Fatih Akın’ın ilk filmini (kısa ve acısız) izlediğimde,akli melekelerimi yitirecek kadar büyük bir sıkıntı içinde kendimi duvardan duvara vuruyordum.Allaaahıım,bir film bu kadar sıkıcı olabilir mi?Bir film bu kadar hiç birşey anlatmamayı nasıl becerir?vari Lynch eleştirisi “bi bok anlamadım,öyleyse süper film” serzenişleri değildi.Dahi yönetmenimiz -allah zekasına zeval vermesin- öyle bir esinlenmişti(!) ki Carlito’nun Yolu’ndan Yaralı Yüz’den diyaloglar bile neredeyse birebir aynıydı.Sert ve ah ulan bir yırtsak ne süper olurdu konulu diyaloglar,sıkı arkadaşlarını satan bir arkadaş vs.vs.e tabi kıyısından köşesinden uyuşturucuya bulaşma tribi.amannn amannn.Bu şoku atlatamadan,kolumdan sürüklene sürüklene gittiğim “Temmuzda” faicasını uzun uzun anlatmayacağım ama hiç değilse gülümsetebilecek,hiç değilse sık sık salonun karanlığında antrakta kaç dakika var diye saate bakılmasını asgariye indirecek bir yol hikayesiydi.Şimdi bu adamın üslubuna Tarantinovari denmesine mi delireyim,yoksa Meltem Cumbul’un “Kısa ve Acısız”ı izlediğimde koltuğa çakılı kaldım demesine mi delireyim?Keşke hala orda çakılı vaziyette kalsaydın be kadın.