bildirgec.org

9 haneli rakamı 30 haneye çevirme

alperek | 24 May 2005 20:27

arkadaşlar internette aradım fakat bulamadım. 9 haneli bir rakamı 30 haneli rakam harf karışık (ki bu harfler F’ye kadar değil y-z her türlü harf var) formata dönüştürme ne iş? Mesela heximali decimale çevirmek var. Peki yukarıdaki bahsettiğim işin çevirme mantığını bilen var mı? Programı varsa ii olur. Olmasa bile mantığını söylerseniz sevinirim

“Dünyanın yeni güç merkezi” teorim.

ONALTIKIRKALTI | 24 May 2005 17:41

Dünyanın gelişiminde hep bir bölge diğer bölgelerden ekonomi ve kültür olarak daha ileride olmuş, sonra zamanla bu liderliği gelişen başka ülkelere kaptırmış. Bu hangi gelişmeye bağlı olarak ve neye göre, neresi tüm toplumlara şekil verecek kadar ileri gitmiş bilinen tarih içinde bulabileceğimiz bir konu. Geriye dönük olarak incelediğimizde çeşitli gelişmelerin lider yaptığı ülkeleri kolaylıkla bulabiliriz. Gelelim benim saçma da olsa teorime… İlk uygarlıklar çinden mısıra giden bir yol izlemiş ve modern toplumların ilk çağlarında Çin, hindistan ardından mısır liderliğe oturmuş. peki sonra? Persler ve akdenizde roma imparatorluğu arkasından da osmanlı imparatorluğu yani doğudan batıya gelmeye başlıyoruz devam edelim avrupa bunların en arkasına eklenince olay devam ediyor ve ingiltereden ispanyadan portekizden yeni kıtaya atlıyoruz geldik amerikaya oradan daha da batıya gidersek bu sefer doğunun başladığı yere geçiyoruz yani dünyanın etrafında bir tur attık şimdi son 20 yıla bakınca japonyayı bu bölgeden hemen ayırdedebiliyoruz ve adamlar gerçekten şu anda teknolojide ekonomide dünya lideri (ki bu öyle ani bir atlama olmadığı için arkasında bıraktığı amerikada çöküş de başladı) son 20 yılda kaldığımız yer japonyadan devam ediyoruz bu sefer son 10 yıl içinde adından söz ettiren tayvan kore singapur gibi daha batıya kayıyoruz (ki bunlar son beş yılda elektronik kopya teknolojide epey bir ileri gidip ekonomilerini dünyaya kabul ettirdiler ama orijinal bir kalkınma modeli olmadığı için bir yerde tıkandılar eski güçlerini kaybetmek üzereler) şimdi sıra (batıya doğru dönmeye devam ediyoruz) geldi çin’e eee buraya kadar bu teori tutuyor ama bakalım çinden sonra 5-20 sene sonra sıra yine bizim topraklarımıza gelince biz ne yapacağız herkesin sırayla yakaladığı gelişmişliğe paralel yaşanan ekonomik ve teknolojik ilerlemeyi, dünyanın etrafında kendiliğinden dönen bu yörüngeyi osmanlıdan sonra tekrar yakalayabilecek miyiz?

stres,yorgunluk ve başarı denklemi….

eratha | 24 May 2005 15:55

sevgili bildirgec insanları,bugün iktisadi ve idari bilimler fakültesinin en kazık bölümlerinden biri olan ekonometri bölümünün en kazık sınavlarından biri olan ekonometri-2 sınavına girdim,bir yıl önce de korkunç zorluktaki bi final sınavı ertesi bu dersten kalmam sebebiyle bir miktar gergin durumdaydım bi de sanırım en son geçen hafta perşembe iyi uyumuştum,efendime söyliim acaip bi stres ve yorgunluk içinde girdiğim sınavı yarım saatte yaklaşık soruların en az yüzde 80 ni doğru yapmış olmamın verdiği huşu içerisinde sınavdan çıktım….sanırım diğer insanların başarılarınını düşüren şey(yorgunluk,stres)benim dikkatimi daha iyi toplamama yarıyor…tabi biraz anormal bi durum olabilir ama mutlu ve dinlenmiş olduğum dönemler benim için hep üretkenliğimin en alt seviyede olduğu dönemler olmuştur….demem o ki belki aynı durum sizin içinde geçerli olabilir….bi deneyin bakalım….

aşk!

mishkin | 24 May 2005 12:08

Sevgili günlük(eke eke ..ne bu bee her gün her gün)

Onları ilk defa otobüs durağında görmüştüm.gençtiler ve işin garibi genç olmalarına rağmen evliydiler.o soğuk İstanbul sabahlarında, muhtemelen oğlan işe, kız ise okuluna gitme telaşesiyle otobüs durağında birbirlerine sıkı sıkıya sarılarak beklerlerdi.ve muhtemelen ailelerinin rızası olmadan evlenmişlerdi ki bu da bedenlerine sinen öfkeden ve kaygılı yüzlerinden anlaşılıyordu.kız mavi gözlüydü ve elmacık kemiklerinin çıkıklığı mavi gözlerini otoriter ve karalı bir ifadeye dönüştürüyordu.elleriyle saçlarını geriye doğru atışında bu iki unsurun birlikteliğinden kaynaklanan ilginç bir güzellik vardı ve sanırım oğlan, onun bu hareketini çok seviyordu( ooo beyim röntgenciliğe de başladık demek)…kısa boyuna rağmen diri bir görünüşü olan oğlanın genç yaşına rağmen saçlarına düşen beyazlar ona gereksiz bir olgunluk yüklüyordu….ve galiba beni esas kız-esas oğlan benzeri bir hikaye bekliyordu.
Bizim sokakta iki blok ötede oturuyorlardı…bakımsız ve solgundular…ve sanırım korkuyordular.
Bu sabah yine kahrolası işlerine robotik adımlar,koşaradımlar ve seri adımlarla gitmekte olan bizlersizleronlar dan teşekkül kalabalık, araç sesleriyle birlikte homurdana homurdana yol almaya başlamıştı.bir sefer bunlara özenip ben de acele edeyim dedim ama az daha otobüsün altında kalıyordum…bencileyin sosyal uyum zorluğu çekenler belliydi ve onlar hadlerini bilip ve işe geç kalmayı göze alıp arkadan usulca gelirlerdi.bu genç çift de ağırdı fakat onların sorunu bir uyumsuzluk ya da sosyalleşme sorunu değildi. Oğlan, adı Selçuk ya da selim olan biri gibi yürüyordu ve sevgilisinin elini daha çok adı selim olanlara yakışır bir hassasiyetle tutuyordu.bu yüzden ona selim demeyi tercih edecektim.kız ise özgeye benziyordu…yani özge olmalıydı adı…çünkü o da özgelere yakışan bir ses tonuyla konuşuyordu…hayır sesini hiç duymadım…ama uzaktan baktığınızda bile bazı insanların seslerinin nasıl olduğunu tahmin edebilirsiniz.ve tuhaftır bugün aynı otobüsteydik.
Bir an yanlış mı bindim diye kuşkulanmama neden olan bu yolcu profili değişikliği ilk etapta beni kaygılandırmış ancak insan yüzlerinde yaptığım bir araştırma sonucu doğru otobüste olduğuma kanaat getirmiştim.peki ya onlar neden bu otobüsteydi?
Toplu taşımanın kent yaşamını içine sindirmiş aklı başında insanlara önerisi her zaman için otobüslerde kafamızı mümkünse önümüze eğmek,çevremizdeki insanlara bakmamak,ne kadar zor ve verimsiz de olsa elimize bir kitap alıp çevremizle ilgilenmiyormuş havası vermek,o da olmadı cep telefonlarımızı çıkarıp zombilere yakışan bir moronlukla oyun oynamak şeklindedir.çevre de neymiş.bu toplu taşıma kurallarından genelde kafamı öne eğmek seçeneğini uygulamama rağmen bu sabah onu yapamadım sevgili günlük…çünkü bu genç çift hemen önümdeki ikili koltukta oturuyorlardı ve surat ifadeleri bir problem olduğuna işaret ediyordu.gürültüye rağmen duyduğum temel sesler “beni anlamıyorsun”,”yoruldum ben”,”sanırım yıpranmak…” ve “bu arkadaki gerzek bizi mi dinliyor” benzeri sözlerdi.galiba artık yorulmuşlardı ve tercih ettikleri hayat onlara ağır gelmeye başlamıştı.ama asıl önemlisi sevgilerini sorgulamaya başlamışlardı ve sonuç pek de iç açıcı değildi…lakin selim halen seviyordu fakat özge katlanıyordu sadece ve gittikçe birbirlerine acı,sıkıntı ve kırgınlıktan başka bir duygu biçimi yaşatmıyorlardı.Öyle ki otobüste bile tartışmaya başlamışlar,yüksek çıkan sesleri sonucu otobüsteki o dikkatsiz ve de ilgisiz moron topluluğun ilgisini çekmişlerdi.tam burada ikiyüzlü bir grup psikolojisiyle kafalar yerinden kalkar,yüzler gürültünün ya da genel gidişata aykırı olanın üzerine yoğunlaşır, bakışlar karşılarında izledikleri gürültücü insanlara doğru nefret,kınama ve “terbiyesizliğin gereği yok” gibi şekillerde yayılırdı.oysa tartışan genç çift dışında herkes memnundur halinden…izleyici olma fakat ilgili olmama halimizle artık karşımızda hem izleyebileceğimiz hem de bize kınama avantajı verecek bir durum vardır.neyse…adının selim olduğunu düşündüğüm çocuk sanırım çok kırıcı bir şey söylemiş olacak ki bir yandan adının özge olduğunu düşündüğüm kızın elini tutmaya çalışırken bir yandan da özürler diliyordu…kız sarsılmıştı…bitkindi…belki günlerdir uykusuzdu…ve özrün hafifletmeye yetmeyeceği ağrılar sızlatıyordu kalbini….halen katlanıyordu fakat “neden” sorusunu da ihmal etmiyordu…selim seviyordu…”neden” diye sormuyordu…sadece seviyordu…yani öyle hissetmek istiyordu…öyle olduğunu düşünerek yaşamak istiyordu ve mütemadiyen özür diliyordu.
Adının özge olduğunu düşündüğüm kız , son anda orta kapısı açılmış olan otobüsüsteki yerinden ani bir kararla kalktı ve tam da hareket etmek üzere olan şoföre “inecek vaaaaar” diyerek seslendi ve otobüsün orta boşluğundan arkadaki selime doğru bir “arkamdan gelme” bakışı bırakarak indi…selim’i kahrolası bir kalabalığın bakışlarına mahkum ederek hem de.
selim şöyle bir tutmak istemişti kolundan… arkasından seslenmek istedi ama yapamadı…seslenseydi muhtemelen “seni seviyorum” diyecekti…ve sanırım belediye otobüslerinde “seni seviyorum” diye seslenmek “inecek vaaaar” demekten çok daha zordu!

sabetayistlerin el atmadığı yer kaldı mı?

cebrailiye | 24 May 2005 11:44

çok merak ediyorum.herhangi bir alanda boşluk bıraktılar mı?spor,sanat,siyaset,ekonomi,basın-yayın,v.s.,v.s. bunu nerdeyse sonsuza dek çoğaltmam mümkün.lütfen bu konuda bilgisi olanlar yorum yapsın,özellikle rica ediyorum.

yüzyılın icadı

abacus | 24 May 2005 11:04

geçmişi eskiye dayanmakla birlikte modern halini bu yüzyılda alan asansör bana sorarsanız yüzyılımızın en büyük icadı. hadi lan demeyin gerçekten asansör bu yüzyılın en büyük icadı. durun anlatayım. dört gün önce apartmanımızda bulunan asansör nedenini hiç kimsenin anlamadığı bir şekilde bozuldu zaten kabusta bundan sonra başladı. her sabah 10 kat aşağı iniyorum her akşam indiğim katlardan yukarı adeta sürünerek çıkıyorum. aşağı inmek sıkıcı ama acısız oluyor yukarı çıkmaksa hem acı veriyor -özellikle bacak kaslarına- hemde çık çık bitmemecesine sıkıcı oluyor, tamam aşağı inerken eğlendiğim olmuyor değil ama yinede ben asansörümü geri istiyorum, asansörsüz bir hayata katlanamıyorum. sayın yönetici siz birinci katta ikamet ediyor olabilirsiniz ancak sizin dokuz kat üstünüzde oturan ve her ay apartman aidatını tıkır tıkır ödeyen sakinlerde var lütfen.