bildirgec.org

zenginlik hakkında tüm yazılar

ANTALYA (kırkgöz)

akoni | 23 April 2009 11:01

Her çiçeğe bir anlam yüklenir. Nilüfer çiçeği yenilenmeyi sembolize eder. Antalya’nın kırkgöz su kaynaklarında açan bu nadide Nilüferler de , umarım güzel günlerin habercisi olur.

Kırkgöz sadece doğal güzelliği ile değil, tarihi zenginlikleriyle de dikkat çeken bir bölge. Antalya’nın giriş kapısı olarak adlandırılabilecek Burdur yolu üzerindeki kırkgöz kaynaklarının hemen yanında tarihi kırkgöz Han bulunuyor. II. Gıyaseddin Keyhüsrev Bin Keykubat tarafından (1236-1246) yapılmış.

Tiki(ler)

gedaiask | 31 December 2008 09:43

kendilerini homo sapiens sapiens sapiens formunda gören, sadece ankara yahut istanbulda değil, yurdumuzun çoğu vilayetinde mevcut olan, daha doğrusu lacoste , armani, tommy hilfiger, chanel, paul & shark gibi markaların ürünlerinin satıldığı şehirlerde bulunan,”ay tanjuuu bugün nike giydi ondan ayrılsam mı acaba??” deyip, kendisine “niye” diye sorulduğunda ” nike artıkın herkes giyiyooo…onu ben 10 sene once kimse alamazken giyiyordum çünkiii..” diye cevap verdikten sonra yüce tiki divanından onay alıp tanjusundan ayrılabilen, iyi bir markayı güzel göründüğü için değil, sadece üzerindeki timsahcık,kartal kanadı, köpek balığı, kıçları birbine girmiş iki tane c harfi, d ve g harfleri gibi basit küçük armalar olduğu için satın alan, değil şu güzel ülkemizin ekonomik açıdan en şanslı %5 lik diliminde olduğu için tanrıya şükretmek, ortamlarındaki en kötü araba kendisinde olduğu için “lanet olsun porche arabam nasıl olamaz bıktım audi tt den… demmek ki allah beni sevmiyor, o zaman al sana lanet olasııı.. ben de ateist olurum…bak oldum..zaten bu aralar ateizm in, teizm out..” diyebilen,her zaman tüketen , (zaten ondan insanlığa ,vatana yurda hayır bekleyenlerin… ) , aşağılık olarak gördüğü ilkel afrika kabilelerinden zihin olarak yüz kat daha iptidai insan modeli…

Piyangoda Yitirilmiş Hayatlar

keremx | 07 November 2008 13:16

MİLLİ PİYANGODAN BÜYÜK İKRAMİYE SİZE ÇIKSAYDI…

Hayatımda hiç milli piyango almadım. Bir takım özel çekilişlere katıldım tabi. Bunlarda da pek şanslı olduğum söylenemez. En son Carrefour alışveriş çekilişinde şansım olsaydı, araba hediyesi bana çıkardı. Bu tür çekilişlerde kayda geçen kazancım hiç olmadı.

İlkokulda başarı derecemden dolayı, Milli Eğitim Bakanlığı Ankara Çankaya’da arsa hediye etmişti. Yine dünya malı konusunda nasibim olsaydı, şu an değeri trilyonları bulan bu arsa şimdi elimde olurdu. Velhasıl dünya malına hiç hasretim olmadı çok şükür. Sanırım bu yüzden çok zenginim şimdi.. Büyüklerimizin dediği gibi: “Kanaat gibi zenginlik yok.”

uçan ferrari geliyor.

ondertex | 05 November 2008 15:46

Dünyanın en pahalı arabalarından biri olan Ferrari marka otomobilleri üreten İtalyan firma 2 sene içerisinde uçan bir araba yapmayı planladıklarını belirtmiş.Arabanın 800 bin dolardan satılması öngörülüyormuş.Geçmişdeki bilim kurgu filmleri bugünün gerçeği oluyor.Uçan arabalar artık bir hayal değil.kaynak

korkunç yemek istatistikleri

pisho | 31 July 2008 23:53

Aşağıdaki resimlerde bir dizi aile ve sahip oldukları yemekler dolar bazında karşılaştırılmış .. ilk resimle son resim arasındaki farkı görünce bildirinin başlığını neden korkunç yemek istatistikleri bıraktığımı anlayacaksınız.

almanya : Bargteheide kentinde yaşayan Melander ailesi

haftalık gıda masrafları : $500.07

Alman aile
Alman aile

A.B.D : kuzey karolina‘lı Revis ailesi

Bu da geçer…

| 30 July 2008 13:46

http://www.sufizmveinsan.com/cuma/budagecer.html

Kırmızı Bir Ataş Nasıl Ev Oldu

woofwoof | 28 November 2007 09:08

İnterneti ve aklını kullanarak zengin olanların sayısı az değil. Kyle MacDonald‘ı ise bu kişilerden ayıran bir fark var. O zengin olmayı değil, yalnızca bir ev sahibi olmayı hayal etti.

one red paperclip” isimli blogunu 12 Temmuz 2005’te başlattı. İlk mesajı çok basitti. Elinde kırmızı bir ataş vardı ve bunu daha değerli veya daha büyük herhangi bir şeyle takas etmek istiyordu. Takası yapacağına söz verenin yanına nerede olduğunu hiç önemsemeden gidecekti. Bir takas zinciri kurup bir ev, ada veya bir ada üzerinde ev sahibi olmak istediğini söyledi.

Kyle MacDonald
Kyle MacDonald

İlk takası sonunda balık şeklinde bir kalem aldı. Onu eve götüren sonraki takasları sırasıyla şöyle:
kapıkolu – alet çantası – jeneratör – fıçı bira ve ışıklı tabeladan oluşan çabuk parti seti (bunu görmeniz lazım) – kar motorsikleti – Yahk‘a kayak tatili – karavan – albüm kontratı – phoenix’te bir sene lüks bir evde konaklama – alice cooper ile akşam yemeği – kiss snowglobe – bir filmde rol alma – ve sonunda 11 Temmuz 2006’da Kanada’da bir EV.

Aldığı ev
Aldığı ev

Tabii bu sırada ünlü olmayı da ihmal etmedi. TV kanallarına çıktı, röportajlar verdi, hakkında yazılar yazıldı.
Bir de kitap yazdı.

Yazmaya Dair

siirimsi | 30 October 2007 16:58

Belki de yaşamdan beklediğin her şey, burada, bu kelimeler arasındadır, kimbilir?...
Belki de yaşamdan beklediğin her şey, burada, bu kelimeler arasındadır, kimbilir?…

Yazmaya Dair,

İlk başlarken kendim için, diyordum, yeniden yazmanın, başlamanın mutluluğu yeterli, bu huzuru, bu ince köprüyü kurmak hayatıma bir anlam katacak, başarmanın yüceltilme duygusu bana yeterli diyordum… Her zaman kanaatkar bir insan olmama rağmen yazmakta bunu başaramadım sanırım… Başladım, devam ettikçe duygular başka yönlere kaydı sanki… Yazdıkça yenileniyor, her konuda, her cümlede yazacak bir yön keşfetmeye çalışıyor buluyorsunuz kendinizi… Hele de bir konuya, düşünceye odaklandıysan bir hayalet gibi beyninde kurtlar dolana dolana sarıyor sayfalarını, günlerini, düşüncelerini, beynini kemirir oluyor yazacakların, ister istemez… Nasıl yazsam, ne yazsam, çok güzel olmalı, çok okunmalı, beğenilmeli, beğenildikçe büyümeliyim düşüncesi, yazdıkça büyümenin hırsı ve arzusu kelimelerinin arasında hapsediyor yazılarını… Kendim için_leri aşan, özgürce yazmayı sınırlayan bir şey bu… Belki de ben yazmaya başlayınca dünya sallanacak, yazılarımla bir depremi yaşatacağım duygusu ve bencilce düşünceleri kapladı mütevazi düşüncelerimi… Halbuki ne yer sallanıyor, ne de gökte bir kıpırdanma var… Bu, insana has bir duygu da olsa, herkesin başına gelebilir, her insan ister bunu, deseniz de bu konumdan memnun olmadığımı söylemeliyim… Çünkü yazmak öyle bir şey ki, olağan, sıradanlığı yaşatan bir eylem olmalı, bir akıntıya atmalısın kendini, ama kurtarılmayı beklememelisin. Yazdıkça kendini yenileyen ve akıntıdan kendi çırpınışlarınla bir dala tutanabileceğin bir sel bu… Her yağmurda yıkanan, arınan bir saflık duygusu olmalı… Yoksa sahteciliği kelimelerin arasından kurtaramazsın… Yazmak bencilliği sevmiyor çünkü, hapsi sevmiyor, dünyada en çok özgürlüğü seven olgu bu yazma eylemi… Kelimelerin hapsi müebbet bir susuşa, arada bir de görüşe çıksan da, güneşe uzaktan bakmaya itiyor gitgide. Ne yazarsan yaz, istediğini aktaramıyorsun elinde olmadan, doğallığı kaybediyorsun çünkü… Saflığını kaybettikten sonra da yazdıklarının bir anlam taşıması mümkün değil… Tıpkı yaşamdan saydığın her an gibi, gerçekten hissetmedikçe yaşamış sayılmazsın çünkü… Yazmanın tutkusu ise ne aşka benziyor, ne evliliğe, ne sadakate, ne de kendine ihanete… Nasıl etmeli, ne yapmalı da bu hapsi özgürlüğe çevirmeli bilmiyorum ama, bunu da aşabileceğimden eminim… Hangi geçilmez köprüleri geçmedim ben, hangi ferkul’ u yenmedim ki… Bunu da başarabilirim, eminim…