dünya güzeli bonnie and clyde filminde unutulmaz bi cola içme sahnesi vardı..içtikleri şeyin cola olduğuna dialog ve şişenin şeklinden kanaat getiriyoduk, yoksa meyankökü suyu filan da olabilir, coca cola nın o kırmızı beyaz italiğini görmeden karar vermek zor.. Zaten 67 yapımı filmde önemli olan “coca-cola” veya “pepsi” olması diil, faye dunaway le warren beaty arasında gelişen erotize edilmiş ilişki.. tercih meselesi..
bunun üzerine seven ve game’de benzer örnekler gördükten sonra, david fincher’ın fight club ve panic room‘unu düşünürsek aradaki stil ve tercih farkı eğlenceli bi biçimde ortaya çıkıyor.
Fight club ın marka parodileri film içeriği beraberinde kaçınılmaz olsa da (starbucks kahve, ck, dolce gabbana, microsoft..)panic room u da izleyince fincher’ın bu işten hoşlandığına karar verdim. Bonnie and Clyde da göremediğimiz “coca cola”yla başlayan markalar zinciri “evian” su, “pastry” pizza, sugarfree cikletlerle devam etti..
küçük ayrıntılar insanı sevindirir.. kaçınmasız, günlük hayatta yer işgal eden şeyleri filmin günlük hayatına sokmak sevimli bi iş.. seviyorum kendisini..
yorumlar
tele ekranda izlemiştim çok eski bir film, ilgisi konuyla şu;
film başlıyor bir mutfak, raflarda bir sürü kavanoz, bakliyat, gofret falan var, hepsine zoom yapıyor sırayla “oha” dedim “böyle de reklam yapılaz” ama neden sonra farkına vardım; paketlerin üzerinde
director : steve bilmemne
productor : öbür adam
gibi gibi isimleri yazıyor hoş bişeydi oda.
olmasın o dediğin? Delicatessen yani.
bende çok seviyorum. adamın filmlerini eleştirmekten korkuyorum. kendime David böle bişey yapmışsa bir bildiği vardır diyip kapatıyorum hemen konuyu.
bonnie and clyde’in dvd sini tukenmiş. Kucukken izlemistim bayagi sardigini hatirliyorum beni ama filmi hic hatirlamiyorum. sinir oluyom.
filmin içinde sana hissetirmeden kafana marka imajı sokuşturmalarını neden sevdiğini pek anlamadım.
ama bi kaç yıl sonra tv reklamları yerine bütün reklamlar öyle sokuşturmalı reklam olcak oda ayrı bir olgu comawhite.
gizliden soksunlar kafama ama film arasında reklam koymasınlar, derim
baştaki yazıda sayıp dökülmüş david fincher örnekleri, sevilme sebeplerinin, gizli kapaklı değil “günlük hayatta nası kulanıyosak öle” filme aktarılmalarından kaynaklandığını anlatmak içindir.
sırf reklam yapmayalım diye kırmızı bi teneke kutuyu coca-cola çağırışımı yerine kullanmak aynı tadı vermez, hoş değildir. Kullandığımız sevdiğimiz şeyleri aynı zamanda eleştiredebilmemiz için onları tanımamız gerekir. Bir filmde calvin klein ın ne kadar rezil bir reklam kampanyası yürüttüğü parodize edilecekse ck etiketini göstermesi gerekir.
David fincher’da da sevdiğim budur.
Günümüzün en büyük hastalığı sayılabilecek reklam köleliği, tüketim bağımlılığı daha iyi göz önüne getirilemezdi, gibi gelir..
Bir de urunun filme hangi “context” icinde koyuldugu da bazen hosuma gidiyor. Mesela “Panic Room” da iyi kotu Nokia reklami yapiliyor ama telefon odanin icinden cekemiyor, karakterleri caresiz birakiyor. Halbuki calissa tum mevzu cozulecek. Yani Nokia’yi bu filmde hayati bir anda bir ise yaramayan urun olarak goruyoruz. Deprem filmine Telsim koymak gibi bisi.