bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

OYUN VE GERÇEK

mavilikler | 26 January 2010 09:36

Penceremi açıyorum. Güneş ve hafif bir esintiyle birlikte dalıyor içeri bir anda ‘gün’. Peşinden sesleri ve kokuları da sürüklüyor… Evle dışarıyı birbirine katıyor, karmançorman ediyor… En küçük bir ayırım bile bırakmıyor aralarında.

En çok bu saatlerde seviyorum, O’nu odama konuk etmeyi. Güneş yeni yeni yükselmeye, pencerelerin perdeleri birer ikişer henüz açılmaya başlamışken… Ve dışarıdaki seslerin tek hakimi, hala kuşlarken…

Gün boyu hakim olacak sesin sahipleri, daha yeni yeni üzerlerinden atmaya çalışırken uykularını; uykunun kendileriyle aralarına soktuğu uzun saatlerin yarattığı, geçici hafıza kaybından kurtulmaya, kendileri olmaya çalışırken… ben çoktan kendime gelmiş, günü karşılamaya hazır bir şekilde açıyorum penceremi.

ANADOLU’DA KIŞ TURİZMİ

teacher07 | 25 January 2010 17:32

Sonbahar, hüznü ve gri bulutları geride bıraktı. Ocak beyaz halısını serdi doğaya.Kış, dans ederek yere düşen kar taneleriyle, coşku ve soğuğun verdiği dinçlikle yeni bir yaşama davet eder insanı. Anadolu, kış aylarında keşfedilecek pek çok yer, hayran olunacak doğa harikaları huzur bulunacak yerler sunar. tabiki olanağı olanlara, kışı sevenlere…

Ülkemizin pek çok dağında kayak, snowboart gibi kış sporları yapılabilir, doğa yürüyüşlerine çıkılabilir, bazen de sessiz sedasız huzur içinde doğa izlenebilir. Güneşin kavurduğu yaz aylarının aksine kış ayları daha sakin ve huzurludur.

bebegimin ilk yili 8-9-10. aylar

simsir tarak | 25 January 2010 16:30

8. Ay – OyuncuParmak oyunlarına başladık. “Biri pişirmiş diğeri yemiş hani bana hani bana demiş…” İnternetten çocuk şarkıları öğrenip Emir’e söylüyorum. En canlı tepki “Bir elimde beş parmak bir elimde beş parmak.”Bir trafik kargaşası oldu Emir arkadaşımın arabasında ben diğerinde kaldım. Hemen telefon çaldı. Bu adam feci ağlıyor ne söyleyeyim. Benim de aklıma” bir elimde beş parmak “geldi. Arkadaşım hem araba kullanıp hem de bu şarkıyı söyledi. Buluştuğumuzda “Ne anahtar şarkıymış hemen bana güvendi ve ağlamayı kesti” dedi.Bu arada cumartesi ve cuma akşamı projesini hayata geçirdim. Başka bir abla gelene kadar haftada bir bize yardıma gelen abla ile araları iyi diye ondan rica ettik. Cuma akşamları bizde kalıyor. Ben ve eşim her hafta normal hayatın içine karışmaya başlayalı aramız daha iyi oldu. Rahatça sohbet edip dertleşebiliyoruz.Cumartesi sabah abla ile kahvaltımızı yaparken akşam biz yokken neler olduğunu konuşuyoruz. Genelde abi ile oyalanıp ihtiyaçlarını abla ile gideriyor. Nasıl anlıyor abi altımı değiştiremezi?Yiğit küçükken ondan ayrıldığımda küser 1 saat benimle ilgilenmez sonradan açılırdı. Emir böyle değil… “Aaa annem gelmiş değip kucağıma çıkıp seviniyor tabi bu da beni çok rahatlatıyor”. İşin aslı onu çok özlüyorum. Göğüslerim sızlıyor. Ama ailenin geri kalanı ve benim için doğru olanın bu olduğunu biliyorum. Gittiğimiz yerlerde de gözüm hep bebekler de. Kaç aylık, kaç kilo standart sorularıyla başlayan sohbetlerimiz oluyor diğer annelerle.Tabi dışarı çıkmalarla artan katı besin tüketimi de artık evde bebek kokusu bırakmadı. O berbat kokulu kakalar… Artık ıslak mendillerle altını silmiyoruz. Banyo lavabosunda bir güzel belimizden aşağıya yıkanıp onun için tanımladığımız mavi havlularla kurulanıyoruz. Bu seremoniden çok memnun oluyor ne de olsa işin içinde su var.
Ara ara da kabızlık yaşıyoruz. Böyle zamanlarda beslenme biçimini daha yumuşak ve zeytinyağlıya çeviriyoruz. Kayısı suyu gibi meyve sularıyla besliyor ve bol bol su veriyoruz. 2 gün uğraşmamıza rağmen hala kabızsa doktorumuzun tavsiye ettiği fitilden yardım alıyoruz.Evin içinde giymesi için çoraplı patikler alıyoruz. Bir süre sonra bunları çıkarmayı ya da tabanını kaydırmayı becerince ayakkabı vakti geldi diye düşünüyoruz. Ayaklar köfte formunda olduğu için alışverişe birlikte çıkıyoruz. Bazı ayakkabıları denemeyi tamamen reddediyor. Denedikleri içinden topuğu ve bileği güzelce saran, tabanı kaymaz içi, dışı deri, kolay bağlananını ciddi bir fiyata almak durumunda kalıyoruz. Çünkü bu ayakkabının yürüme için ne denli önemli olduğunu biliyoruz.Ayakkabılarımızı hiç yadırgamadan, tutunarak ilerleme işi aynen devam ediyor. Kendi bebek arabasını Emir alttan ben üstten tutarak gezintilerimize hareket katıyoruz. Bu kez de arabaya geri oturtmakta güçlük çekiyorum ama yine de elinden tutup bel ağrısı çekmekten iyi.
Tastamam 8 diş oldu. Bizim halkımızda negatif bir şey söyleme merakının olduğunu daha iyi anlıyorum şimdi. Markette, pazarda dişleri görenler şöyle söylüyor. “Aaa çok erken çıkmış, erken çıkan diş erken dökülür”. “Biberon çürüğü olur bu dişler.” Ben de soruyorum “ne yapalım ki bunlar olmasın?” bilen yok. Çıktı işte zaten çıkarana kadar çaba sarf ettik bana kalsa abisi gibi 10 ayda çıkarsaydı ben biraz dinlenmiş olurdum.
9. Ay -SeslerBöyle şey olmaz! 24 saat yüreği ağzında ben bebek bakıyorum Adam “babam” diye çığlık atıyor. Çünkü Fatih hep ona babam diye sesleniyor ondan mı acaba? Ben çeşit çeşit şeyler söylüyorum. “Annesinin kuzusu”, “bebiş”, “pemboş”, “Emircik…”Şu video işi tuttu gibi, arada bir açıyorum bulup kaybedip yarım saat kadar oyalanabiliyor. Yatağın içinde yüz üstü döne döne uyuyor. Tuhaf mırıltılar çıkararak ninni söylüyor kendine. “Uyku zamanı geldiğinde, siz yanında olmadığınızda bebeğinizin varlığından destek alacağı bir başka eşyaya bağlanması işe yarayabilir; bu eşya bir oyuncak, yastık ya da battaniye olabilir.” diyorlar şimdiye kadar reklâm olmasın diye bahsetmedim ama siz biliyorsunuz 1. ayından beri nunubaby’si var.Ancak ateşli olduğu günlerde bırak yalnız uyumayı hiçbir biçimde yalnız kalmayı kabul etmiyor. Her 4 saatte bir ateş düşürücü şurubunu veriyoruz. Çeşit çeşit ateş ölçer almıştım. En kolay kullanabildiğim alnına yapışan diğerlerini vücuduna koydurmuyor bile. Kulaktan ölçen de çok hızlıymış ondan da almak istiyorum aslında. Ateşin seviyesine göre ılık duş aldırıyoruz, bir de sirke ile ıslatılmış çoraplar iyi geliyor. Ateşin düştüğüne hiç güvenmiyoruz. Sürekli elimiz Emir’in vücudunda. Böyle ağır işçilikle geçen gecelerde Fatih ve Yiğit bizim her türlü konforumuzu sağlıyor. Ne de olsa onlar biraz uydular.Çeşit çeşit plastik emzik almıştım. Özellikle dişleri kaşındığı zaman kullanır diye bekliyordum olmadı. En iyi diş kaşıyıcısı içinde su olan ve buzdolabında soğutulabilir olan oldu. Taze soğan sapı verdim bir ara ara. Evet ağzı çok kötü koktu ama ağrıları biraz aldı. Damağa sürülen jelleri emip bitirdiği için pek bir faydası olamadı ama onların tadını sevdi.Niye emziği sevsin istiyordum? İlk bebeğimde emzik almamıştı. Memeden kesince mama hazırlayana kadar teselli edecek bir şey olsun çok bağırmasın istiyordum. Yine olmadı.Çok kararlı biçimde evin içinde dolaşmak ve nesnelerle ilişkiye girmek istiyor. Tabi bu ararda kaza geçiriyor. Genelde yüz üstü düştüğü için dişler dudakları kesiyor. Ağzının içi kan oluyor. Çok berbat manzara. Artık yüreğim ağzımda sürekli korkar olmaktan ani dış sesler karşısında tepki veriyorum. Aniden ses duyduğumda yerimden fırlıyorum. Çok sıkıldım korkmaktan. Evdeki herkes bana seslenirken önce düşük tonda sesleniyor, yanıma yaklaşmışlarsa mırıldanıyorlar. Birden “anne” sesi duyunca fırlayacağım diye onlarda tedirgin oldu. Biliyorum ki, ben daha az kaygılı olmalıyım ancak bir saniye gözden kaçırırsam olmadık işler yapıyor. Kapını önünde yerde olan çantaları karıştırıyor, terlikleri yalıyor, kapı eşiklerinden bir ileri bir geri geçip kapı menteşelerine ulaşmaya çalışıyor.Ortamda zararlı bir şey yok diye düşünüyorum ki o anda mutlaka bana nerede ne var gösteriyor. Koltuğun kenarına sıkışmış çekirdek kabuğu. Ve üstelik onu gösterip “baba” diyor.
Sabahları seyrettiğimiz 30 dakikalık bir TV animasyonu var. Burada söylenen İngilizce şarkıyı çok güzel söylüyor. Kulaklarıma inanamadım. Yiğit’ten rica ettim söylediğini duyarsa videoya çeksin diye. Ama hiç yakalayamadık. Söylesin istiyoruz biz söylüyoruz o gülüyor.
Artık düzenimiz çok netleşti sabah 7’de kalkış, 9’a kadar onun odasında tv- oyun- kahvaltı.9-11 arası sabah yürüyüşü.
Eve dönüş ve banyo. Emzirme ve uyku.1 4.30 uyanış.15.30’da günün çorbası. 17.30’da günün meyvesi veya yoğurdu. 18.30’da akşam gezmesi.19.30-20.30 akşam yemeği mıncıklaması. 21.30’da banyo ve uyku.Bu saatlere çok bağlıyım tüm günümü buna göre ayarlıyorum. Her gün aynı saatte aynı şeyleri yapmaktan memnun diye düşünüyorum. Saati geldiğinde kapının dibinde bitip “atta” çığlıkları atıyor. Ben de hava sıcaklığına göre kısa ya da uzun mutlaka onu dışarıya çıkarıyorum. 9 ayda her halde ilk 20 gün hariç her gün dışarıdaydık. Hiç yağmur çamur demedik. Öyle sıkı sıkı giydirdiğim falan da yok. Apartmanda bu çocuk Rusya’dan mı diyorlar, ben de “Şişman zaten çok terliyor” diyorum. Bu harekete göre nasıl şişman kalıyor.
10. Ay – Hareketlenme
Bazı günler hiç bir şey yemek istemiyor, sadece meme. Hatta abartıp sanki yeni doğmuş gibi ürkeklik geliyor ve birkaç gün bırak yanından ayrılmayı göz temasını bile kesmiyorum.
Bunun sebebi yeni eve taşındık bu ev eskisinden çok büyük. Onun odasını olduğu gibi taşıdık hiçbir değişiklik yapmadık. Nerdeyse bu koskoca evde günümün yarısından fazlası Emir’le onun odasında geçiyor.
Ona ait mekanları yeniden tanımlıyoruz ve benimsetmeye çalışıyoruz. Ancak abi ile baba ile bahçede çok mutlu evin içinde mutlaka ben yanında olacağım. Beni gözünden ayırmıyor. “Dünya yüzeyinde biri de beni böyle sevsin daha ne isterim” diyorum ama çok yoruluyorum. O uykudayken evi yerleştirmeye devam ediyorum. Bu ev 1 aydan önce yerleşmez.
Marketteki kadınların söylediği oldu: Üst dişinin birinde lekelenme başladı böylece ilk dişçi randevumuzu aldık ve gittik. Aslında bebek dişçileri ayrı oluyormuş ama bizim dişçimiz ailemizinki olduğu için ona gitmek istedik Çünkü hepimizin ağız ve diş sağlığı hakkında bilgisi var.
Şunları öğreniyoruz: Gece beslenmesinde biberon kullanan bebeklerin dişleri böyle lekeler olabilirmiş buna biberon çürüğü denirmiş ve çok hızlı ilerlermiş. Önlemek için püre gibi yapışkan beslenmelerden sonra yumuşak kıllı diş fırçası ile yuvarlak hareketler ile dişler fırçalanmalıymış. Bizim şanslı olduğumuzu bu işi Yiğit’e havale etmemizi ağabey -kardeş fırçalama eğlenceleri yaparken buna kolayca alışacağını söyledi.
Bu biberon işi şöyle başladı. Akşamları çok sık uyanıp emmek istedi. Ben de yatmadan önce biberon maması ile beslemeye başladım. Sabaha kadar bir kerede ben emziriyorum tamamdır. Ancak bu, yeni işler üretti bana, biberon temizliği gibi. Biberonları fırçayla suyun altında temizledikten sonra bir tencereye biberonları yerleştirip üzerine yarım çay bardağı sirke döküp üzerine de kaynar su ilave edip bir taşım kaynatıyordum.

ÇİN TAKVİMİ (BEBEK CİNSİYETİ)

A D A L I | 25 January 2010 14:00

Adı üstünde “çin takvimi”, çinlilerin 700 yıl kadar önce Pekin yakınlarında bulunduğu iddia edilen bir tablodur. Bütün dünyada kullanılan bu tablo özellikle Asya ülkelerinin vazgeçilmezidir. Şimdi gelelim ne işe yaradığına, teknolojinin nimetlerinden her ne kadar fazlasıyla yararlansakta hamile kalır kalmaz çocuğumuzun cinsiyetini öğrenmek isteriz işte tam bu noktada da çin takvimi devreye girer. %90’lık bir doğruluk derecesi olan takvimden yararlanabilmeniz için bilmeniz gereken iki şey var. Birincisi hamilenin yaşı, ikinciside hangi ay hamile kaldığıdır. İşte bu kadar basit.

(Pembe “K” Kız, Mavi “E” Erkek)
Şu zamana kadar çocuk sahibi olan birçok arkadaşıma denedim ve takvim hiç yanılmadı, bakalım sizlerde de işe yarayacak mı?

HAİTİ’Lİ ÇOÇUKLARIN DURUMU

A D A L I | 25 January 2010 11:37

12 ocak ta meydana gelen 7.0 lık deprem Haiti’yi yerle bir etti. Büyük bir insanlık dramının yaşandığı, son derece yoksul olan bu ülkede 200 binden fazla insan öldü. En büyük dramı çocukların yaşadığı Haiti’ye yardım etmek için bulunanlar, ülkelerine elleri boş dönmüyorlar.

Özellikle Amerika ve Avrupalılar; Haitili çocukları evlat edinerek ülkelerine geri dönüyorlar. Hollanda’ya dönen kurtarma ekibi de, yetkililerin izniyle, yanlarında tam 106 çocuk götürdü. Böylece sahipsiz kalan çocuklar yeni yuvalarıyla tanıştı.
Gazete ve tv’nin yapmış olduğu haberlere göre; bunun yanı sırada ülkede çocuk ticareti yapıldığı ve hastanelere getirilen 15 kadar çocuğunda kaybolduğu tespit edildi. BM yetkilisi Jean-Luc Legrand, çocuk ticareti sorununun daha önce de bu ülkede mevcut olduğunun bilindiğini ifade etti.

Bir zamanlar dürüsttük

seytanauyanmelek[pilli_silinen_hesap] | 25 January 2010 10:48

Masumca…
sana çok mu haksızlık ediyorum
seni çok mu kırıyorum
seni hep mi üzüyorum
sana hiç mutluluk ve huzur veremiyormuyum
seni hiç anlamıyormuyum
eğer evetse bana niye katlanıyorsun
aklım o kadar dağınık ve karışıkki bazen durduk yere kendimi saçmasapan
şeyler düşünürken buluyorum
kendimi sorguluyorum neden anlamsız davrandığımı bulmaya çalışıyorum
bi sorun mu var, bi sorunum mu var diye düşünüyorum
ama sadece düşünmekle kalıyorum
düşüncelere dalarken bazen ne düşündüğümü bile hatırlamadan kendime
geldiğim
oluyor
ben böyle değildim, son zamanlarda gerçekten çok garip biri oldum
bunun ben bile farkındaysam acaba çevremdeki aslında en yakınımdakiler bana
nasıl katlanıyor
niye böyleyim bende bilmiyorum
bi terslik var bunu hissediyorum ama nr olduğunu göremiyorum
kendime ve eşime hayatı zehir eden biri olmak istemiyorum, öyle biri de
değildim aslında
ya artık tanıyosun beni, böyle biri olmadığımı biliyosun.. biliyosun dimi
ben böyle çekilmez, senin canını sıkan biri değildim
son 3-4 aydır bi gariplik var üstümden atamadığım, adını koyamadığım,
çözmeye çalıştıkca bataklık misali beni içine çeken bişey bu.
ama adı ne, neden bilmiyorum
öyle bişey ki birden, durupdururken oluyo ve aklın dağalıyo, ne olduğunu
anlamıyosun anlamıyorum yaaa
çok düşünmekten artık kafayı sıyırdım galiba, onu da bilmiyorum
hep senin yanında olmak istiyorum, sabahın köründe evden çıkıyorum ki seni 5
dakika daha fazla görüyim, sana daha çok sarılabileyim ama yanına gelince de
senin canını sıkıyorum
o zaman kalkıp gidiyim bari diyorum ama senden ayrılmak istemiyorum. dedim
ya hep yanında olmak istiyorum.
eve geliyorum bi yandan ailem. onlara yalan söylemek istemiyorum canım
acıyo
yüzlerine bakamıyorum. ne kadar uzun zamandır ben anneme sarılmadım
biliyomusun? ama yapamıyorum kendimi onlara karşı suçlu hissediyorum çünkü.
sonra diyorum beni yalan söylemek zorunda bırakan kendileri, onların
istekleri. ben de doğal davranmalıyım o zaman. hiçbirşey yokmuş gibi
yapmalıyım. ama şu vicdan dedikleri şey var ya gerçekten varmış.

Apollo 13

massay | 25 January 2010 09:41

Yıl 1970. Nisan ayı.
Nasa, 69’da yaşanan heyecanın bir yenisini başarmaya, insanoğlunu bir kez daha Ay’a ayak bastırmaya çalışır. Fırlatma günü yaklaştıkça herşey tekrar gözden geçirilir, hiçbir hata olmaması için büyük bir özen gösterilir.

Kennedy‘deki herkes ve tüm astronotlar son derece heyecanlıdırlar. Ancak bir sorun vardır; dünya onların bu heyecanını pek paylaşmıyordur.

İnsanların Ay’a inmesi, orada araştırmalar yapması, insanlık için büyük ilerlemeler kaydetse de artık kimsenin ilgisini çekmiyordur. Dahası, uzayla ilgili görüntülerin televizyon ratingleri bile düşmüştür. Televizyon patronları popüler komedi şovlarını yarıda kesip uzaydan görüntüler yayınlamak niyetinde değillerdir.

Ne var ki, uçuş başladıktan iki gün sonra her değişir. Uzay aracında çıkan arıza nedeniyle astronotların hayatlarının tehlikeye girmesi, bir anda medyanın ilgisini çeker.

Apollo 13’ün Ay yolculuğu, önce bir ulusu, sonra da tüm dünyayı ilgilendiren bir drama haline dönüşür.

Jim Lovell, Jack Swigert  ve Fred Haise
Jim Lovell, Jack Swigert ve Fred Haise

“Lucky 13”, 11 Nisan günü saat 13:13′ te fırlatılır. Kumanda modülü “Odyssey” de üç astronot bulunur.
Komutan Jim Lovell.
Ay modülü pilotu Fred Haise.
Kumanda modülü pilotu Jack Swigert.

Önceleri kimseye bir şey ifade etmeyen bu isimler, kısa bir süre içinde bir efsane haline gelirler. Her şey bir devre anahtarına dokunulması ile başlar.