Sol kolunun ağrısıyla uyandı yaşlı adam. Bir anda acı mı ağrı mı olduğunu anlayamadan ağrıyan kolunu yavaşça göğsünün üzerine koydu. Şimdi ağrı biraz hafiflemişti sanki. Gözünün ucuyla tahta masa üzerindeki saate baktı. Yediyi gösteriyordu. Akşam yedi mi sabah yedi mi olduğunu kavrayamadı. Ardından “ne fark eder?” diye mırıldandı kendi kendine. Akşam ya da sabah olması hayatında çıkanları, avucunun içinden kayıp giden hayatı geri getirebilecek miydi?Sonu olduğunu bilmediği yolculuğa daldığında ilk aklına gelen şey o kadın olmuştu. 30’lu yaşların sonuna doğru tanıdığı ve bir daha da aklından çıkaramadığı o kadın… Aslında çoğu insana göre sıradan, ilk bakışta bir özelliği olmayan o kadında buldukları. O zamanlarda anlayamadığı çözemediği duyguları. Anladığı zamansa kadın çoktan başkasıyla evlenip gitmişti. O gittikten sonra hep onun gözlerindeki anlamı aramış ve bir daha da hayatında kimse olmamıştı.Şu anda 74 yaşındaydı. Geçmişte çıktığı yolculuğunda kesik kesik anımsadığı acı, hüzün, bekli birazcık da sevinç vardı. Altı üstü bir yaşam işte diye düşündü. Milyarlarca insan gelip gitmişti… Bu düşünce biran için içini ürpertti. Korku gibi bir duygu hissetmesiyle sol kolundaki ağrı bacağına geçmişti. Sanki vücuduna bir acı girmiş ve canını yakmak için her tarafını dolaşıyordu. “Neden?” dedi. Neye neden dediğini kendiside bilmiyordu. Anlayamadığı düşünceler beyninde dolaşıp duruyor, otoyoldan hızla giden bir araba gibi uğulduyordu. Yatağa düşen sol kolunu yeniden göğsünün üzerine doğru koydu. Tek istediği ve tek korktuğu beyninin durmasıydı. Yutkunmaya çalıştı. Boğazı düğümlenip hıçkırık gibi bir ses çıkardı. Bir şeylerin sona erdiğini farkındalığı içinde gözünden bir damla yaş geldi. Gözyaşı daha aşağıya inmeden sol kol kendiliğinden yere düştü. Saat ise sadece yediği beş geçiyordu.