Steven Soderbergh’in yapımcılığına ortak olduğu ve George Clooney’nin ilk yönetmenlik deneyimi olan, künyesinde türü kısmının karşılığına, bazı yerlerde dram sıfatının, bazı yerlerde ise komedi sıfatının yakıştırıldığı bi film. Şuna dram-komedi diyelim, olsun bitsin. Tehlikeli Aklın İtirafları olarak uygun görülen adının, ilk defa filmi yansıttığı bir film ayrıca da.. Ve bunu da eklemeden geçemiyeceğim ki, bi takım sinema sayfalarında ^^ Film, hayatı ikiye bölünmüş olan bir adamın hayatını anlatıyor:gündüzleri bir şovmen olarak,geceleri ise CIA tetikçisi! ^^ bu tarz cümlelerle anlatılmaya mahkum olmuş bir film de aynı zamanda..
Film, George Clooney’nin ilk yönetmenliği, kimden kopya çekmiş bilmiyorum. Bilmiyorum derken, filmi gerçekten beğendim ve Clooney’e birileri yardım etmiş olmalı demekten kendimi alamadım. Haksızlık ediyorsam beynim patlasın, kolum çıksın. Steven Soderbergh’i ve J.Malkovich olmak filminin senaryo yazarı Charlie Kaufman’ı karşımda buldum. Zaten Kaufman soyadlı biri neden başarısız olsun ki? Neyse ki, filme konu olan şahsiyet Chuck Barris’te senaryoya yardım etmiş, Julie Roberts, Matt Damon ve Brad Pitt’ de yardım edenler arasında. George bi film çekmiş, destek vermeyen kalmamış yani. Filmin kötü olması için bi sebep göremiyorum, belki biraz Drew Barrymore(yanlış yazdıysam umrumda değil)… Kendisinin Hollywood’daki en çirkin aktrislerin en güzeli olduğuna inanıyor ve filmde çok da kötü olmadığını düşünüyorum. Chuck Barris’i ev arkadaşıyla sevişmeye geldiği gece ayartan, sadık, enerjik, sevimli Penny rolunde. Chuck Barris’in günümüz normal insan hayatlarına nazaran pek bi ilginç hikayesi var. Televizyon kanallarının yeni açıldığı dönemlerde kapağı televizyona atmaya çalışan, fırlama tavırlarıyla bunu da başaran biri işte. Şu hepimizin bildiği Nurseli İdiz’in sunmaya başladığı Saklambacı, onun koyduğu isimle The Dating Game adlı saçma yarışmayı keşfeden bu alim insan, aynı zamanda kadınları, -hey gerçekten de çilek tadında.. diyerek kandıran bir isim. Televizyona kapağı attıktan sonra, kendisinin de tabiriyle eğlendirici ama beyin uyuşturucu programlarıyla gittikçe ünleniyor ve birdenbire karşısına CIA ajanı olarak George Clooney çıkıyor. Kendisinin, filmde sıkça tekrarlanan öldürme profiline uygun olduğu söylenerek eğitime tabi tutulup, Amerikan hükümeti için adam öldürmeye başlıyor. Çok çabuk kabullenmesi beni şaşırtmadı değil. Ve George Clooney (CIA ajanı) ölürken Sam Rockwell’in yani Barris’in -no profile- kelimeleri filmin etkileyici karelerindendi benim için. Sam Rockwell(Green Mile daki katil)’in inanılmaz başarılı canlandırdığı Barris’in bu, CIA ajanıydım ben siz bilmezsiniz itiraflarıyla kimse ilgilenmiyor mu, ben asıl onu merak ediyorum. Kafama takılan bir başka nokta da şu ki, çok fazla gerçekçi; Barris televizyonda istediğini başarana kadar çok hareketli, canlı, heyecanlı bi profil çiziyor. Programı, prime-time’ı, ünü şöhreti elde edince gayet cool, yavaş hareket eden bir profil.. Ee noldu şimdi yorumlarına neden olsa da, gerçek değil de ne? Hele ajan olduktan sonraki, kılık kıyafetinden, sigara yakmasına kadar değişen herşeyi, belki de hayatta oynanılan ya da oynatılan(birileri sizi CIA ajanı olmaya zorladığında mesela) role göre değişen mizaç, kapı açma, tekme atma ve diğer ıvırlar zıvırlar..Psikolojik profilin de gayet başarılı yansıtıldığını da geçmiyoruz yani bu noktada.
Barris ajan olduktan sonra, Julia( diğer bir ajan) ile tanışıp nihayet iki kadın arasında kalıyor. Julia’nın da performansı gayet yerinde, kötü kadın rolünde görmeyi yadırgamıyacak kişiler için ideal bi yapım. Bu gereksiz cümleden sonra filmin bir Hollywood yapımından çok Avrupa filmlerine benzediğini hissettim. Barris’in gammazlandıktan sonraki, öldürülme korkusunun doruğa çıktığı sahne, annesiyle olan problemlerinin yansıtılışı, yeri ve zamanı çok iyiydi.
Ödül alan bir çok yersiz filmden çok daha iyiydi.
George Clooney mi? O profile uygun değil..
yorumlar
filmi bugün seyretme şansı bulabildim… sinema konusunda derinlemesine bilgim olmamasına rağmen, filmi gayet güzel buldum diyebilirim. senin de değindiğin gibi barris rolündeki s.rockwell’in performansı etkileyiciydi. yalnız sanırım film ya oldukça sevilecek ya da “bu ne be! çok sıkıcı, berbat!” denilebilecek kategoride… en azından gittiğim sinemadan bende kalan izlenimler bu yönde. pek çok kişi daha 20. dakikasında çıkıverdi…
Bu filmi Andy Kaufman’i anlatan “Man on the Moon” ile ayni keseye yerlestiriyorum.
Chuck Barris’de aynen Kaufman gibi USA disinda taninmayan bir sahis, o yuzden film bircok kisiye biraz yuzeysel gelebilir.
Mesela Cenk Koray hakkinda benzer bir film yapilsa, Turkiye disinda seyreden herhangi bir insan cok fazla birsey ifade etmez, filmin kendisi disinda.
Filmin kendisine gelince, 3 ay once screener olarak seyretmistim, fena degil. George Clooney pek sevdigim bir aktor degil, fakat bu filmi yonetmesi ve Solaris deki (blog yaziyorum hakkinda) temiz performansi ile gozumde biraz yukseldi.
bi yerde okudum, hatırlamıyorum ama george clooney bu yönetmenlik denemesinde önceden çalıştıı bütün yönetmenlerden kopya çektiini söylemiş.. iyi de yapmış.. ( soderberg, rodriguez, coen brothers bence kopya çekilesi yönetmenler..)
film güzeldi. Ama basit bir hollywood promosyonu olmaktan öteye geçmesini engelleyen özellikleri var. Mesela julia roberts gibi bir yıldıza sırf ismi yazılmış olsun diye, çok sıradan bir rol biçilmiş. Ayrıca sexi ve fettan rolü Roberts’a hiç gitmemiş. Filmde tamamen bir yakışmamazlık ve uyumsuzluk var. En başta Clooney hem ajan hem de başarılı bir yönetmen tiplemesinde tam anlamıyla sürünüyor.
Aklıma “sleepers” filmi geliyor. Afişinde hangi ismi ararsanız bulabileceğiniz ama filmde hiçbirini 5 dakikadan fazla bulamadığımız ” sleepers” .
Filmin dramatik hatta komedi olduğu görüşü bence yersiz. Film tamamen biyografik. Clooney’nin acınacak karakter olarak gördüğünüz hayatı, yaşadıkları ve başına gelenler açısından bakıldığında yüzyılımızda bir sürü erkeğin içine girmek için poposunu yırttığı bir durum… Eğer bir mizah öğesi varsa kara mizah ancak…
filmdeki tek gerçek ise;
yalanlardan kurulmuş iskâmbil şatosunun heybetli yıkılışı
tam tersine benim de, böylesine ünlü aktörlerin veya aktirislerin, küçük rollerde çıkması ya da alışılmış rollerinin dışına çıkmaları acaip hoşuma gidiyor. Tıpkı Jordan’ın Washington Wizards’ta oynaması gibi..(Julia Roberts bildiğim kadarıyla Soderbergh’in çevirdiği filmlerde oynamak için yırtınan bi yıldız, dikkatini çekerim pHx, Brad Pitt ve Matt Damon’ın isimleri bile geçmiyor afişte..)
Sadece neden canımı sıkıyor bilmiyorum ama, Soderbergh, Clooney, Roberts dayanışması aşırı geliyor. Her yönetmenin takıntılı olduğu oyuncular vardır tabbi ki.. Dayanışma kıskançlığı işte..
Bu arada ne resimler koydum ama tanımlanmadı, moderatör arkadaşlardan birisi kaldırıversin gitsin. Tam profilsiz olsun.
seyrederken pek de keyif aldığımı söyleyemeyeceğim. ben de, sadece clooney’in tecrübe ve fikirleriyle ortaya çıkmış bir film olmadığını düşünüyorum nedense fesatça. geçişlerde yaptığı trick’ler ile kendini göstermeye çalışması biraz acemilikten gibi geldi bana. ama gölge kullanımını çok sevdim. bunun için görüntü yönetmenine teşekkür etmek lazım sanırım. 🙂
film hakkında hiç bir bilgim yoktu giderken, seçerek değil biraz mecburiyetten gittim. bu yüzden film boyunca “ulan bu gerçek hikaye ama cia falan ne iş?” diye düşündüm ne yalan söyliyeyim. ancak, barris’in buhranından sonra stüdyo’da dekorları toparlarken bir takım set dekorları ile yaşanan olaylar arasında kurulan hoş bağlantı ile olayı kavramamı sağladı clooney. bu da filmde en sevdiğim kısım oldu.
sam rockwell süperdi. bir de dating game ile ilgili yarışmacıları azarlayan federal görevliyi çok sevdim. 🙂
seyretmedim ama bu clooney bir türk gazeteci-sinema bişeyleri derneğibaşkan şeysi ile tartışmış galiba. magazin yönüyle ilgilendim demek ki henüz.
öncelikle bence film, olması gerektiği kadar “arıza” değildi (Kaufman faktörü),.. bunu ilkin belirtmek istedim,..
filmin asıl başarısı, Clooney’in, Soderbergh, Coen kardeşler ve Ritchie özentisi yönetimi değil, yakında göreceğimiz için pek heyecanlı olduğum “Adaptation”ın da arkasındaki adam Kaufman’ın senaryosu,.. ancak hakkını verelim, Clooney, sadece “Dating Game”in değil, bir ara kanal6da adapte edilmeye çalışan “Gong Show”un yaratıcısı Barris’in “biraz sürreal” denebilecek öyküsünü, pek ego kaygısı gütmeden, ciddi ama kendini ciddiye almadan, sürreal olmakla inandırıcılık arasındaki ayrımı koparmadan iyice incelterek yönetmiş,.. bir ilk film için önemli bir özellik bu,.. özellikle o koltuk için kendinden önce bryan singer ve david fincher’in düşünüldüğünü hatırlarsak,..
bundan sonra neler yapacak bilemiyorum, B. Pitt, J. Roberts gibi pek ünlü isimlerden oluşan kanka grubu rat pack, ona her filmde destek veremez,.. ama çok yeni şeyler söylemeyecek, bağımsız film havası verilmiş stüdyo filmleri çekecektir kanımca,.. yani başarısının şans olabileceği konusunda düşüncelerim var.
pop kültürüne saygıda kusur etmeyen bu film için bir süredir gördüğüm en komik, enerjik ve orijinal yapım demem, sanırım abartı olmaz,..
Bu filmin ismi neden tehlikeli aklın itirafları? Çünkü adam deli. İşin CIA kısmı tamamen hayal. Vic vega’nın yazdığı “sürreal olmakla inandırıcılık arasındaki ayrımı koparmadan” kelimeleri önemli. Gerçek öykünün içine deli saçmaları yerleştirilmiş, inanabilirsiniz de, inanmayabilirsiniz de. Adam profile uygunmuş, yani siz CIA’de istasyon şefi (öyle mi derler) falan olsanız, böyle bir adama sırf filmde iddia edilen genetik faktörlerden dolayı CIA ajanlığı teklif eder misiniz? Bence filmde gerçek ile Barris’in hayalleri içiçe ve bu içiçelik çok güzel çizilmiş ve hepimizi aldatabiliyor.
ya biz de onu diyorduk ama anlatamadık herhalde 🙂
bu arada sam rockwell altın ayı’yı da kapmış. bakınız.
bir gelişme de bu. buyrun burdan 🙂
faydalikoltuk yıkama