Almanya’da türk kanallarında yayınlanan bir su markası reklamıyla dertlerim depreşti. Videoyu arattım internetten ama bulamadım. Suyun markası MİSANA… Damacanayla satılıyor. Buralarda genelde 1.5 litrelik sular satın alınır. Reklamdaki kız belli burada doğmuş bir türk kızı… Şişelerden sıkıldığını belli edecek reklamda. Kocası gibi görünen şahsa „ne bu şişeler“ demek istiyor bıktığını belirtmek için. Almanca’da kelimelerin sonunda „er“ var ise „a“ diye okunur. Kız da Türkçe’de öyle okunmadığını biliyor. „şişeler“ demek için belli ki kara kara düşünmüs „nasıl desem ki?“ diye. Ve ortaya „ne bu şişeleyrrrrrrrr“ diye bir durum çıkmış. Hay Allah’ım! Reklamı her izlediğimde sinirlensem mi ne yapsam şaşırıyorum. Kızım o „siseleyyyyrrr“ değil şişeler diye haykırmak istiyorum. Ulaşamıyorum… Olmuyor…
uncategorized hakkında tüm yazılar
Çığlık
pilli pati | 09 November 2007 22:35
one way
.
Ön Uyarı: Kendini zayıf hisseden bünyelerin aşağıdakileri okumadan, direkt başka bloglara kahkahalarla yollanmalarını tavsiye ederim.*
Hoparlörlerin sesi maksimumda ilettiğini biliyorum. Bütün düzenekler aylar öncesinde tamamlandı. Bulunduğum mekanın şu an için boş ve soğuk olması ne garip! Terkedilmişliğin uzun soluğu yakında değişecek. Ama bunu, mekana anlatmak imkansız… Bir köşeye atılmış boş koliler bile bekleyip görmek zorundalar. Yapmadıkları iş değil!
Büyükanıt konuştu: Her dakika hazırız
hedecan | 09 November 2007 21:16
http://www.ilk-kursun.com/yazi/2007/11/buyukanit-konustu-her-dakika-haziriz/
O
FaSuL | 09 November 2007 18:37
3 sene önce bir akşam, 7 gibi, soğuk ve ellerim üşümüş…
Cılız ve hafif bir ben… Elleri cebinde bana doğru gelen sen…
Karanlıkta görememiştim bile… Karşımda kim vardı? Ben kime bakıyorum? Oda bana bakıyor muydu? Baksa ne olurdu? Olmadı ki zaten… Hiçbir şey olmadı…
Ben baktığımla, sen ise bakmadığınla kaldın… Yarın oldu ve sonraki gün…
Her akşam gördüm seni, farklı yerlere bakıyorduk. Ben sana, sen ona. Bişeyler olmuştu ama anlayamadım. Küçüktüm ve korkaktım. Anlatamadım…Bir gün elimde ufak bir kâğıt parçasıyla, seni 1 ay önce ellerin cebinde gördüğüm o parka geldim… Ve işte oradaydın. Adımlarım bir ileri bir geri giderken, korktuğumu yine fazlasıyla belli ettim. Çok mu utangaçtım yoksa! Cevap beklemedim, kâğıdı verdim ve gittim. Sonra yine yarın oldu, yine yarın oldu, yine yarın oldu. O yarınlar nasıl oldu bir ben bilirim. Gıcırdayan sokak banklarından birinde ben yine yarını bekliyordum. Sanki bir gün gelecekmiş gibi… Sanki bir gün cevap verecekmiş gibi… Boş salıncaklarla arkadaş olduk. Hayallerimi anlattım onlara… Sanki biri duyacakmış gibi fısıldayarak… Ve vedalaştım ikisiyle de. Sonra markete uğradım dönerken, bir tane jelibon aldım. Paketi daha açmamıştım, ilerde onu gördüm. Koştum peşinden elimdeki jelibonu ona vermek için, yetişemedim. Zaten ben yiyecektim, benim canım çekmişti.Bir gün yine karşılaştık o parkta. Yine elleri cebinde… İşte o unutamadığım, o dünyaları başıma yıkan, o benim canımı çok yakan soruyu sordu ve o soru beklediğim cevap bile değildi.
‘Sana çok önemli bir şey söyleyeceğim, ben yağmur diye bir kızı seviyordum ve dün akşam ona çıkma teklif ettim ama kabul etmedi. Çok kötüyüm ne yapmalıyım?’ Bu soruyu bana mı soruyordun? Bunu nasıl yapıyordun peki? Kolay oluyor muydu kalp kırması? Peki, bunu anlayamayacak kadar mı aptaldın? Bu soruyu cevaplayabilecek bir sürü sorum vardı ama hiçbirini soramadım. İçimden kocaman bir çığlık kopardım ve sadece ben işittim ağladığımı.Birileri bana aşık olmak demişti, sevmek falan demişti. Ben kendime ilk defa aşık oldum demiştim. Kimse bana böyle bir şey olduğunu söylememişti. Ben sanırım hayatımda ilk defa gerçekten kırılmıştım ve bu daha başlangıçtı.Yine aynı park ve yine salıncak arkadaşlarım. Sanki fısıltımı birileri duymuştu. O vardı yine…
Bu sefer bana iyi davranıyordu, kırmıyordu kalbimi, incitmeden konuşuyordu. Bana özel olduğumu, güzel olduğumu ve dahasını söyledi. Yoksa o değil miydi karşımdaki? Yok, ama oydu. Peki, ne olmuştu da birden değişmişti. Saftım ya! Yine anlamadım. Deli gönlüm vardı benim, kaptırmıştım yine kendimi. Çok geçmedi üstüme iddia oynandığını anlamam için. Çok sevdiği arkadaşı vardı yanında. ‘Evet! O birini seviyor. Çok güzel, sarışın’ dedi yanındaki. Çok güzel değildim ama sarışındım. Üstüme mi alınmalıydım bu lafı? Acı gerçek önümdeydi ama ben ısrarla görmüyordum. Sonunda biri çıkıp bunu kafama kakmıştı. Elbette ben değildim. Bunu açık açık söylemese de anlardım. Yine çığlık çığlığa bağırdım, saçımı başımı yoldum, ağladım ama içimden. Zaten hep böyle değil miydi? Fasulye hep içinden bağırmamış mıydı? Hep içinden ağlamamış mıydı?Yarındı yeniden. Yeni bir gün, eski bir ben, eskiyen ben, yanlış ben, eksik ben. Artık bişeylerin değişmesi gerekiyordu, en başta ben. Yine yanlış yoldan gittim, yine duvara çarptım. Nasıl oluyordu da ben koskoca duvarı göremiyordum. Bir sabah yine onu görmeye gittim, her zaman gördüğüm yere… Yoktu… Ertesi sabah yine gittim. Yoktu. Sonraki sabahta gittim. Yoktu. Bıkmadım öğlende gittim. Bıkmadım akşamda gittim. Yoktu işte! Amacım sadece uzaktan görebilmekti. Bir saniyecikte olsa öyle uzaktan görebilmekti. Tam 2 sene gittim geldim.
Nasıl yaptım hala aklım almıyor. Ve kesinlikle o iki sene boyunca onu hiçbir gittiğimde göremedim. Hayır ölmemişti! Hayır taşınmamıştı! Hayır kaybolmamıştı! Aynı yerdeydi. Görenleri çok gördüm ama onu hiç göremedim. Sanki bir perde inmişti de ben onu ordayken de göremiyordum. Sonunda yoruldum ve önüme ilk çıkanla evlenmeye karar verdim. Abartıyordum evet ama aynen böyle yapacaktım. İçsesim uzun süre katıksız salak olduğumu söyleyip durdu. En son onu da bastırdım ve karşıma ilk çıkana yeşil ışık yaktım. 17 yaşındaydım bu kararı aldığımda. Sonuçta sevdiğimden değil, sadece onu unutmak için istedim bunu. O ise hiçbir şeyden habersiz kendi dünyasında, kendi hayatını yaşıyordu. Ben kocaman kocaman adımlarla biran önce evlenip güya kendimi bu içine düştüğüm çıkmazdan kurtaracaktım. Bu sadece bir ayağı bir batakta diğer ayağı öteki batakta olmaktı. Herkes son kararımı beklerken iyice ne yapacağımı bilmez bir halde birinden yapma demesini bekledim. Herkes susmuş benim konuşmamı beklerken ben düşünmekten bile acizdim. Dayanamadım ve gidip 10–15 tane depresyon hapını arka arkaya yuttum. Ölmeyecektim belki ama sürünerek bir şeyler anlatacaktım kendimce. Olmadı. O da içimde kaldı. Bütün gece kıvrandım kimseye bir şey demedim. Ne saçmalıktı yaptıklarım. Neden kendime bukadar eziyet ediyordum? Onun için. Değer miydi? Kesinlikle hayır. Hayatımın en doğru kararını verdim o sabah. Evlenmekten vazgeçtim. Hatta kendimce nekadar unutması uzun sürecekse de ondanda vazgeçtim.Güvenim yıkıldı. Gururum kırıldı. Küçük düştüm. Ve daha sayamadığım her aşağılayıcı konuma getirebilmiştim kendimi. Ayılmam, silkinmem ve kalkıp tekrar yürümem çok zor olacaktı. Aylar geçti ve bir gün yine aynı parkta oturuyordum ama başka bir amaçla. Salıncaklarımla vedalaşmaya gelmiştim. Onlar bütün dırdırımı çekti, sadece onlardı beni konuşmadan dinleyebilen. Son kez eskisi gibi baktım parka ve doğruca eve gittim.Tam 3,5 sene oldu onu hala görmedim. Artık gözlerim onu aramaktan vazgeçti. Her ne kadar içimde yüzüne karşı söyleyemediklerim birikmiş olsa da patlak veremeyecek kadar bastırdım birer birer. Uğurlarken eski kırıklarımı derinlerde hep kalıntıları vardı…
istanbul belediyesinin BURS sonuçları açıklandı
dreamware | 09 November 2007 17:38
http://burs.biz/istanbul-burs/ibb-istanbul-buyuksehir-belediyesi-burs-sonuclari-aciklandi/
Ankara’dan Pentagon’a gönderilen PKK dosyasında ne var?
ladress | 09 November 2007 17:31
http://ladress.blogspot.com/2007/11/ankaradan-pentagona-gnderilen-dosyada.html
Belçika haritadan silinecek!
Gokates | 09 November 2007 17:29
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/7659459.asp?gid=180&sz=51364
ekmek yoksa pasta yesinler.
OguzKagan35 | 09 November 2007 16:13
dünyanın bir kısmı açlıktan inim inim inlerken, yine dünyanın bir kısmı gelir dağılımı adaletsizliğinden hayata küserken, yine aynı dünyanın başka kısımlarında porsiyonu 25 bin dolardan başlayan pastalar varimiş.
“Frozen Haute Chocolate” 25 bin dolar
içinde 5 gram yenilebilir 23 karat altın bulunan tatlılar yine yenilebilir altınla bezenmiş kadeh içinde ikram ediliyormuş. tatlının dibinde de 1 karat elmasla süslü 18 karatlık altın bilezik bulunuyormuş. devamı da şurada imiş.
737 adet incirlik evine dönsün, dünya rahat etsin.
OguzKagan35 | 09 November 2007 16:02
dünya dolardan çıkmaya başladı. amrikanya askeri,ekonomik ve siyasi olarak dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğunu kurmaya çalışıyor. rakipleri ise askeri olarak yenilmez görülen amrikanyayı yumuşak karnından, yani dolardan vurarak korkunç bir ekonomik çöküşle imparatorluğu düşük yapmaya zorluyor. ekonomik çöküşün abd yi çökerteceğine inananlar çok. şöyle bir plan var gibi:
amrikanyanın yenilmesi isteniyorsa bu ekonomik alanda yapılmalı. dünyanın en büyük askeri gücüne sahipse, güçlü bir ekonomiye sahip olmak zorunda. para olmazsa ordu olmaz, ordu olmazsa küresel kontrol olmaz. dolar şu anda dünyayı yönetiyor, doları ise amrikanya yönetiyor. dolar göçertilebilirse amrikanya yenilir. doların küresel hakimiyeti yoksa amerikan hakimiyeti de yok demektir. o zaman dolar üzerinden, ekonomi üzerinden bir savaş verilerek daha doğmamış amrikanya imparatorluğu dize getirilebilinir.
BİR ŞEYLER YAPIYORUZ:
cpgulen | 09 November 2007 14:45
İnce upuzun bir yoldayız,
Çıplacık ve de yalınayak,
Adım adım ilerliyoruz,
Bir öne,bir arkaya savrularak…Çırılçıplak ve yarı aç,İlerliyoruz milim,milimÜşüyerek,titriyerek,korkarak,Bir öne,bir arkaya savrularak…
Burnumuzdan soluyoruz,
Ağzımız kapalı,nefes almaya çalışarak,
Yüzümüz açık,başımız kel,
İlerliyoruz kararsızca
Bir öne,bir arkaya savrularak.