Bir kadın “ben üşüyorum” dediğinde,

bunun cevabının; “üstüne bir şey al…”

“istersen bir taksiye binelim…”

“eve geldik zaten…”

türünden bir söz olmadığını,”üşüyorum”

dediğinde kadının “bana sarılsana”demek istediğini ve ona sarılmak gerektiğini öğrenmek epey zamanımı aldı.

Sanırım binlerce yıl boyunca isteklerini açıkça söylemelerine izin verilmediği için “gizli bir dil”

geliştirmek zorunda kalan kadınlar, bu kadar basit bir şeyin erkekler tarafından niye anlaşılamadığını hiç anlayamazlar. Erkeklerin, bakkal dükkanının arka tarafındaki salak küçük oğlana benzediğini düşünürler: “Anlayışsız ve beceriksiz salaklar.”

Kadınların bir şey söylediklerinde aslında başka bir şey söylemek istemiş olabileceklerini kendim mi farkettim, yoksa bunu bana bazen usulca, bazen sabırsızca, sözleriyle kadınlar mı öğretti şimdi tam çıkartamıyorum.

Sevgi ve şefkat eksikliğine hiç tahammül edemeyen, bunların “açıkça” söylenerek elde edilmesinin ise elde edilenin değerini düşüreceğine inanan kadınların niye isteklerini düpedüz söylemedikleri ise erkekler için hep bir sırdır.

Duygularını göstermenin kadınlara özgü bir davranış olduğunu sanan erkekler, açıkça sevgilerini ve şefkatlerini göstermekten hep utanırlar.

Farkında olmadan, onlar, bu duyguların gösterileceği tek yerin yatak odası olduğuna inandıklarından, kalabalıkların içinde sevgi ve şefkat gösterdiklerinde, herkesin seyrettiği bir yerde sevişiyorlarmış hissine kapılıp tedirgin olurlar. Erkekler için duygular, kapalı yerlerde yaşanması gereken “mahrem şeylerdir, kadınlar ise bunu hayatın her anında yaşanması gereken bir şey olduğunu düşünürler.

Hemen hemen hepsi gizli bir “derebeyi”

olan erkekler, kadınların her isteğinde, her talebinde bir isyan, bir başkaldırı hatta bir hakaret görürler.

Erkeklerin bekledikleri, kadınların “üşümeleri” ya da “acıkmaları”

değil,erkeğin yanında soğuğu ve açlığı hissetmeyecek kadar kendinden geçmiş bir aşka kapılmaları ve bu aşkı taleplerini dile getirmeyerek göstermeleridir.

Galiba o yüzden, erkeğin biraz kadınsılaştığı ve duygularını alabildiğine özgür bıraktığı aşkın ilk günleri geçtikten ve erkek yeniden erkekliğine döndüğünde, kadınlar “üşümeye” başlarlar.

“Benim uykum geldi” dediğinde erkeğin onla beraber yatmamasını, perhize başladığı sırada aniden bir hoşluk yapma isteği duyan erkeğin ona sevdiği yemekleri almasını “düşmanca”

bulmaya koyulurlar.

Artık erkeğin her davranışı ince eleklerden geçirilip, onun sözlerinde ve davranışlarında “sevgisizlik”

işaretleri tek tek saptanır.

Ve o gizli dil daha sık ortaya çıkar.

Kendilerinden yakınırlar önce, “çok şişmanladım,” “çok yaşlandım,”

“çok çirkinleştim,”bunları söyledikten sonra erkeklerin ne söyleyeceklerine, ne yapacaklarına bakarlar.

Kendilerine büyük bir ilgi eksikliği olarak gözüken o anlayışsızlıkların, artık eskisi kadar beğenilmemelerinden ya da sevilmemelerinden mi kaynaklandığını anlamaya uğraşırlar.

Baştan savma verilecek her cevap, kadının öfkeli tepkisini hakeder.

– Yoo, hiç de şişmanlamadın, iyisin, biraz kilo aldın belki ama önemli değil.

Bu yakınmalar onlara manasız ve çocukça gelir çünkü…

Kadınlar ise sinirlenmeye başlarlar.

– Sen beni eskisi kadar sevmiyorsun.

Bunun cevabı elbette, “nerden çıkardın bunu, tabii ki seviyorum”

değil, sıkı bir sarılış ve iyi bir öpüşmedir.

Bir şeylerin yanlış gitmeye başladığını gören erkek ise, güzel bir hediye almanın ya da daha kestirmesi “biraz para vermenin”

zamanı geldiğini düşünür.

Onun için sorunun tedavisi öpüşmede değil paradadır.

Kabul etmeli ki, kendi değerini, gizliden gizliye kendine verilen parayla ölçmeye yatkın kadın için yapılacak “fedak> ârlığın”

miktarı bir zaman işe yarar, kadın, “salağın”

duygularını böyle ifade etmeye çalıştığını anlar. Erkek ise, o düz vahşeti ve insafsızlığı ile”ağlıyorsa biraz para ver,”

çözümlemesini benimser. Ama hediyelere ve paralara çabuk alışılır, sarılışların ve öpüşmelerin özlemi yeniden başlar.

Kadın “üşür.” Son bir iki deneme daha yapar, bazen güzelliği ve cinselliğiyle, bazen sinirli çıkışmalarıyla, erkeğe “üşüdüğünde ona sarılınması gerektiğini” bir daha öğretmeye uğraşır.

Kadın ya kadere rıza gösterip teselliyi hediyelerde, parada, çocuklarında,kendisine sağlanan güvende aramaya razı olur ve arada sırada tutan “ben çok yalnızım”

yakınmaları ve ağlama nöbetleriyle hayatını sürdürür ya da “üşümeye” fazla dayanamayıp, “sarılmasını bilen”

biri var mı diye etrafa bakınmaya koyulur.

“Sarılmasını bilenler” bu sapaktaki kadınları keskinleşmiş radarlarıyla hemen bulurlar. Bir vakit işler iyi gider.

Ama sarılmasını bilenler de bir süre sonra kaçınılmaz erkekliklerine geri dönüp, üşüyen kadına, üstüne bir hırka almasını söylerler.

Ahmet ALTAN..

alıntı olduğu için üzgünüm ama ilginç geldi,

yani kadınların karmakarışıklığı…

saçma,kadınlar karmakarışık değil.eğer üşüdüğümde sevigilimin sarılmasını istiyorsam bunu anlamasını beklerim.çünkü o özel olduğu için onunlayımdır.

değil mi??