Samimiydim ve düzeltme yapmaksızın yazdım bu üç saçma ve gereksiz bölümü, ya da yazıyorum hala. Sidik yarıştırma peşinde de olmadım, olmam da. Okuduklarımı, okuyacaklarımı da sınamadım ve ya test etmedim bilgi sürecinde. Dünyada en çok korktuğum şair ruhlu gerici komünistler oldu sanırım. Şiiri sevmem, ki bu benim kişisel bir seçimimdir, şiir gibi konuşanı hiç sevmem, ki en duygulu ve bileni lümpenliği yarattığı için, sanatı ve edebiyatı severim, ki bu alkol etkili son üç yazımı bir kenara bırakırsak üzerinde uğraşılmaya değer bulabildiğim bir tür olduğu için, ve yine zoraki yalanı sevmem, söylenmesi emredildiği için, ki hatta nefret ederim. Komünist ortamda yaşamış ekonometrist eşime bile anlatmaya çalıştığım zaman zorlanabildiğim ütopik sosyalist ekonominin ütopik ya da daha doğrusu basit ideolojik temellerini kavramış olmam büyük katkımdır bana. Hayır bunları kitaplardan öğrenmedim, bildiğim şeylerdi, genlerime yazılmıştı insan olarak.O güzel Atatürk Barajı’nın 70 milyonda birine sahibim ama elektrik faturası ödemek zorundayım. Kendi işletmeme, patronu olduğum işletmeye, Atatürk Barajı’na para ödüyorum… Fırat ve Dicle’ye sahibim, ortağım ve o sahip olduğum nehir benim olan tribünü çeviriyor diye para ödemek zorundayım. Zonguldak’taki kömür benim dedemin kanıyla benim oldu. Şimdi o kömürü, benim olan o kömürü, almak için para ödüyorum, ya da bazıları senin olan o kömürü sana bağış adı altında vererek seni oy (rey) kölesi ediyor. Bahsettiğim ütopik sosyalist ekonomi işte böyle birşey.Kapitalist ekonominin baz alınarak verildiği eğitim sisteminden geçen eşim bana deliymişim gibi bakıyor bunları söylediğimde. Her kaynağın bir gideri olduğundan bahsediyor, ki bu eğer devlet boyutundaysa hesaplayamadığımız kadar büyük giderlerden. Ona öğretilen şeyleri bildiğimi sanıyor ve inatla devam ediyorum bu ütopik tezime. “Eğer” diyorum, “ben ülkemin kömür ocaklarında çalışıyor olsaydım ve devletten yemek ve ufak kişisel harcamalarım dışında bir para talep etmiyor olsaydım, ki kalacak yer, sağlık sigortası, eğitim harcamalarını devlet karşılıyorsa, kendimin birebir ortak olduğu bu büyük kömür işletmesinde huzurla çalışmazmıydım? Bu koca kömür işletme fabrikası benim”… Bu kadar…Hayır, anlamamakta ısrar ediyor eşim, doğal kaynak senin, işletme senin ama sen bunu başkaları için çalıştırıyorsun. Senin olan birşeyi 70 milyona bölsen daha rahat olabilirsin. Hayır, bu imkansız.Etibank vardı, en yüksek faizi verirdi bir zamanlar. Atatürk onu bunlar için varetmedi. İş Banka’sı var hala kendi vasiyetini bıraktığı. Burada bildiğimiz Sovyet komünizminden değil, bildiğimiz Alman faşizminden değil, burada bildiğimiz İngiliz sömürücülüğünden değil insan olmaktan bahsediyorum. İşte o yüzden Sovyetizm’e yaklaşmadı Atatürk, geleceği nokta belli olduğu için. En az benim kadar insanı düşündüğü için bu büyük riskleri düşünüp bu geleceği asil kanlara bıraktı. Bu asil kanlar onu ezdi geçti, yok etti, eşitsizliği meclisine soktu, ekonomiden bahsetmez bile oldu, halkı eğtimsiz bıraktı ve sürüye çevirdi, kendi malı olan kömür ve kendi malı olan çeyrek altınları nimetten sayıp sorgulamadan oy verdi ve en önemlisi bu körlüğü anlamasa bile benimsedi. Ankara’da rahat yürüyemez oldu Atatürk’ün ruhu. Amerika hakim oldu türbana mertlik bozuldu… Belki de bozulan Türkçe oldu bu seride ve belkide yeniden anlatmaya çalışırım kafamdakileri kafam daha iyi olunca.