-Kendinle Olma Kampları-“Öyle uzak ki yerim / Uzakları aşıyor / Bütün özlediklerim/ Benden ayrı yaşıyor..” diye bir duru ses çağlıyordu gecenin içinden ve yıldızları az biraz ortalasanız manzara çok güzel oluyordu.. Öyle oluyordu, çünkü Perşembeleri hep yalnızım sanki ben. Yalnız da değil, tek başınayım belki, ondan belki kulaklığı çekiç-örs-üzengi hizasında tutup yalpalayarak bir Hümeyra şarkısı dinleyişim, ama bu sefer farklı yorumla, sesi çok güzel bir kadından, Aslı Gökyokuş, eğer her sabah okula giderken yürüdüğüm ağaçlı yolda giderken söylüyorsa bu şarkıyı, ben kaldırımlara basıyorum, o notalara.İyi oldu benim notalarla aram ama ben harfleri seçeli de epey oldu. Sonra bazen harflere küsmüşlüğüm de oldu, kendimi çok şeyler ve hiçbir şeyler gibi hissetmelerim de. İlk küsüp ilk barıştığım da gene kendime eklemlediğim cümleler oldu ve en nihayeti bütün bu arbedenin, kendime eğilmek oldu. Ve galiba “tepe sersemi” oldum ben kendime eğilmekten.Sonra başkalarının dertlerini dinledim, ayrılık mevsimi gibi üst üste terkediştiler aşıklar birbirlerini çevremdeki. Kendi derdim yetmezmiş, daha fazlası lazımmış gibi tek tek dinledim hepsini. Birbirlerine öyle uzun uzun baktılar ki, dayanamayıp ben ağladım onları görüp, bir çay bardağı arkasına gizlenip burnumu çektim gizli gizli, sorduklarında kendimden öyküler anlattım bilgiç bilgiç, “yok şööle yapınca bööööle oluyo, kendini başka şeylere ver, hayatta hiçbir şey vazgeçilmez değildir, yok güçlü olmalısın” zart zurt.. Bak bak bak yani. Aslında onların yaraları açıktaydı, mikrop kapmasındı diye edilmiş bir sürü pomat cümlesi etmesi kolay. “Ben bunları aştım” diye babalanacağına, titresen de kendine gelsen ya ey mücrim! Bak ne diyor Aslı,“Ya her şeyim / Ya hiçim/ Sorma dünya ne biçim/ Bir kördüğüm ki içim/ Çözdükçe dolanıyor..”Ama artık ablası oldun ya sen bu alemlerin, bak dertleri çözme laflarından da ediyosun, aferin, hep böyle kontrollü olmak lazım, hatta “bugün egon için ne yaptın” yaz aynaya, hülasa bir irade heykeli gibi dur öyle masalarda, üfürdüğün halka dumanların arasından tek kaşı kalkık bakışlarla “abi aslında olay çok basitmiş” diye hafife al meseleleri, sonra hafif’e yaz bu meseleleri, herkes görsün, aş sen artık bu çocuklukları..“Çocuktuk İşte” öyküsü Atilla Atalay’ın, bunu anlatıyor işte, büyüdük ya artık biz, hiçbir şey yıkamaz ya bizi. Saçmasapan fallara gülüp geçme vakti, “Beşiktaş otobüsü on dakka içinde gelirse o da beni seviyor” diye dilek tutmalar falan neymiş, şahane anlatır Atalay. Bu da o hesap işte, aştık biz bunları, koptuk geldik biz oralardan artık.. Otobüsün saatlerini ezbere biliyoruz, çeyrek geçe geliyo otobüs mesela, alayını yedik bitirdik biz o falların.. Yaa.. Tabii böyle olduk biz en sonunda, artık çingen kehanetlerine karışıp, kentin içine “kendinle olma kampları” kuruyoruz, orada birbirimize bu laflardan söyleyip, çay bardakları arkasına saklanıyoruz, “ne kadar dışlanırsak, o kadar içleniyoruz..”Bir “Kördüğüm” şarkısından bunlar yavruluyor bir Perşembe günü bu muammanın içine ve Perşembeyi Cumaya bağlayan gece başka bir şarkıya geçiyor radyonun sesi.