisini bir armut ağacının tepesinde leziz armutları mideye indirirken yakalayışı mütebessim bırakır izleyiciyi.Lakin köylülerden de hayır gelmez kaymakama, şöyle söyleyeceklerdir haşmetmeaplarına depremin olduğuna ilişkin;-Deprem oldu ya, o gece yoldaydım, katırım ön ayağını kaldırdı, titreyiverdi…Köy mimari açıdan bir kabusu andırmakta, yıkım yıkım yıkılmaktadır. Halil Hilmi, gayri ihriyari sorar Hurşit’e,-Zelzeleden mi? Zelzeleden mi yıkıldı buraları?-Yok beyim, buraları fukara mahalleleri. Buraları yıkan zelzele başka zelzele…veeee, filmdeki en bomba, en trajik, en melodramik sahne gelir arkasından….Yardım heyetine yapılan meşhur şiir gösterisi….Ağlayın ah ağlayın,Öksüzlere dullara,Gökten imdat bekleyenŞu günahsız kullaraBir küçük yavru yetimNerede babacığıBir çıplak ana mahsunNerede kocacığıNamazsız gömüldülerKapkara topraklaraSürüklenip gidiyorKarışmış yapraklara…Olayı az arabi az farisi yuvarlaması ile geçiştirmeye çalışan Kaymakam, gösteriyi tertip eden muallimi sivri dilinde güzelce bir dolaştırır…-Yaktın beni tantuni suratlı, münafık herip, yaktın beni…

Bu süreçte halkın galeyana gelmesi, Halil Hilmi’nin tüm kudretini göstererek bir idari adam kisvesi ile yatıştırması kalabalığı, başta yardım etmek niyeti ile söyleve başlayan deli mühendisin, söyleminin giderek devrimci, padişah aleyhtarı bir niteliğe bürünüvermesi ve kaymakamın ecel terleri dökmesini neşe içerisinde seyreder seyirci…Olayın yabancı basına sıçraması, dış ülkelerden tonlarca yardım malzemeleri yollanması, yazılan yazılar nedeniyle İstanbul’da daha çok açar kesenin ağzını. Yaralı kaymakamın görevini devretmesi için bir de istepne kaymakamın zulalandığı hilal-i ahmer(kızılay) heyeti hazır edilir Sarıpınar için. Devir teslimin gerçekleşmesi neticesinde, Kaymakamın emireri Hurşit ile olan ilişkileri görülmeye değerdir. Tembihlediği sözler, sefahatte de sefalette de yerinin kaymakamının yanı olduğudur. Kaymakam ağlamaklı,-Yaktılar beni, yaktılarnidalarıyla ayrılır makamından. Bu sırada, Ömer Bey’in bağ evi, bir kez de Hilal-i Ahmet heyeti için açılır ve rakılar birbiri ardı sıra yine yuvarlanır.Bunca telaşe ve nihayetinde Mutasarrıf Hamit Bey, bilfiil teşrif ederler hasta haliyle Sarıpınar kazasına. Kaymakamın dilinde tek kelime;-Buyrun cenaze namazına.Bunca yoğun trafik, olmayan bir deprem, yağmur misal yağan dünya çapında yardımlar.Bunca yalan dolan içinde, “alçak, habis, nebbaş, fitne, mahsum, namert, körolasıca” misal tren gibi uzayan beddualara sıklıkla şahitlik edilir. Arada da latif dizeler;-Viran olası hanede,Evlad-ü ayal var…Mutasarrıfla yapılan hoşbeşten sonra asıl mesele olmayan depreme gelir ve olup bitenden haberdar mutasarrıfın tüm ithamlarına, Şener Şen’in şuçlu bir çocuk misal takındığı tavır bizleri gülümsetiverir.

Evet, bunca curcunaya tuz biber hükmünde, ittihatçı kökenli vali de katılır ve gelir gelmez Ömer Bey’in bir eski kankası olduğu anlaşılan vali soluğu bağ evinde alır. Halil Hilmi’nin ağzına tabiri caiz ise s’cıp sıvadıktan kelli, olanca vakarıyla istifa eden Halil Hilmi, ilk iş sakalları keser,

deli mühendis ile sabah cimnastiği yapar ve mezbeleye dönen evinin tamiratında çırak misal çalışmaya girişir. Ağzında tatlı bir beyit gevelemektedir işbaşı yaptığı demde.Görüp ahkamı asrı münharif sıtkı selamettenÇeküldük izzeti ikbal ile bab-ü hükümetten.Etrafı sahici gözlerle, kaymakamlıktan azledilişi ertesi yeniden keşfeder ex kaymakam. Sorar ex emirerine;-Yoksa deprem sahiden oldu mu Hurşit?Sonra isyan edecek olur halet-i vaziyete,-Yahu uyuyor mu mu memleketin yö….İstemsiz yutuverir son cümlesini…Hiyerarşik sırada nerde kalmıştık, aa, evet, sırada yanında İngiliz ve Alman bir gazeteci heyeti ile Şehzade Şemsettin Efendi Hazretleri’nin Sarıpınar’ı şereflendireceğini öğrenirler…Ve imece usulü bir imha olayına girişir tüm kasabalı…Şehzadenin geçeceği yollardaki tüm evler yerle yeksan edilir, afet çadırları, helva kazanları tertip edilir…Yaralılar, sedyeler, koltuk değnekleri…Bir doğal afetten gayrisi kalmamıştır Sarıpınar’ın artık…

Sabah, deprem kazazedesi deyu ibiği sarılan bir horozun sesi ile başlar heyetin maratonu.Efenim, neticede, sakat ve takatsizken dahi göstermiş olduğu özveriden ötürü, Kaymakamımız koltuğuna yeniden oturmakla kalmaz, afilli bir de nişan iliştiriliveriri yakasına şehzade tarafından. Bu sahnede olanca sağduyusu ile;-Halk memura veduullahtırdiyebilmektedir.Sarıpınar’dan ayrılan şehzadenin trende bir de ilginç konuğu olur. Kompartımanına, Nadya Hanım, nam-ı diğer Kızancıklı Naciye buyur edilir ve-Göbeğinizle zelzele yaratmanız merakımıza mucip oldudiyerek hatun kişiye iltifatlar yağdırmaktan geri durmaz.Yıkılan yerler, tarumar edilen yollar, gelen cümle yardımı tam bu işlerin yürütülmesi için harcayacağız derken, seferberlik ilan olunur ve vali, kasabaya gelen tüm yardımlara el konulduğunu söyler.Halil Hilmi’ye de tembih mahiyetinde sözlerini yuvarlar;-Nasıl yıktırdıysan öyle yaptır evleri…Onca sefalet sonrasında bile cümle kasabalının padişahım çok yaşa diyerek sadakat saçmaları ibretlik film sonunda dimağımıza takılan bir garip sahnedir.Bunca anlattık da bir değirmene rastgelmedik sevgili okur, seninde dikkatinden kaçmamıştır dilerim. Biz miskinde, acep biryerlerde değirmen geçiyor da hafızam bana oyun mu oynuyor deyu ikinci kere izlemiştir filmi ancak eline geçen sadece ve sadece tezinin ispatlanışı olmuştur. Sarıpınar 1914 sanki daha bir manidar isim olarak addedilebilir.(Belki de kitapta geçmektedir, bilemiyorum)Birçok kıymetli tiyatro ve sinema oyuncusuna ev sahipliği yapmış film, Cihan Tamer’den, Serap Aksoy’a, Orhan Çağman’dan Oktay Sözbir’e bir kısmı maalesef bugün aramızda olmayan dev kadrosu ile de kesinlikle mükemmel bir seyirlik oluşturmakta.

Efendim, yazı başlangıcında bir girizgah hükmünde zikredilen kitabın, bir de tiyatro uyarlaması bulunmakta, faal olarak oynanmaktadır. Meraklısı için böylesi bir bilgiyi vermeyi de üstümüze vazife biliriz şüphesiz.