bildirgec.org

finten

12 yıl önce üye olmuş, 9 yazı yazmış. 2 yorum yazmış.

N’olacak bu Beşiktaş’ın hali?!

finten | 17 October 2005 00:44

Hakikatten n’olcak Beşiktaş’ın hali?

Az önce Beşiktaş – Kayserispor maçını izledim. Lig’de bir şeyler olur diye heyecanlı falan değilim, fakat Perşembe günü oynanacak olan Bolton maçını aklıma getirdiğimde kara kara düşünürken buldum kendimi! Beşiktaş bir takım bile değil ki, nasıl olacak, ne olacak?

Kalede Cordoba var, Allah için iyi kaleci, zaten o da olmasa Beşiktaş’ın hali perişan olurdu.Adam bir stoper, bir libero, hatta bir orta saha gibi oynuyor. Daha n’apsın?

Defansta İbrahim Toroman – Koray – Mustafa Doğan’ı oynatmış Rıza hoca. Yahu bu İbrahim Milli maçta başka oynuyor Beşiktaş’ta bambaşka! Neden? Adamdan bek yapmaya çalışmış da o yüzden! Koray bir orta saha oyuncusu, ağır, ne işi var son adam olarak? Orta sahada ondan faydalansana hocam! Ronaldo’yu neden gönderdin o zaman? Mustafa Doğan futbol oynayabilecek olsaydı herhalde Almanya’da devam ederdi? Mustafa’yı oynat, Emre Aşık’ı kadroya alma, neden?

Petek Dinçöz Dinlemenin Dayanılmaz Hafifliği !

finten | 05 June 2003 11:12

Acıyı azaltmak ya da yoksaymak için herkesin kendine göre yöntemleri vardır. Ben de Petek Dinçöz dinliyorum. Mesela şöyle favkalade bir şarkısı var, “ben aşkı sende buldum sen bedende, benden sonra onu mu buldun, zevksiz sen de” şeklinde.

Eskiden itiraf ediyorum ki, utanırdım. Çünkü gerçekten ne idüğü belirsiz, abuk, müzikal anlamda bir faciadır bu hatunun şarkıları. Ama birden farkettim ki, acı çekerken en son dinlemem gereken, iç burkucu chansonlar, undenied, creep, ya da benzeri mükemmel ötesi şarkılar! Petek Dinçöz, Nez, ne bileyim Hülya Avşar falan, o kadar abuk, o kadar kalitesiz şarkılar söylüyorlar ki, insan, ya da en azından ben, içimin kalkmasından hüzünlenmeye, acı çekmeye falan fırsat bulamıyorum!

Aferin bana, yine terkedildim!

finten | 28 May 2003 10:04

Sakin kalmayı becerebilmek önemlidir. Ben ne kaybettiysem, sakin kalamadığım için kaybettim. Sabırsızım her şeyden önce. Sabırsız ve pimpirikli… İçimde, ne zaman ne şekilde oraya yerleştiğini bilemediğim bir terkedilme, kaybetme korkusu var ki, basiretimi bağlayan, huzurumu kaçıran, ve hatta en nihayetinde terk edilmeme sebep olan işte tam da bu korku!

Beni ilk kim terketti, ilk kimde hayal kırıklığı yaşadım, ve bu hayal kırıklığımı hangi terkedilmişlik duygusundan dolayı sonraki yıllara taşıyarak kemikleştirdim, bilemiyorum. Belki her şeyden önce öğrenmem gereken bu. Peki öğrensem, öğrenebilsem, beni o ilk terk eden kişiyi içimde affetsem, sakin kalmaya becerebilir miyim ?

Candan Chante Hier Pour Aujourd’hui

finten | 24 May 2003 02:46

Candan Erçetin’i henüz türkçe pop müzik piyasasında adını duyurmadığı zamanlardan beri tanırım. Kendisi bilindiği üzere GalatasaraY Lisesi’nde müzik hocalığı yapmakta.

İlk albümü “Hazırım”‘ı ilk dinleyenlerden biri de herhalde benim,eski bir öğrencisi olarak çok heyecanlanarak dinlemiştim. Onu takip eden albümlerde de (Çapkın, Elbette, Neden ) ve remix albümlerinde de oldukça başarılı işlere imza atmıştı, ancak onun fransız chansonlarını ne kadar güzel söylediğini bilen kesim yıllardır kendisinden böyle bir çalışma bekliyordu.

Ve nihayet geçtiğimiz hafta Candan Erçetin Chante Hier Pour Aujourd’hui ( Candan dünü bugün için söylüyor ) adlı albümü piyasaya çıktı.

Aklımda gidip kendimi bir yerden atmak yok…

finten | 08 May 2003 17:05

Aklımda gidip kendimi bir yerden atmak yok. Yani kendimi öldürmeyi düşünmüyorum. Ama fikri gerçekten çok hoşuma gidiyor. Düşüncesi bile içimi rahatlatıyor. Uzun zamandır cebimdeki B planı değildi kendini öldürmek. Ama geçenlerde düşüverdi yeniden aklıma; biri var, sevgilim mi desem, en büyük aşkım mı, taptığım kadın mı, bilemedim. Ne farkeder ki, var işte biri. Bir anda onun artık olmadığını düşündüm, yani öldüğünü ya da çooook uzaklara gittiğini falan. “ Bu arabanın içinde birlikteyken ölürsem annem seni paralar” demişti, annene ne lüzum var bebeğim, benim zaten beynim boşalır. Fiziken yaşarım belki çünkü kendimi öldürecek bilinci bulamam kendimde ama ben de ölürüm seninle. Bilincim açıksa da işte o zaman atlarım. Sen düşersen ben de düşerim. Elimsin, kolumsun, benden bir parçasın çünkü, hatta kalbimsin, elsiz kolsuz yaşanır da, kalbin ölürse ne olur ? Yapamam… Bir an gözümün önünden ayırmak istemiyorum seni. Geceyarısı çalan her telefonda kriz geçirecek kadar hızlı atıyor kalbim, sana her ulaşamayışımda, o lanet kadın her “aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor” deyişinde, kalbim zaten bir kez duruyor. Bir gün gerçekten ulaşamazsam sana, o zaman sonsuza dek durdurmak gerekir onu, ben taşıyamam içimde. Yapamam…

Kiralık Konak’ta Madame Bovary Etkileri

finten | 03 May 2003 23:32

“Kiralık Konak” Yakup Kadri’nin ilk romanıdır. Yazarın bir çok romanına önsöz yazmış olan Atilla Özkırımlı’nın da belirttiği gibi, her ne kadar “Yaban”’ın popülerliğinin gölgesinde kalmışsa da, “Kiralık Konak”, işlediği dönemin olgularını ve batılılaşma sürecinde kuşaklar arasında yaşanan çelişki ve çatışmaları gözler önüne sermesi açısından hem Yakup Kadri’nin hem de Türk romanının en önemli yapıtlarından biridir. Yakup Kadri ve romanı “Kiralık Konak” üzerine söylenecek çok söz olmasına karşın, kısaca romandaki genel karakterlerden bahsedildikten sonra,bu incelemenin odak noktası Dr. Niyazi Akı’nın “Yakup Kadri Karaosmanoğlu; İnsan–Eser–Fikir–Üslûp “ adlı kitabındaki incelemelerden faydalanılarak, Seniha ve G.Flaubert’in Emma – Madame Bovary karakterlerinin karşılaştırılması olacaktır.

Romanda anlatılan olayların yaşandığı dönem, II. Meşrutiyet yıllarıdır. Yakup Kadri, daha romanının başında eski ve yeni devirler arasındaki farklılıkları sıralamaya başlar; “ zamanlar artık eski zamanlar değil, iki sene içinde pek çok adetler değişti (…) “ . “ İstanbul’da iki devri oldu: Biri İstanbulin, diğeri redingot devri… Osmanlılar hiçbir zaman bu İstanbulin devrindeki kadar zarif, temiz ve kibar olmadılar (…) “ . Yazar romanın ilk bölümünde olayların baş kahramanı Seniha’nın dedesi olan Naim Efendi, damadı Servet Bey ve kızı Sekine Hanım’ın birbirleriyle ve çevreleriyle ilişkilerini eski-yeni karşılaştırması dahilinde anlatarak İstanbul’un sözü edilen bu iki devrini okuyucuya anlatır. Yazarın betimlemelerinde Naim Efendi’ye duyulan bir acıma duygusu görülmektedir; “ (…) Naim Efendi, yeni sazdan, yeni şarkılardan zevk almak şöyle dursun, son senelerde artık yazılan ve konuşulan Türkçe’yi de anlamıyordu. (…) Naim Efendi evvela damadı, sonra torunları sayesinde daha nelere alışmıştı… Biçare adam kızı evlendiği günden beri, aşağı yukarı yirmi senedir, her gün bir eski itiyada veda etmekten ve her gün yeni bir mecburiyete katlanmaktan başka bir şey yapmıyor (…) .Eski dönemden gelen alışkanlıkları, terbiye ve görgüsü dolayısıyla yenilikler karşısında Naim Efendi’nin şaşkınlığı, eski-yeni sorunsalının o dönemde yaşayan kişiler üzerindeki etkisini ortaya koymaktadır. Yeni devri örnekleyen karakterlerden Servet Bey ise, “ züppe “, “garabet yapan, tatlı su Frenkleriyle düşüp kalkan, yabani ve perişan bir sesle bir takım opera parçaları terennüm eden” bir kişilik olarak tasvir edilmiştir. Servet Bey’in takdiminden sonra, oğlu, Seninha’nın kardeş Cemil de kısaca anlatılır. Cemil’in Beyoğlu gecelerine olan düşkünlüğü, Beyoğlu’nda oturan metresi ve Cemil’in genel davranış biçimi anlatıldıktan sonra romanın baş karakteri olan Seniha’ya geçilir.

Kızıl olmak ya da…

finten | 02 May 2003 11:06

Yaş henüz onyedi. O yaştaki her genç kız gibi ergenliğin kendini en çok dışa vurduğu dönemler yani. Sivilceler azalmış,göğüsler iyice belirginleşmiş,vücud hatları oturmaya başlamıştır.Ufak çaplı flörtler de son hız devam etmektedir. Duygusal fırtınalar, gençlik bunalımları da pek tabii ki.

Bir kadın bunalıma girince ne yapar? Ya alışverişe çıkar, ya da saçlarıyla oynar! Yani kestirir, boyatır, gölge attırır, eğer biraz cesursa kazıtır bile! İşte yine ergenlik bunalımlarımdan birini yaşarken birden aklıma çok dahiyane (!) bir fikir düştü;”e kuaföre gideyim, saçımın rengini değiştireyim, kızıl olsun, sarı çok yapay duruyor, siyahı da değiştirmek çok zor, hem kızıl değişik daha”. O zamanlar kendime neden sormadığımı anlayamadığım bir soru var; “e sarı yapay da, senin istediğin kızıl çok mu doğal???” diye sormuş olsa idim, şimdi belki de az sonra yazacaklarım başıma gelmeyecekti!Neyse efendim. Kafaya konmuş bir kere, kuaföre gidildi ve tüm aile eşrafının karşı koyuşlarına rağmen saçlar kızıla boyatıldı. Tabii ki beğenilmedi! Çünkü kadın arkadaşlar bilir, “kızılı tutturabilmek” diye bir kavram vardır ki, henüz uygulanmışına rastlanmamıştır. Ya çok koyu olur, ya çok kırmızı, ya kırmızısı azdır, ya bakıra çok kaçmıştır. Spotların altında kahverengi sanılan saç renginiz güneş ışığında başınızdan aşağı bir kutu kırmızı filli boya geçmiş gibi durur. Bu sefer de “ay çok mu dikkat çekiyorum” diye içiniz içinizi yer. Saçlar kızıl olduğu için (ateş rengi ya) genellikle bakımlı gezmek mecburiyetiniz doğar! Saç kızıldır,herkes size bakar ve tabii bu anlarda eşorfmanla geziyor oluşunuz insanları hayal kırklığına uğratır.

Ölüm ve Çaresizlik

finten | 30 April 2003 11:49

Her şey yoluna girmek üzeredir.Hayata nihayet tutunmayı denemektedir en yakınınızdaki dostunuz. Ama bir gün, ölüm gelir onu bulur. Onu değil, onun yaşamındaki birini çekip alır. İşte o zaman diyecek hiçbir şeyiniz kalmaz. Dünyanın her türlü gailesi,onun her türlü sorunu için çözüm üretebilirsiniz belki,avutabilirsiniz,ama ölüm söz konusu olduğunda öyle anlamsız ve çaresiz kalakalırsınız. Söylenebilecek hiçbir şey yoktur. Inançlı biriyse, “takdir-i ilahi” diyebilirsiniz, “başın sağolsun” dediğinizde bu “iyi ki sen ölmedin” olarak bile algılanabilir. Yapacak tek şey öylece durmaktır. Omuz ararsa orada olmak, nasıl olduğunu sormak, ve sonra da susmak… İşte o suskunluk anlarında, en sevdiğinizin sizden adım adım uzaklaştığını hissedersiniz, tutmak ister,tutamazsınız. Olur da ağzından bir iki sözcük çıkarsa, söyleyecek hiçbir şey bulamazsınız, yine de bir şey söylemek istersiniz. Avutmaya çalışırsınız, belki ölümden sonraki hayattan sözetmeyi denersiniz, inançlı biriyse karşınızdaki, dersiniz ki “onun için hayırlısı buymuş”, ya da “cennete gitmiştir, iyidir, merak etme”… Peki ya “evet bunları biliyorum, öldüğüne de üzülmüyorum, sadece çok özlüyorum” cevabını aldığınızda ne yapabilirsiniz? Hiç…

Ölüm ve Çaresizlik

finten | 30 April 2003 11:14

Her şey yoluna girmek üzeredir.Hayata nihayet tutunmayı denemektedir en yakınınızdaki dostunuz. Ama bir gün, ölüm gelir onu bulur. Onu değil, onun yaşamındaki birini çekip alır. İşte o zaman diyecek hiçbir şeyiniz kalmaz. Dünyanın her türlü gailesi,onun her türlü sorunu için çözüm üretebilirsiniz belki,avutabilirsiniz,ama ölüm söz konusu olduğunda öyle anlamsız ve çaresiz kalakalırsınız.Söylenebilecek hiçbir şey yoktur. Inançlı biriyse, “takdir-i ilahi” diyebilirsiniz, “başın sağolsun” dediğinizde bu “iyi ki sen ölmedin” olarak bile algılanabilir. Yapacak tek şey öylece durmaktır. Omuz ararsa orada olmak, nasıl olduğunu sormak, ve sonra da susmak… İşte o suskunluk anlarında, en sevdiğinizin sizden adım adım uzaklaştığını hissedersiniz, tutmak ister,tutamazsınız. Olur da ağzından bir iki sözcük çıkarsa, söyleyecek hiçbir şey bulamazsınız, yine de bir şey söylemek istersiniz. Avutmaya çalışırsınız, belki ölümden sonraki hayattan sözetmeyi denersiniz, inançlı biriyse karşınızdaki, dersiniz ki “onun için hayırlısı buymuş”, ya da “cennete gitmiştir, iyidir, merak etme”… Peki ya “evet bunları biliyorum, öldüğüne de üzülmüyorum, sadece çok özlüyorum” cevabını aldığınızda ne yapabilirsiniz? Hiç…