bildirgec.org

massay

11 yıl önce üye olmuş, 33 yazı yazmış. 318 yorum yazmış.

Avrupa’da TÜRK imajı

massay | 24 November 2009 13:38

Avrupa Birliği’nin tarih itibariyle oluşumunu hatırlamakta yarar görüyorum:

2. Dünya savaşının bitimini takip eden kalkınma döneminde Avrupa’da ihtiyari oluşan işbirliği düşüncesi, başlangıçta Doğu-Batı arasındaki mevcut anlaşmazlıklardan dolayı olumsuz etkilenir.

Yıl 1948.
EEC ( Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü ) kurulur.

Yıl 1949.
Avrupa Konseyi kurulur.
Bu iki platformun kurulmasının ortak nedeni, Doğu bloku ülkelerinin karşı çıktığı Marshall Planı nı uygulamaktır.

kum tanecikleri

massay | 13 November 2009 14:43

Yeryüzünde ne kadar kaya varsa, o kadar kum var. Kırık mercanlar, volkan lavları, parçalanmış kuvarslar bir süre sonra kuma dönüşüyor. Ve kum her geçen gün yeryüzündeki toprağı biraz daha yutuyor.

“Bir kumsal, sürekli hareket halindeki milyarlarca kum tanesinden oluşan bir ordu” Bascom’a göre.

Gerçekten hiç dikkat etmiyoruz, yaz mevsiminde, her geçen gün rüzgarın ve dalgaların öldürdüğü bir canlı organizma üzerinde yatıp güneşleniyoruz. Bu canlı organizma, evrensel bir niteliğe sahip.
Çünkü dünyanın her yerinde ve her türlü iklimde kuma rastlamak mümkün.

?

massay | 05 November 2009 13:01

Bir ıslık atıyorum. Harbiye’den. Nereye gidecek. Ağzımı beceren kelimelerim. İçini dışı ettiğim yeminlerim.
Gece yanlız. Gece düşmüş. Nereye koymuşsam. Oradan bakıyor ellerim. Be hey gafil sinirin sistemi. Nasıl keskin sigara bu. Paketinin jelatinine sardığım yarımdan az, tamdan terkedilmiş mirtozepin. Güneşimi Yutuyorum. Bir tekmede.
Gece dövülmüş. Gece aklanamamış sinkafından.
Nihayet yetişiyorum ıslığıma Galata’da.
Hırs dediğim mazaretin oğluyum artık.
Tarih denilen oğulun oğlanıyım.
Oturuyorum masana. Altonun mübalağasız en fecisi. Sesin tüm güzelliğini buharlaştırırken, avuçların kadehi tutamayacak kadar küçük. Evvelin kadehi yutacak kadar kayıp. Garson büzüğünün ışıklarla absorbe olan beyaz gömleği bir tutam ışın gibi kesiyor ilahi yanılgıyı.
Niye geldiğimi soruyorsun?
Sen niye buradasın? diyorum.
Niyetim konuşmak değil.
Stiletto içine çivilenmiş ayaklarının ellerin kadar küçük olmadığını öğreniyorum bacaklarımda süzülürken.
İçiyorum.
Kayboluyorum.

duygusal zeka

massay | 30 October 2009 10:47

EQ: Duygusal Zeka
1980 yılı sonunda Amerikalı iki psikolog, Yale’den Peter Salovey ve New Hampshire’den John Mayer empati, bilinç ve duygusal denetim gibi insan özelliklerini bir araya toparlamak için etkin bir yol arayışı içine girerler.
Birden karşılarına “duygusal zeka” adında akademik çevrelerce bilinmeyen bir tanımlama çıkar. Daha sonra The New York Times yazarı ve psikolog Daniel Goleman bu kavramı en fazla satış yapan kitabına başlık olarak verir. (Emotional Intelligence; Why it can matter more than IQ)

Şimdilerde bu kavram her yerde kullanılmaya başladı. Magazinlerde “kendi duygusal aklınızı keşfedin” başlıklı testlerde, çeşitli senaryolarda karşımıza çıkar oldu. Örneğin; uçağınız aniden kötü bir sarsıntı geçirdi; bu durumda…
a- film seyretmeye devam ederim.
b- acil durumda uygulanması gerekenleri uygularım.
c- a ve b’de belirtilenlerin birazını yaparım.
d- bilmiyorum, hiç karşılaşmadım.
tipi sorularla hazırlanan toplam 200 puanlık skorun duygusal bir “dahiyi”, 25 puanlık skorun ise bir “neanderthal” i tanımladığı duygusal sınırlamalara yöneldi. Duygusal zeka ilk olarak akademik çalışmalarda yakalandı; fakat 90’lardan itibaren psikolojik bir sır olma yolunda ilerliyor.

Günümüzde salgın hastalık gibi çevremizi saran vahşi cinayetleri, yürümeyen evlilikleri ve gençlerin uyuşturucuya bağımlılıklarını düşük ahlaka ve karakter çöküşüne bağlamak biraz aptalca ve savunmacı olur. Bu hastalıkları duygusal ve psikolojik bozukluklara bağlamak ise o kadar da yanlış olmaz. Duygusal zeka düzeyini geliştirme olanağı gençleri aynı zamanda yaşamın zorluklarına karşı hazırlama fırsatını da doğurur. Öfkeyi kontrol edebilme, başkalarıyla iletişim kurabilme insanın gelecek başarısı için soyut zekanın ölçülmesi olan IQ sonucundan daha iyi bir gösterge değil mi?

“Vatan için” sahte para

massay | 26 October 2009 14:18

Tarihte öyle çok örneği vardır ki; olağan durumlarda suç teşkil eden bir eylem, “vatan için” yapılıyorsa kutsal bir hizmettir. Mehmed Muzaffer’in öyküsü bu örneklerden biridir işte.

1. Dünya Savaşı başlayalı bir yıl olmuştur. Emperyalist Avrupa’nın birleşik orduları, Osmanlı’nın ipini çekmek için Çanakkale‘ye dayanmış, ama hiç ummadıkları bir direniş karşısında 250.000 ölü vererek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Böylece Çanakkale’de ilk perde kapanmıştır.

Mehmed Muzaffer, öğretim gördüğü okulda ( Mekteb-i Sultani – günümüzün Galatasaray lisesi- Osmanlı’nın en önemli öğretim kurumu) bir gece ansızın bir karar vererek orduya yazılmak ister. Bu kararı verirken yalnız değildir. Mehmed Muzaffer ve bazı sınıf arkadaşları,
hocalarının “yapmayın, etmeyin, vatanın size başka alanlarda ihtiyacı var” şeklindeki yalvarma, yakarmalarına karşın okuldan kaçarlar.

Yıl 1916 Mart. Üç aylık talimden sonra “zabit namzedi” olarak Çanakkale’ye varır Mehmed Muzaffer.

Bermuda Üçgeni

massay | 19 October 2009 15:01

BERMUDA ÜÇGENİ
BERMUDA ÜÇGENİ

1945 yılında Amerikan Deniz Kuvvetleri’ne ait 5 bombardıman uçağı, bir keşif uçuşu için pistte son hazırlıklarını yaparlar. Saptanan rota; ilk olarak doğuya 120 mil, sonra kuzeye 7o mil ve sonra da üsse geri dönüştür. Uçuş iki saate planlıdır. Kalkıştan yaklaşık olarak 1,5 saat kadar sonra uçuş sorumlusu Taylor’un yakalanan telsiz konuşmasında; uçakların rotadan saptıkları, pusulaların devre dışı kaldığı öğrenilir. Son çare olarak kör uçuşla üsse dönmeye çalışacaklarını belirten Taylor’dan bağlantının kesilmesinden dolayı başka bir bilgi almak mümkün olmaz.

Uçuş kulesinin yardım çabaları sonuç vermemiştir. Yakıtın 6 saatlik bir uçuş için yeterli olduğu düşünüldüğünde, saat 19:00 sularında umutlar yitirilir.

Marie Curie 2

massay | 15 October 2009 13:03

1.kısım

Evlenmelerinin ardından Marie ve Pierre Curie, fizik okulundaki harap bir hangarı laboratuar olarak kullanıp deneylerine başladılar. Evlendikleri yılın 28 Aralık tarihinde Wilhelm Conrad Röntgen, “ X ışınları” keşfini resmi olarak duyurdu. Hemen ardından “Radyoaktivite” buluşunda Curie’lere ortak olacak olan bilim adamı Henri Becquerel, Uranyum’un kendiliğinden ışın yaydığını keşfetti. Becquerel’in yaptığı deneylerde bir fotoğraf filmi üzerine konulan Uranyum, filmi karartıyordu.

Bu bilimsel gelişmeler, Curie’lerin deneylerine yön verdi kuşkusuz. Onları hırslandırdı.

Yıl 1898. Çalışma defterinin 6 Şubat tarihli sayfasında Marie, çalışmalarını ve deneylerini not ettiği bölümün altına hangarın damının aktığını, içerisinin rüzgârla dolu olduğunu ve ısısını yazar, paralelinde protesto edercesine on tane nida işareti koyar. Bu zor koşullarda çalışmanın da Curie’leri hırslandırdığını, birbirlerine duydukları aşkı büyüttüğünü yıllar sonra kızına anlatacaktır Marie.

Yıl 1898. Marie, zehirli bir element olan Thorium üzerinde çalışırken uranyum gibi ışın saçtığını keşfetti. Böylece Becquerel’in 1896 yılında “Becquerel ışınları” adını verdiği buluşu daha genelleştirmiş ve adını “Radyoaktivite” olarak değiştirmiş oldu. Bu yeni buluş, Pierre ve Marie’nin uykularını kaçıran, tehlike sınırlarını unutturan sorular doğurdu. Sorular da cevapları.

Marie Curie 1

massay | 10 October 2009 18:10

Uygarlıkların gelişmesinde üstün nitelikleriyle ışık saçan, insanlık yolunu aydınlatan ünlü ya da isimsiz pek çok bilim adamı etken olmuştur. Bu üstün insanlar arasında ise Madam Cruie’nin ayrı bir yeri ve örnek bir yaşamı vardır. Kuşkusuz, pek çoğumuzun yaşantısından alacağımız dersler olacaktır.
7 Kasım 1867’de Varşova’da, Manya Sklodowska adında bir kız doğdu. Annesi baş öğretmen, babası ise St. Petersburg Üniversitesinde yüksek fen eğitimi görmüş bir fizik- matematik öğretmeniydi.
Sarışın, ela gözlü, solgun ve ince bir çocuktu Manya. Sınıflarda yaşı en küçük öğrenci olmasına rağmen daima birinci oldu. Ailesi yoksulluk içinde yaşıyordu, öyle ki, annesi çocuklarının ayakkabılarını kendisi yapardı. Manya çok iyi Rusça biliyordu, Rus lisesine devam etti. 9 yaşında ablası Zozia’ı tifüsten, 11 yaşında iken annesini tüberkülozdan kaybetti. Manya, liseyi kardeşleri gibi altın madalya alarak bitirdi. Boş zamanlarında Fransızca ve Rusça fizik, tıp ve sosyoloji kitapları okurdu. Filozofları ve şairleri de okuyor ve kadın işçilere gönüllü dersler veriyordu. Bir ara ablası Bronia’yı Paris’te Tıp Fakültesinde okutabilmek için zengin bir ailenin yanına mürebbiye olarak girdi. Bu sırada evin büyük oğlu ile aralarında bir gençlik aşkı doğdu, fakat gencin ailesi evlenmelerine izin vermedi, çünkü Manya bir mürebbiyeden başka bir şey değildi. Manya ileride anılarında şöyle diyecektir: “BAŞ KURALIM; NE KİŞİLERİN, NE DE OLAYLARIN BENİ ALT ETMESİNE İZİN VERMEMEK OLMUŞTUR.”
Manya, nihayet 1891’de 24 yaşındayken fizik eğitimi için Paris’e gider. Villette’de ablası Bronia ile doktor olan eniştesi Casimir’in yanında kalmaktadır. Koltuğunun altında eski deri bir çanta, yanakları kış rüzgârından kızarmış olarak durağa koşar ve imperial diye bilinen üç atın çektiği iki katlı bir omnibüse yetişir. Sonra Doğu garından ikinci bir omnibüs ve Sorbonne Üniversitesi.
Manya adı artık Fransızcaya çevrilmiş, Marie Sklodowska olmuştur. Marie, Sorbonne’de Fizik Fakültesi öğrencisidir artık. Ayda 100 frankla geçinmek zorundadır. Bu nedenle, Sorbonne’a yakın tavan arasında bir oda tuttu. Bilim uğruna rahatını fedaya hazırdı. 15 frankla kiraladığı bu çatı altındaki hizmetçi odasında ısıtma, elektrik ve su yoktu. Tavandaki tek küçük pencere dama açılır ve odaya ışık verirdi. Marie bu odayı bütün serveti ile süsledi: demir bir karyola, bir iskemle, bir masa, bir leğen. Polonya’dan getirdiği büyük bavulu hem elbise dolabı, hem de koltuk olarak kullanıyordu.
Sonra anılarında ömründe en sevdiği yerin o yoksul tavan arası olduğunu itiraf etmiştir. Marie, yol giderlerini azaltmak için Sorbonne’a her gün yürüyerek gidip gelir.

gece hızlanıyoruz.

massay | 08 October 2009 12:48

1970’lerde Paris gazetelerinde şöyle bir ilan çıkar:
” Ucuz ve hoş bir yolculuk istiyorsanız bize 1/4 frank yollayın.”
Birçok saf insan bu parayı yollar, kendilerine şöyle bir mektup gelir:
” Mösyö, sakin sakin yatağınızda dinleniniz ve dünyanın döndüğünü hatırlayınız. 49. enlemde (Paris’in enlemi) günde 25.000 km’den çok yolalmaktasınız. Güzel manzara istiyorsanız perdenizi açıp yıldızlı göklere bakınız.”
Bir süre sonra mektupları yollayan adam bulunur ve dolandırıcılıktan yargılanır, hüküm giyer. Söylendiğine göre adam para cezasını ödedikten sonra boynunu bükmüş ve Galile’ye benzer bir tavır takınarak ” Dünya yine de dönüyor” demiştir.

Aslında adam haklıdır. Çünkü dünya bir yandan güneş etrafındaki yörüngesi üzerinde saniyede 30 km. hızla kaymakta, bir yandan ekseni etrafında dönmektedir.
İlginç olan şudur:

HAYAL VE GERÇEK

massay | 06 October 2009 17:34

BİLİM KURGU YAZARLARI BİRÇOK ŞEYİ DAHA GERÇEKLEŞMEDEN ÇOK ÖNCE DÜŞÜNMÜŞLERDİ.

  • Casuslukla suçlanan devlet düşmanı Amerikan uyruklu bilim kurgu yazarı C. Cartmill.
    Bu genç 1944 yılında CIA ajanlarının ağlarına takıldı, çünkü ” Deadline” adlı öyküsünde büyük ayrıntıları ile bir atom bombasının nasıl işlediğini yazmıştı. Fakat o bunu bilemezdi. O sırada atom bombası ABD’nin en iyi saklanan sırlarından biriydi.
    İlk deney atom bombası, kitabın yayımından bir yıl sonra Amerika’da Arizona çölünde patlatılmıştı. Cartmill, bir casus olmadığını kanıtlamayı başardı. Onda çevresini saranların çoğunda olmayan büyük bir hayal gücü vardı.
    Cartmill, yarın neler olacağını noktası noktasına tahmin eden tek yazar değildi. Bilim kurgu yazarları çoğu kez bilim adamlarından daha büyük etki yarattılar. Onlar, birçok şeyi gerçekleşmeden çok önce hayallerinde yaratmışlardı.
  • Amerikalı Neil Armstrong Ay’a ayak bastığı zaman, birçok insan hayalinde çoktan Ay’da yaşamıştı. Jules Verne, Ay’a gidiş projesini uzun yıllar önce, o zamana göre bütün ayrıntılarıyla “Ay’a Seyahat” ında açıklamıştı. Onun bu açıklamaları, yıllar sonraki gerçeğe hayret edilecek kadar uymaktaydı.
  • Yörüngesinde sabit kalan uydular. Bu uzay cisimleri önceden hesap edilmiş bir yörüngede bulunurlar, bu sayede de daima dünyanın üstünde aynı bir noktada kalmaları sağlanmış olur. Bu fikrin patentini alacak biri bugün çoktan “köşeyi dönmüş” olurdu. Arthur C. Clarke böyle bir şeyin gerçekleşmesinden 20 yıl önce onu düşünmüştü. Fakat nedense böyle bir fikrin patentini almak hatırına bile gelmemişti. Bunun yerine bu dahiyane prensibinin ayrıntılarını bir Bilim Kurgu dergisinde yayımladı.
  • Aşı. İnsanların hastalıklara karşı aşı olmaları 1796 da başarıyla gerçekleşmişti. Oysa hastalık yaratan mikroplara karşı bu silahı ingiliz Francis Bacon ilk olarak 1627 de düşünmüştü.
  • Bugün hepimiz için çok olağan görünen şeylerin gerçekleşmesi için uzun yıllar geçmiştir. 1861’de Philip Reis’in çalıştırdığı ilk telefon da 1627’de bütün ayrıntılarıyla Francis Bacon tarafından düşünülmüştü.
  • 1850 yılında ilk metoroloji istasyonu kurulmuştu. O da 1627 yılında yine Bacon tarafından düşünülmüştü.
    1627 yılında yayınladığı “Yeni Atlantit” adındaki kitabında Bacon, bir denizaltıdan bile söz etmiştir. İlk laser 1960′ da gerçekleşti. Ölüm ışınları adı altında çok daha önce Isaac Asimov’un “Reason” adlı kitabında ve J.T. Mc Inlosh’un “The Bliss of Solitude” unda laserden söz edilmişti.
  • Gelecekte de bugün bir bilim kurgu yazarının düşünüp yazdığı, gerçekleşecektir. Amerika firmaları buna öylesine inanmaktadırlar ki, geleceğe ait romanları sürekli olarak dikkatle taramakta ve işe yarayan fikirleri araştırma konusu yapmaktadırlar.
  • Ve
    Robert Oppenheimer’in ( atom bombasının babası ) ünlü sözü:
    “Sokakta oynayan çocuklar, fizikteki en önemli sorunumu çözebilirler, çünkü onların, benim çoktandır yitirdiğim, duygusal bir algılama yöntemleri vardır.”