bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

bir albüm bir kitap bir film…

kahramancayirli | 29 May 2009 16:36

yasemin mori mi?
yasemin mori mi?
yalın mı?
yalın mı?

Yalın’ın yeni şarkılarını dinlediniz mi? Çalıştığı aranjörleri değiştirmesi nefis yansımış yeni şarkılarına. Sözleri bir parça daha yaratıcı, şarkı söyleyişi iki parmak daha yükselmiş sanki. Belki bunda da yeni aranjörlerin payı vardır, belki tamamen kendi yeteneğidir, bilemeyiz..
Bit Pazarı şarkısının girişini de bu yılki Eurovision şarkısının müziğine benzetenler oldu. Neyse ki ciddi müzisyenlerimiz sadece ritmin bir miktar benzediğini söyledi, konu kapandı.Tesadüfen Yasemin Mori’nin birkaç şarkısına rastladım derken, albümündeki tüm şarkılar sardı. Keşke başka bir şarkısını kliplendirseymiş, belki de çok daha fazla insana ulaşabilirdi. Tabii büyük kitleler tarafından dinlenmek istiyorsa kendisi..Oda Hizmetçisinin Günlüğü’nü büyük bir keyifle tamamladım. Sürüklendim okurken, meraklandım. Ayrıntı Yayınları’nın Yer altı Edebiyatı serisinden yeni bir roman ve Metis Yayınları’ndan bu yıl çıkan bir şiir kitabı alıp okumayı planlıyorum. Bakalım artık.

dokuz'un afişi..
dokuz’un afişi..

Dün akşam Ümit Ünal’ın Dokuz filmini izledim. Nasıl sürprizli bir senaryo (kimse senaryo konusunda Ünal’a laf edemez), nasıl güzel oyunculuklar (özellikle Cezmi Baskın ve Serra Yılmaz), nasıl akıcı ve genç bir kurgu (dijital kamera farkı diyelim), ortaya mükemmel (abartmıyorum gerçekten mükemmel) bir Türk filmi çıkmış. Dokuz’u hangi yıldızlı sözcüklerle öveceğimi bilemiyorum ve de övgüm her boyutta geçerli. Senaryosu, oyunculuklar, Ünal’ın yönetimi. Müjde Arlı Teyzem filmini hatırlarsınız, Ünal’ın imzası, o filmin senaryosunun altında, hatırlatalım..Ünal, Dokuz’un peşinden iki film daha çekti: Ara ve Gölgesizler. Gölgesizler, Hasan Ali Toptaş’ın aynı adlı romanından. Hemen peşinden onları da izlemeli. Ki yönetmenin üslubunu iyice kavrayabilelim..

kıro ve maganda bahsi

taha3045 | 29 May 2009 14:37

Pek çok insan magandalıkla yaftalanır, kro veya maganda denir onlara.Genellikle tanımlanması yakasını açmış,gögsüne madalyon takmış,gögüs kılları fışkırmış, rüküş giyinmiş,sokaklara tüküren gaz çıkaran adamlar olarak yapılır.Peki, üniversite mezunu olup konunun,komşunun kadınına kızına yan gözle bakanlar, son model giyinip, çatal bıçakla yemek yiyip beş çayına gitmiş kadın gibi en yakın arkadaşlarını iki yüzlülükle çekiştiren örneklere ne demeli.Demek ki magandalık giyim kuşamla olmuyor.

Hangisi Matrix, Hangisi Gerçek?

erastis | 29 May 2009 12:29

Bu sabah Matrix’e uyandım. Bir güç vardı, biliyordum; artık inanıyorum da. Bütünlüklü rüyalar gördüğümde kendimden korkmaya başlıyorum. Birkaç gün (veya hafta) önce gördüğüm rüyaya alakasız bir günde, kaldığım yerden devam edince zihnimin dehlizlerinden şüpheleniyorum. Dini inanışlar der ki, uyurken ruhunuz incecik bir bağı geride bırakarak bedeninizden ayrılır, arşta dolaşmaya başlar. Bu sırada birçok şey görür ama yaşadığımız dünyadaki karşılıkları birebir değildir. Bundan dolayı da rüya tabiri denen açıklamalara ihtiyaç vardır. Psikanaliz der ki, gün boyunca bastırdığınız sıkıntılarınız, hayatınızın önceki dönemlerinden kalan, kaçtığınız olaylar gece olur su yüzüne çıkar. Bilincinize hâkim olabilirsiniz ama bilinçdışınıza asla! İşte bilincinizle kaçtığınız her şey, rüyalarınızda altın bir tepsi içerisinde size sunulur bilime göre. Bir başka görüşe göre de, tüm hayatımız aslında başlı başına bir rüya ama biz bunun henüz farkında değiliz. Ölünce, aslında gerçek uyanışı yaşayacağız ve “Aaa aslında hepsi bir rüyaymış!” diyeceğiz. Geceleri, bilimkurgu filmi olabilecek tarzda senaryolar gördüğümde aklımdan şüpheye düşüyorum ben de.

Dün gece, bir yemek dolabı kamuflajıyla saklanmış büyükçe bir kapının her iki yanında iki farklı dünya olduğunu gördüm. İçinde yaşadığımızı sandığımız hayat tarafında, bu kapıyı insan kılığındaki iki robot koruyordu. (Evet, bu aralar Terminatör seyrediyorum.) Aslında dolap görünümünde olan kapı ve bekçileri, bin yılda bir etkinliğini kaybediyor ve arkasına geçilebilen basit bir duvara dönüşüyordu. Matrix’te ufak bir yazılım hatası yani.
Ayrıca yaşadığım dünyada insanları, birkaç tuş darbesiyle yine robotlar üretiyordu bir makineden. ‘Fiziksel özellikleri şöyle olsun, karakteri şöyle olsun’ ve bir OK tuşu yetiyordu kabinlerden yeni bir insan evladının çıkmasına. Her şey daha da basitleşmiş yani. Ama hiç kimse bunun farkında değildi. Herkes kendini en gerçek şey sanıyordu.

Yalnızlık bile teslim sana

bige | 29 May 2009 11:03

Yanıbaşımda duran yalnızlık
nasıl oldu da geçti kendinden
kedi gibi sokuldu sevgiye sıcacık
vazgeçip fildişi kulelerinden

aşk uğrunaymış bu vazgeçiş
yalnızlık bile hükmünü terk etmiş
her canlı teslim olur aşka bilinçisiz
yalnızlık da bundan kendini ayrı düşürememiş

Ayn Rand

queennothing | 29 May 2009 10:54

20. yüzyıl’da Japonya ile Rusya arasında cereyan eden savaş yüzünden oldukça zorlu günler geçiren Ruslar, Japonlar’ın savaş stratejileri yüzünden ‘kaybedenler’ tarafında yerini alıyordu.
2 Şubat 1905 tarihinde, hala savaşın göbeğinde olan Rusya‘nın St. Petersburg eyaletine; Yahudi bir eczacı ile gündelik işler yapan genç bir kadının ilk çocuğu olarak dünyaya geldi Ayn Rand.
Alissa Zinovievna Rosenbaum‘ adıyla bir Rus vatandaşı olan Ayn Rand, ilkokul yıllarında edebiyat ve sinemaya olan ilgisinin, geleceğini şekillendirmesinde etkili olacağını biliyordu.
İki kızkardeşe sahip olan Ayn Rand, ailesinin Tanrı’ya kayıtsızlığından, ‘agnostisizm‘ adı verilen; Tanrı’nın var olup, olmadığının bilinmeyeceğini savunan inançlarından da etkileniyordu.
‘Gözlemleme’ yeteneğiyle ailesinin içinde bulunduğu maddi zorlukları anlamaya çalışan Rand, durmadan kitap okuyor ve annesiyle düzenli olarak Fransızca dil bilgisi çalışıyordu. Henüz 14 yaşına girmeden Victor Hugo‘yu sevdiği edebiyatçıların arasına ekleyen Rand, erkek kahramını olarak da ‘Cyrus Paltons‘u bellemişti.

Üniversiteyi St. Petersburg‘daki Leningrad Üniversitesi (eski adıyla; Petrograt Üniversitesi)’nde, tarih ve felsefe bölümünde okudu. Sosyalist eylemler ve Rusya’nın içinde bulunduğu durumu eleştiren yazılarla dolu olan günlüğüne, gelecek planlarından da bahseden Rand, İskoç asıllı ‘cesur’ şair Walter Scott; “Üç Silahşörler“, “Monte Cristo Kontu” ve “Siyah Lale” gibi eserlerin sahibi Alexandre Dumas (İngilizce biyografi), Edmond Rostand gibi isimleri okuyor; Dostoyevski‘nin felsefesini eleştirip, Eflatun (Plato) ve Aristo‘nun fikirlerini benimsiyordu. Edebiyata olduğu kadar, sinemaya da yoğun ilgi besleyen Rand, 1924 yılında Devlet Sinema Sanatları Enstitüsü‘nün ‘senaryo yazarlığı’ bölümüne kaydoldu. Bir süre eğitime devam eden Rand, yazdığı senaryo müsveddelerinin Rusların ve sosyalist insanların yaşam felsefesine ters düşeceğini düşündüğü için eğitim programını yarıda bıraktı. Operayla tanışan Rand, sahne görkeminden büyülendi ve oyunculuğa ilgi duymaya başladı. Sahnede olmak isteyen Rand, ‘sessiz sinema’ dersleri aldı.