bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Ingilizce / Türkçe

webking | 19 April 2010 12:17

Ingilizce şu anda tüm dünya üzerinde en çok konuşulan ve yazılan dil. Özellikle bilgisayarlar ile artık vazgeçilmez dil konumunu da bayağı pekiştirdi tabii. Programlama ve yazılımların %99’unun dili İngilizce olduğundan da varsayılan dil doğal olarak İngilizce olmak durumunda. Bu da tüm programlama yapan kişilerin İngilizceyi öğrenmesinin gerekliliğini getiriyor. Mesela programlayarak bir web sitesi yapmak istiyorsanız mutlaka bu dile hakim olmalısınız, bunun Türkçe bir alternatifi de bilgisayarın icadından beri henüz yapılmadı.

Teknoloji dışında, eğitim açısından bakarsak, Güney Afrika, Malta, Yeni Zelanda vb. popüler ingilizce eğitimi merkezlerinin eski İngiliz sömürgeleri oldukları gerçeği ile karşılaşıyoruz. İngiltere sömürgecilik faaliyetleri ile sadece ülkeleri sömürmek ile kalmayıp, onlara kendi ana dillerini unutturabilmiş, bunun yanı sıra İngilizceyi de öğretip yaygınlaştırabilmiş bir ülke. Ingilizce’nin bir başka yaygın kullanım alanı ise malumumuz üzere film sanayisi. Birçok filmin asıl heyecanlı efektler ve 3 boyutlu ses /görüntü verenleri hep İngilizce, o nedenle de doğal olarak filmin orijinal dili izleyiciye daha çok keyif veriyor. Çoğu insan sırf bu nedenle altyazı ile boğuşmak pahasına efektleri kaybetmemek için filmi ingilizce bilmese de orijinal izliyor ve istemeden de dile empoze ediliyor. Artık bir dünya dili haline gelmiş bu dili öğrenmek içinse her yıl milyonlarca insan tüm dünyadan bu dili öğreten kuruluşlara trilyonlar ödüyor. Bu da dünya genelinde ayrı bir sanayi oluşturmuş durumda. Dil okullarında en çok öğretilen dil “İngilizce”. İngilizce öğrenmek için para veriyor, öğreniyor ve daha sonrasında da o kültüre olan geçiş planlandığı üzere sağlanıyor. Buna uzaktan eğitim gibi “uzaktan asimilasyon” ismini koymak istiyorum ben, tam uyuyor çünkü.

Kork abrlın beşinden öküzü ayırır eşinden!

witamin | 19 April 2010 11:20

Bugün , yani benim yazıyı yazdığım tarih 18 nisan.Rumi takvime göreyse 5 nisan.Halk takvimine göreyse Abrılın 5 i.
Halk takvimi demek eskinin meteoroloji işleri demek.Yılın hangi gününde hava şartları mevsim normallerinin dışında seyreder Anadolu insanı bunları bilir.Çünkü bilmelidir.Ne mi olur bilmezse?Tarımla,hayvancılıkla uğraşan insanların heba olur emekler,alın terleri.Hayvanları ölür,ekinleri kurur,işleri bozulur.Bana göre en önemli mirastır yüzyıllarca atalarından aktarılan.Şimdi meteoroloji var biz bilmeyiz o yüzden bunları.Bizim de Abrıl’ı gözümüz biyerlerden ısırır ama aynı yerden değil tanışıklığımız.Biz Nisan’ın ingilizcesini biliriz o da April’dir.Eprıl diye de okuruz ayrıca.Abrıl ise yazıldığı gibi okunur.Anneannem iddia eder bizden duymuşlar da kibarlaştırmışlar diye.
Anadolu’nun değişik yerlerinde değişik şekillerde aşınmaya uğramıştır bu kelime.Edirne ‘de April , Sivas’ta Ebrul , Adana’da Abrul.
Bugün Abrılın beşi demiştim ya.Halk takviminde sayılı günler denilen günlerden biri.Baharın sıcak yüzünü göstermeye başladığı ayrıca tarla bahçe işlerinin de yoğunlaştığı bu zamanda aniden öyle soğuk öyle fırtına olurmuş ki kar bile yağabilirmiş.

“Abrıl apıştı koca öküz ota yapıştı “

sözünü doğrular şekilde ota yapışırcasına yiyen hayvaları bu günlerde dışarıya çıkarmazlarmış ki dışarıda olan öküzler mandalar soğuktan romatizma olup ölmesinler “Abrulun beşi sığır leşi” olmasın.
Tarımda da önemli etkileri olurmuş bu soğukların.”Tohum ya elde olmalı ya yerde olmalı” denirmiş.Eğer daha önce ekilmiş ve filiz çıkarmışsa bu filizler soğuk alır verim düşermiş.
Burada şimdilik fırtına var.Zaten yılın hemen hemen her günü olur ama bugün biraz fazla ve soğuk.Kar yağmasın da bu kadarına razıyım ben.Öküzüm tarlam yok ama keyfim var keyfim kaçar 🙂

Litvanya Günlerim -3-

juki | 19 April 2010 10:53

Vilnius'un merkezinden geçen Neris Nehri'nin buz tutmuş hali.
Vilnius’un merkezinden geçen Neris Nehri’nin buz tutmuş hali.

Bu yazımda Litvanya’nın doğasından bahsedeceğim biraz. Başkent Vilnius da dahil olmak üzere tüm şehirlerde yemyeşil bir doku sizi karşılar. Sadece Kaunas’ta biraz betonarmelik göze çarpar o kadar. Neyse, ben zaten Vilnius’taydım. Bol bol boş alan vardır. Yollar engebeli değil. Yokuş çok nadir. Düzayak birçok yere gidebilirsiniz.Şehrin içinde Vingis Park denen bir orman var. İçinde kaybolunacak kadar büyük. Bu ormanın içinde gösteri yapmak üzere tasarlanmış bir stad var. Stadın etrafı tellerle çevrili değil. İsteyen çimlere yatıp uzanabilir. Zaten orman içinde piknik yapmak üzere tasarlanmış çok yer var. İnsanlar bu ormana köpeklerini gezdirmeye geliyor. Her 3 kişiden birinin köpeği var. Ayrıca ev hanımları bebeklerini gezdiriyorlar bu ormanda.Kadınlar geç saatlere kadar rahatça gezebiliyor. Güvenlik tehlikesi yok, öyle bir kaygı da yok. Zaten nüfusun çoğunu kadınlar oluşturuyor. Kadınlar hayatın her alanında. Öyle ki 20’li yaşlarda genç kızlar otobüs şoförlüğü yapıyor bu ülkede. Birçok kadın kocası tarafından terk edilmiş durumda. 1 kadın ve 1 bebek tablosu sıkça rastlanan bir tablo. Kadınlar çalışkan, -20’ye varan soğukta bile buna aldırış etmeden işlerine güçlerine gidiyorlar kışın.Evet, kış dedim de aklıma geldi. Ben ömrümde gerçek kışı Litvanya’da gördüm. Ne Erzurum’u ne Ağrı’sı. Artık bana Türkiye’deki soğuk vız gelir. Ben orda -28’i gördüm. Kar bir yağdı, bir daha kalkmadı. Benim orada kaldığım 4 ayın 3 ayında yerde kar vardı. Şehrin içinden 2 nehir geçiyordu ve nehirler buz tutmuştu.Litvanya’da birçok göl var aynı zamanda. Bu göller de buz tutunca yerli halk buz hokeyi oynamaya, paten kaymaya başlıyor. Ben de buz pateni öğrendim bu vasıtayla. Bir gün arkadaşalarla bu göllerden birinin kıyısında ufak bir delik açtık. Bulunduğumuz yer Alytus denen bir şehrin kuş uçmaz kervan geçmez bir köyüydü. Orada tatil yapıyorduk 1 haftalığına. Sauna da vardı. Saunadan çıkıp buz tutmuş gölün içine daldık ama anında çıkmak zorunda kaldık. Yine de büyük bir cesaretti buzu kırıp içine atlamak.Erasmus programı kapsamında geldiğim Litvanya’da Erasmus programını unutmuş kendi kafama göre yaşıyordum. Zordu biraz ama zevkliydi. Hibem hesabıma yatmıştı o günlerde ve o kısıtlı parayı 4 ay idare etmek zorundaydım. Bu, aynı zamanda insanın sorumluluk bilincinin gelişmesini sağlıyor.Bir sonraki yazımda Litvanya’daki okul yaşantımdan söz edeceğim.

Türk Medyasının Atladığı Haber

Ekonomix | 18 April 2010 18:46

Geçtiğimiz hafta Türkiye’de çok sık görmediğimiz bir olay gerçekleşti ve ekonomi üzerine yazılar yazılan Ekonomi Türk blogunda yazılan bir yazı Amerika’dan Ingiltere’ye, Rusya’dan Hindistan’a ve Çin’e uzanan bir yelpazede yayın yapan blog ve haber siteleri tarafından alınarak tüm dünyanın ilgisini çekti. Türk medyası ise ya durumun farkına dahi varmadı ya da haberi görmezlikten geldi.

Türkiye’de ekonomi manşetlerine sürekli konuk olan ve medyamız tarafından “kahin” olarak nitelendirilen NYU profesörü Nouriel Roubini Amerika’da “Dr. Felaket Tellalı” olarak bilinir. Finansal krizin çıkmasıyla popüleritesi 10 kat artan Roubini bir yıldır “felaket tellalı” lakabından kurtulmak ve “Dr. Realist” olarak çağırılmak için lobi yapıyor. Ancak hem son bir yıldır borsalar neredeyse iki kat artarken Roubini her seferinde borsaların çok yükseldiğini ve eskisinden daha da fazla düşeceğini belirten açıklamalarda bulunuyor, hem de Roubini’nin eski popüleritesinden eser kalmadı.

Litvanya Günlerim -2-

juki | 18 April 2010 16:35

Başkent Vilnius'un tarihi sokaklarından Traku.
Başkent Vilnius’un tarihi sokaklarından Traku.

İlk gün Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta elimde harita geziyorum. Her sokağın başında bir daha bakıyorum haritaya. Bir de gizli gizli bakıyorum haritaya, erkekliğe şey sürmeyeceğim ya. Ben her yeri bilmek zorundayım ya. Sanki tipimden anlaşılmıyor oraların yabancısı olduğum. Gariplik işte.Kayserili bir arkadaşım vardı. O, benden 2 hafta önce varmıştı Litvanya’ya. Bana alışamadığını söylüyor, çok yalnızlık çekiyordu. Ben de onun yalnızlığına ortak oldum ve beraberce dolaşmaya başladık Vilnius’u. Bu arada okula gitmiyor muyum? Gidiyorum elbet, haftaiçi okul oluyor, okul çıkışı kayboluyorum sonra haritaya bakıp gene buluyorum yurdun yolunu. Aslında öyle kayboluncak bir yer de değil. Ufacık bir yer. Bizim Beyoğlu ilçesi kadar ya var ya yok. Adı başkent.İlk günler cebimde az para var. O zamanlar henüz Erasmus programı kapsamında alacağım hibe hesabıma yatmamıştı. Baktım para yetişecek gibi değil. Bir tava, bir ayçiçek yağı ve 10 yumurta aldım. Paso yumurtayla besleniyorum. Her gün 1 paket de ekmek (400 gram kadar dilimlenmiş ekmekler). Öyle sefil bir 15 gün geçirdim.Yurtta benden başka 2 tane daha Türk var ama onlardan birinin alkol almaktan başı dönmüş, uyanıyor, sızıyor ve tekrar uyuyor. Adamın hayatı böyle. Diğeri de yurdun üst katında kalan Muşlu bir adam. Kendisi 5-6 sene evvelsi Litvanya’ya gelmiş ve bir Litvanla evlenmiş, ardından boşanmışlar ve o da işsiz güçsüz hayat mücadelesi vermeye başlamış o yurt odasında. O tek kalıyordu, benim geldiğime çok sevindi. Diğer alkolik arkadaşa pek kanım ısınmadı gel hemşerim dedi. O abiyle yurdun üst katında takılıyoruz. O bana Litvanya’yı tanıtıyor falan.

Kaldığım yurtta ise oranın yerlileri ve Polonyalılar çoğunluktaydı. 5 tane de Çekli vardı. Onun dışında 1 Alman ve 1 Slovak vardı. Biz, yabancı öğrenciler hep aynı katta kalıyorduk. Bunlar akşamları litrelerce içki alır, kağıt oynarlardı. Ben de ilk başta oturdum kağıt oynadım onlarla ama bir noktadan sonra sıktı. Hem ben alkol kullanmıyorum. Bu adamlar ise sabah 4’e 5’e kadar içiyor azıtıyorlardı. Daha sonra bu adamlarla ilişkilerimi azalttım. Merhaba, merhaba ilişkisine döndü. Ara ara futbol oynamaya gidiyorduk beraber. Litvanlar futboldan anlamıyor, bizden başka top oynayan da yok. Mecburen beraber maç yapıyorduk.

götür beni ayaklarım

kiliz | 17 April 2010 12:09

Ben sana b/akarım
k/ana k/ana.
Bir zeytin tanesinden.
Günün perdesini çekince,
Çekince, parmaklarım karanlıktan,
S/ana, b/ana ve b/ize
dair
ne varsa geriden gelen,
bir zeytin tanesine doldururum,
bir de portakal bahçelerine.
Azığım zeytin,
Dilim piraye,
Yüreğim piraye,
Hep usta mı diyecek “piraye, piraye” diye
Şimdi benim bağırasım gelir,
Götür beni ayaklarım
Portakal bahçelerine

Litvanya’ya gittim ben…

juki | 17 April 2010 10:44

Litvanya-Vilnius
Litvanya-Vilnius

Şöyle bir baktım da hafif’e, baya zaman olmuş yazmayalı. En son nerede kalmıştık. Son olarak ben Erasmus programı için Litvanya’ya gidiyordum. Vize için Ankara’ya gitmiştim, Avrupa hakkında araştırmalar yapmış ve bu araştırmaların sonuçlarını ortaya koymuştum. Litvanya’ya gittim, orada 4 ay kaldım. 2 gün Almanya/Bremen’de ve 5 gün de Hollanda’nın Gelderland bölgesindeki Tiel kasabasında kaldıktan sonra döndüm Türkiye’ye…

Neler yaşamadım ki… Çok uzun bir yazı dizisi olacak bu. İlgilenenler varsın çıksın bu yolculuğa yeniden…

ÇALINAN GÜLÜŞ

mavilikler | 16 April 2010 17:11

Çocukların gülüşlerini çaldılar! Büyüttüler onları hırpalayarak… Küçücük bedenlerine bakmadan yordular ruhlarını. Omuzları çökmüş, ölümü özleyen ihtiyarlara dönüştürdüler. Özleyecekleri başka tek birşey olmayan bir dünyaya mahkum ettiler onları.

Taşıyamayacakları yükler bindirdiler sırtlarına… “İlle de taşıyacaksın!” dediler. Çocuklar, onların kocaman bedenlerine bakıp ‘büyük’ olduklarını sandıklarından, “Bir bildikleri vardır elbet!” diyerek, vücutlarının tüm isyanına rağmen, taşıyabileceklerine inandılar o yükleri. Onların altında ezildikçe ezildiler.