Gözümü Diyarbakır`ın bir köyünde açıyorum, vakit öğle vakti, inşaat alanına haber uçuyor hemen : Müjdemi isterim, müjdemi isterim! Bir erkek çocuğu, erkek çocuğu. Haberi duyan babamın o zamanki duygularını bilmek isterdim, hissetmek isterdim, dünyaya geldiğim an nasıl hissedildiğimi hissetmek isterdim. Benim çocuklarım da olacak belki ama o duygular daha başka.Tozda, çamurda büyüdüm ben, kum yığınlarının üstünde kerpiçten arabalarımızla çizdiğimiz yolları takip ederdik, hiç bir bilgisayar oyunu vermedi o zevki hiç bir zaman. Okula küçük yaşta başlamıştım, okulun köyde olmasının verdiği imkanlarla, ne kadar çok severdim o zamanlar okula gitmeyi lise yıllarına inat. Dünyayı bir tek benim için dönüyor sanardım, olaylar sadece beni bağlardı. Büyümeme az kalmıştı, büyüdüm ama.Bir sabah gözümü açtım ki Harputun zirvesinden bakıyorum manzaraya, bi kapattım, açtım Atakuleden bakıyorum Ankaraya, Tahrana gittim daha sonra ve Tebrize belki bi şeyler arıyorum, belki buldum. Baküdeki kız kulesine çıktım manzara yine fevkalade, daha yükseğine çıktım, Şehitlerin yanında yanan ateşe gittim, dokunmak istedim ateşe ama ben şehit değildim.Sahile indim ordan yürüyerek İshak Paşa sarayına gittim, baktım ordan Başkaleye, yine göremedim. Sarayın kapısı yoktu yerinde Ruslar almış dediler savaşta, altındanmış kapı. Çıktım yola, Moskovaya doğru, burdaki bir müzedeymiş altın kapı. Çok fazla müze var bulamadım. Havaalanından ayrılırken diyememişti bana, uçağa bindikten sonra aradı ancak “seviyorum seni” dedi bana. Ben de seviyorum ulan, altın kapı sizin olsun.