bildirgec.org

kadirgunay

12 yıl önce üye olmuş, 37 yazı yazmış. 170 yorum yazmış.

La Môme – Kaldırım Serçesi

kadirgunay | 10 April 2008 15:06

Fransa’nın en ünlü sanatçılarından hatta simgelerinden olan Edith Piaf‘ın hayatını konu alan film ağustos 2007 tarihinde ülkemizde gösterilmeye başladı.

La Mome - Kaldırım Serçesi Afiş
La Mome – Kaldırım Serçesi Afiş

Ünlü sanatçı Piaf’ın daha çok meşhur olma dönemi ve sonrasına değinen filmin kurgusu ve oyuncuların performansları gerçekten görülmeye değer. Küçük yaşta annesinin terketmesi sonucu büyük annesinin yanında kalmaya başlayan Piaf köyde başlayan salgın nedeni ile hasta olur. babasının ordudan geri dönmesi üzerine yeni bir hayata başlayacağını düşünse de tam tersine daha farklı bir ortamda yaşamaya başlar. babası bu sefer de işleri nedeni ile küçük piaf’ı annesinin yanına bırakır. annesi de genel ev işletmecisi bir kadındır. piaf hayatında hep hatırlayacağı ve çok mutlu olduğu anları burada geçirir. bunun yanı sıra gözünde oluşan enfeksiyon yüzünden bir süre göremez. daha sonra babasının gelip onu alması ile şehir şehir dolaşır. küçükken gözü için gidip dua ettiği sırada aklına kazınan azizenin onu sürekli koruduğunu düşünür. sokak köşelerinde şarkı söylerken sesini keşfeden bir yapımcı ile ünlü olma yolunda büyük bir adım atmış olur. artık çok fazla kazanıyor ve iyi yaşıyordur. hayatının aşkı olan marcel’e delice bağlıdır ve marcel’in yanına gelirken uçak kazası sonucu ölmesi üzerine girdiği depresyonu atlatması çok uzun zaman alır.

Stephen King’in 1408’i

kadirgunay | 10 April 2008 14:47

korku ve gerilim türünün ustası stephen king‘in kısa hikayesinden uyarlama oda 1408 2007 yılında sinema severler ile buluştu.

1408 Afiş
1408 Afiş

oyuncu kadrosunda tanıdık 2 isim hemen göze çarpıyor zaten, John Cusack ve Samuel L. Jackson. Filmde çok az görünen samuel l. jackson için bir şey diyemeyeceğim ama john cusack baştan sona rolün hakkını vermişe benziyor. Klasik bir gerilim filminin yanı sıra kullanılan efektler bana göre yetersizdi. Filmin konusuna gelince: seneler önce kızını hastalık nedeni ile kaybeden Mike Enslin herşeyi bırak yalnız yaşamaya ve korku romanları yazmaya başlar. Mike kendisine gelen teklifleri değerlendirerek çeşitli konaklama yerlerinde kalır ve oralara korku puanları verir aynı zamanda bunları kitabında toplar. Mike cinler, periler, hayaletler v.b hiçbir şeye inanmayan birisidir. Ta ki 1408 nolu oda ile duyduğu efsaneye kadar. otelin 1408 numaralı odası seneler önce ölümler nedeni ile kapatılmış ve kimseye verilmemiş. fakat mike inatla araya avukatını sokarak bu odayı tutar. otel müdürü samuel l. jackson mike’ı ikna etmek istese de bunu başaramaz ve filmimiz olağan heyecanı ile buradan itibaren başlar.

Bu Değirmenin Suyu Nereden Geliyor?

kadirgunay | 12 January 2008 15:48

90lı yılların modası olan özel televizyonların b.kunun çıktığı günüzmüde her kanalda bir yarışma programı karşıma çıkar oldu. Kimileri birilerinin maaşına denk ödüller alıyor, kimileri silindirleri buluyor aylıkları cukka ediyor, kimileri kutuları açıyor hass. tir olduğumuz rakamları alarak güle oynaya devam ediyor. Eyvallah kimsenin kazandığında gözümüz yok Allah daha da arttırsın diyoruz demesine de, bu değirmenin suyu nereden geliyor. Verilen miktarlar öyle az uz rakamlar değil hani. en düşüğü 50.000 lira en yükseği 500.000 lira. Ulan diyorum Kadir sen de katıl anasını satayım ne var ki 3 soru bilirsin alırsın 3-5 aylık para takılırsın ama sonra düşünüyorum da bu hıyarlığa ortak olmamalı. Yahu adamlar dünyanın parasını dağıtıyor, milleti böyle osuruktan şeylerle uyutuyorlar ama kimsenin sesi çıkmıyor.

Mim Sanatı ve Michel Courtemanche

kadirgunay | 05 January 2008 16:26

Michel Courtemanche
Michel Courtemanche

Michel Courtemanche bir pandomim sanatçısıdır. 11 Aralık 1964 yılında Kanada’ nın Laval, Quebec bölgesinde dünyay gelmiştir. Bu adamla tanışmam yine pilli komünitesinin bir ürünü olan sosyomatta bir arkadaşımın videolarına eklemesi ile oldu. Nedir deyip tıkladığımda karşımda müthiş bir yetenek gördüm. Michel Courtemanche’ ye az sonra yine döneceğim fakat şimdi mim sanatından biraz bahsedelim. Mim sanatı, Grekce “mimeisthai” taklit etmek veya temsil etmek anlamına geliyor. Pandomim ise fransız kökenli bir sözcüktür “pantomime” ve Türk Dil Kurumu tarafından; “Düşünce ve duyguları müzik veya türlü eşyalar eşliğinde bazen dansla, bazen de gövde ve yüz hareketleriyle yansıtmayı amaçlayan oyun, sözsüz oyun.” olarak açıklanır.

Karanlık Odadan Mektuplar 7

kadirgunay | 23 September 2007 03:17

bazen kırarız istemeden “herkesi” ama bilmeyiz aslında “herkes” dediklerimiz değerleri ile sıyrılmıştır diğerlerinden… tutmayız sözlerimizi ve bize uzatılan elleri. görmeyiz aslında sevgileri ve adımıza yapılan sayısız gerçeği.
giderken üzülür hep “herkes”, birilerini kaybederken ve dilimize gelir sözler ama söyleyemeyiz. bilmeden yaşarız aslında “herkes” kimdir ve nedir? anlatmak isterler ya da göstermek bazen sevgi ile bazen değer ile bazen de… susarız içimize atarız ve ekleriz “kurtar beni…” gösterilmez aslında değerler ve gösterilirse de anlamı kalmaz aslında kime ve neye. zamanı geri almak için aslında “herkes” gibi çabalarız ama nafile.
zaten “herkes” de zamanı geri almak için çabalamaz bunu anlayamayız. “herkes” içinden çıkıp bambaşka bir şekilde olduğumuz söylenir ama söylediklerimiz gülüp geçerler “herkes” gibi yine ve yine… şimdilerde eksik kalan yanlarımızı anlatırız ve yine ekleriz “birisine güvendim, kendimi teslim ettim ve yine “herkes” gibi yanlış zaman yanlış insan”.
sarılmayız aslında uzaklar da bile olsa, önemini bilinmez değersiz taş gibi davranız “herkes” e… yaşamak isteriz sonra, atamadığımız adımları atmak ve bu sefer biz uzatmak isteriz elimizi “herkes” dediğimiz kişiye, bir bakarız ki “herkes” gibi o da gitmiş bilinmezlere ve arkası dönük uzak yerlere… koşmak isteriz “herkes” gibi tükeniriz yarı yolda çünkü “herkes” dediğimiz yaklaşırken attığı adımları hep çoğaltarak gider uzaklaşırken bizden ve bu sefer o ekler “herkes gibi olmaktansa hiç yaşanmamış ve başlamamış bu değerler kavramının kaçan kahramanı olmak…”

bazen biz de ağlarız ama akmaz gözyaşlarımız “herkes” gibi…

Karanlık Odadan Mektuplar 6

kadirgunay | 11 September 2007 10:35

Yalnız geçen zamanlarımın birer intikamı gibi bu saatler. Acımasız ve keskin. Olduramadığım her isteğimin, insafsızca yargısı. Kusursuz bir başkaldırış sonrası dayanılmaz acıların başlangıcı. Her bir kırbacın acısına bir sonrakinin hızı ekleniyor. Vücuduma değmeden tenimin sızlamalarını hissediyorum. Acı ama gerçek olan, içimdeki sessiz çığlıkların ruhumdaki yankılarını duyabiliyorum. Kararsız, güçlü ve içler acısı…
Gözlerimde biriken yaşlarımın sıcaklığı içime attığım sevgilerimi besliyor. Öldürmüyor, tam aksine güçlendiriyor. Kanayan yaralarımın o güçlü tırmanışı durmak bilmiyor sanki. Hissettiklerim, daha önce yaşanmamış bir hayat misali. Her bir yara, ölüme götürürcesine karşımda sırıtırken, daha sonra yaşayacaklarımın reklamını yapıyor.

Dayanılmaz acıların, kusursuz afişi…

Karanlık Odadan Mektuplar 5

kadirgunay | 30 August 2007 10:58

Susmanın verdiği rahatlığın yanında terkedilişin hüzünüyle kendime gelmek isterken verdiğin o gülü buldum, kurumuş, solmuş ve eskimiş… İçinde gizlediği sevginin yok olmasını izlerken kırmızının saf hali yerine kusursuz bir siyahlık vardı. Gözlerimden inen iki damla gözyaşı üzerine düşerken attığı çığlık sana verdiğim sevginin ve değerlerin akibetini anlatmak için yeterdi aslında fakat sen duyamadın. Görmek istediğin gibi görüp, duymak istediğin gibi duydun… Ansızın ve açıklama yapmadan. Yaşanan tüm güzellikleri saklamış içinde bu kuru gül. Biriktirmiş… Acıların çığlıklarına kifayetsiz cümleleri eklerken olası bir geri dönüş için hep bir umut beklemiş. Geri dönmek kolay da eskisi gibi sevmek, geri döndüğün kadar kolay mı?

Karanlık Odadan Mektuplar

kadirgunay | 28 August 2007 09:56

yarım kalmış bir yazının üstün körü çizilmiş küçük karakterleri arasında bir yüz belirdi. konuşmak istercesine ellerini oynatıyor, kendini parçalıyordu… yapamadıklarını anlatması için çizenden rehber olmasını istemişti, ilk cümle şöyle başlıyordu “yarım kalan her veda için bir kez daha sev…”

rehber anlayamamıştı ve birden ne olduğunu unuttu. kendini kaleminden düşen sözcüklerin ve çizgilerin içinde buldu. içine girdiği yazının akibetini anlamak istercesine her satırın üzerinde durdu, baktı ve düşündü. anlayamadı…
gördükleri onu daraltmıştı aslında ve kendine kızmaya başlamıştı, bunları yazan o olamazdı. zaten o değildi yazan içindeki kırık kalbi onu kontrol etmiş ve hiç ummadığı bir yere götürmüştü. geçmişi aslında o kadar karanlıktı ki, şaşkınlıktan ziyade yeniden yaşaması ona acı vermişti. tutunmak istedi çengeli olan harflere ama yapamadı. tuttuğu her çengelli harf geçmişin verdiği yorgunlukla eridi gitti. sebepsiz yere homurdanmaya başlamıştı, geçmişine küfrediyor bir an önce buradan çıkmak istiyordu. satırın sonuna geldiğinde az önce onunla konuşmaya çalışan o küçük karakter ona bakıyordu yaşlı gözlerle. kağıt ıslanmıştı. kalemin ucundan çıkan o sebepsiz cümleler ve çizimler nemlenmiş yok olmaya başlamıştı.
küçük bir söz ile olduğu yerden fırladı, içine düştüğü hayalden uyanmış yazmak için yeniden kalemi eline aldığında artık çok geç olduğunu biliyordu, konuşmak isteyen küçük karakter ona kendini anlatmak isterken kaybolmuştu. acıların içinde biriktirdiği sevgiyi rehbere vermek adına yok oluşunu hazırlamış ve son cümleyi kimseye bırakmadan kendisi yazmıştı; “gülümse birkez benim için eğer duyuyorsan…”

Adalı Hasan

kadirgunay | 22 August 2007 09:37

herşey o saatin çıkardığı ses ile başladı. nik nak nik nak… dilim dönmezdi söyleyemezdim tik tak tik tak. adı ordan kaldı. Efeydi iriydi babaydı. 5 kızı vardı 1 erkek çocuğu. hiçbirisini ayırmazmış. sonra teker teker evlendirdi. torun sahibi oldu. sülalesi kalabalıktı. seneler sonra konuşmaya başladığımda ve duyulanları anladığımda onun beni nasıl sevdiğini anlamıştım çok küçük olsam da…

Adı Hasandı. Adalı Hasan. 25 sene kahve işletti. herkes onun mertliğini ve cömertliğini bilirdi. bir de ada macerasını. zaten kahvesinin adı da Adalıydı. dedem di benim saçları her zaman gür sözü her zaman sert. efem derdi bana. ben uzaktım ona diğer torunları hep yanındaydı hemen her gün severdi onları… ben sadece yazları görürdüm Adalı Hasan’ ı. Hacı oldu geldi. o saatten sonra ağzına ne rakı koydu ne de küfür. uzun süre en iyi oynadığı oyunu bile oynamadı. pokeri, tavlayı, okeyi… hatırlıyorum geceleri gelirdi kahveden çocuktum uyuyakalırdım ama bilirdim geleceği zamanı. hemen masa kurulurdu. afyon soğuk yer. onbeş tatilde gittiğimizde özlediğim o sıcak soba ortamına kavuşurduk. Adalı geldiğinde rakı eksik olmazdı masada tabi hacca gitmeden önce… bana da içirmişti çay bardağında. iç efem demişti…