bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

monitör yüzler

luciferinneverland | 22 November 2007 10:39

o kadar daralttılar ki dünyamızı düşüncelerimiz onlara uyum sağlamak zorunda kaldı. daralan, küçültülen yaşamlarda sorunlar da plastikleşti.
dertler kişiye döndü. kişi sadece kendini düşünür oldu. yazık ki hayalleri ve düşünceli küçülttüler. bizi görünüşte kallavi ama yaşayışta küçücük plazalara tıktılar birlikte yaşayın dediler. paraya giden her yol mübahtır deyip birbirinizi yokedin dediler.
ne kadar bencilsen o kadar rahat yaşatıldın. “ne kadar insanlıktan uzaklaşırsan o kadar huzurlu yaşarsın” a inandırdılar.
dünya plazalara saklanıyor. yanyana oturanlar birbirlerinin yüzüne bakmak yerine monitörlerinden birbirleriyle konuşmaya çalışıyor(yalan konuşmak ses ile mimikler ve jestlerle gerçekleşir) iletişim kurduklarını sanıp birbirinden saklanıyorlar. aslında tam insanlığa özgü.
çünkü çevirdikleri işleri, küçük hesaplarını monitörlerin camının arkasına daha kolay gizleyebiliyorlar.
insan sezgisi kabloların karşısında çaresiz kalıyor. bizi gerçek olmayan bize ait olmayan bir yaşama zorluyorlar. dokunamadığımız, koklayamadığımız, gülme- ağlama seslerini duyamadığımız maddesi gerçek; duygusu sanal dünyalara sokuyorlar, tıkıyorlar…

“koza” deklarasyonu

koza 68 | 22 November 2007 10:06

Son günlerde sitemizin değerli yazarları arasında sık sık görülen “köşe atışmaları” tarafımdan endişeyle izlenmektedir. bundan beyle okurun gözü önünde kavga çıkaranların, ahkam kesenlerin yuvalarına ani baskınlar verilecektir.
Yazma kuralları da yeniden belirlendi.harfiyen uygulanacaktır.zart-zurt yok.

Yazı kuralları

Madde bir– yazarlar, birbirlerinin özel hayatına saygı duyar, okurun gözü önünde birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya seremezler..

Madde iki– yazar, aynı çatı altında çalıştığı bir başka yazarın “zekâ yetmezliği çektiğini” okurlarına açıklayamaz..

9

buddhala | 22 November 2007 09:05

Bir dilek tut!
Ne oldu?
Bir dilek tut işte. Kirpik var gözünde,eğer hangi gözünde olduğunu doğru tahmin edersen, dileğin olur derler.
Tuttum o halde!
Hangi gözünde?
Sol…

Aşırı rüzgardan eriyen bir sigara, burasından açamadığım bir neskafe ve otobüslerde yolcuların uykusunu getirmek için koyulan vurdulu kırdılı filmlerden biri. Ne yazık ki filmi daha fazla izleyemedim. Kalbime ağrılar giriyordu. Gözüm uzaklara dalıp, uykuya dalmak istediğinin sinyalini veriyordu. Ayağa kalkıp, yatağa gideyim dedim. İçtiğim son nefes sigaranın benden almak istediği bir şey vardı sanki. Mideme bir soğukluk geldi ve sessizliği delen uçak gürültüsünü duydum bir tek. Birden, üstünde onlarca büfenin, restorantın ve yemekevinin telefonlarının basılı olduğu mıknatısları taşıyan buzdolabının rutin motor sesi sahneye çıktı. Eskiden buzdolabının içi yemek dolu olurdu, şimdi dışı yemekevlerinin basılı olduğu mıknatıslarla dolu ama içi boş. Hatta hayatın başlangıcı sayılan su bile damacanada bir telefonla getirilmeyi bekliyor. O da buzdolabının üstünde telefon numarası bir mıknatısa görsel güzelliklerle basılmış, buzdolabının geniş hacmi ve antibakteriyel özelliğine rağmen. Meyveler de ya kurutulmuş ya da botokslu… domatesin selülitleri mavi ışık teknolojili buzdolabına koyunca gitmeyecekse, buzdolabı sadece arada bir devreye giren motor sesinden başka birşey olamaz ki!

Sodom’da bekleyiş…

d e g g i a l | 22 November 2007 00:21

Dylia’nın, şimdiki duygularını tam olarak açıklayabilmesinin mümkünü yoktu.Yoğun terkedilmişlik,ızdırap,öfke,açlık…Yüzlerce yıl geçmişti üzerinden ama hala dün gibi aklındaydı efendisiyle mutlu günleri…Dylia ona delicesine aşıktı,tapıyordu ;efendisi ona ölümsüzlüğü vermişti,sonsuza kadar bir solucan olup onun yanında sürünebilirdi.Efendisinin şeytansı bir çekiciliği vardı,Dylia’ya kötülük etmişti onu sonsuzlukla lanetlemişti böylece kendi bencil duygularını doyurabiliryordu,karşısındaki ruhu sömürüyor bir kene gbi emiyordu.Zavallı ruhun kederi,çırpınışı ona inanılmaz bir zevk veriyordu.Ne yazıkki Dylia’nın gözleri henüz açılmıştı…
Artık efendisi hayatında değildi,aslında bu duruma hala bir şekilde üzülüyordu,nasıl da ona karşı gelmeyi başarmıştı…
Efendi,elindeki ruhları tuhaf revklerini tatmin için kullanırdı,onların beynini yıkayıp insani duygularını köreltirdi.Yaptığı şeyleri anımsayınca güzel gözleri yaşla doluyor,sanki yüzüne bir iki çizgi daha ekleniyordu.Lanetliydi,sonsuza kadar bunlar onunla yaşayacaktı.Kendisini her seferinde aşağı attığı sarp kayalıklar da bıkmıştı artık ondan…
Peki etkisi altında olduğu varlığın yaptırdıklarından sorumlu tutulabilir miydi? O kadar çok can yakmıştı ki,ama hiç can almamıştı,biri hariç…Efendisi hep ölüm bir kurtuluştur demişti ona,sonrası boşluk.Dylia peki ya cennet ve cehennem demişti.Efendi hafif alaylı bir gülümsemeyle yanıtladı:’çok fazla masal dinlemişsin,hayat enerjidir,ölüm de bunun yer değiştirmesi,bu dünyada ruhunu yücelticeksin bunu yalnızca ben sana öğretebilirim böylece ölünce yok olup gitmeyeceksin eriyip sönen mumlar gibi’…
Dylia güçlerini artık kendi özgür iradesiyle kullanacaktı,iyilik savaşçısı olmaya karar vermişti…
Rüzgar o kadar şiddetli esiyordu ki,sırtını denize çevirdi geniş ovalara doğru döndü,diz çöktü başını gökyüzüne kaldırdı dünyaya karşı günah çıkaracaktı,boşluğa seslenecekti ama en azından bi parça da olsa içinden atacaktı.Gözlerini kapadı…
Küçücük bir kulübedeydi,efendisi kulağına fısıldıyordu,evdeki kadının bağrışları köyü inletiyordu Dylia gelen çocuk oğlan olmalı diye düşündü ve gülümsedi,nihayet başı gözükmüştü geliyordu,Efendi ‘öldür’ dedi;Dylia küçük bebeğin iri gözlerine baktı dakikalarca sonra da etrafına sanki herkes efsunlanmış gibi gülümsüyordu sonra yüzlerdeki ifadeler değişmeye başladı kaygı,merak,üzüntü ve yine bağrışlar…Efendi yine fısıldadı:’Aferin köle’…
Dylia ne hissettiğini anlayamıyordu sadece pişmanlık hissetmediğini biliyordu,peki geçmiş niçin ruhunu böylesine acıtıyordu? ,efendisi onu terk etmişti,özgürdü ama yine de mutlu değildi aklından sürekli bu yalnızlık bana verdiği ceza,geri dönecek diye geçiriyordu.Tekrar gözlerini kapadı ve efendisine karşı geldiği geceye döndü…
Dylia çekici bir kadındı,çok uzun zamandır Efes’in hayallerini süslüyordu.Efendi buna ses çıkarmıyordu açıkçası bu Dylia’nın canını sıkıyordu neden beni kıskanmıyor diye düşünüyordu.Efes’i mutlu etmeye çalışıyordu,tüm amacı efendisini kıskandırmaktı hatta Efes’i sevmeye bile çalıştı.Genç adam etrafında pervane oluyor Dylia’nın her isteğini yerine getiriyor,çırpınıyordu ama hiç bir zaman yetirememişti.Dylia artık efendisini çok iyi tanıyordu,çok iyi biliyordu ki genç adama aşık olmasını istiyordu,iki taraf da sevince herşey daha can yakıcı olacaktı,ama çok yanılmıştı…Bir gece şatoya efendisinin yamacına döndüğünde gördüğü manzara karşısında kanı donmuştu,atmayan kalbi sanki tekrar çarpmaya başlamış göğsünü sıkıştırıyordu,Efendisi ve sarışın bir köylü kızı çırılçıplaktı…Dylia’nın yüzünde duyduğu yanma hissi ve gerginliği her an çılgınca birşey yapacak izlenimi veriyordu,Efendi Dylia yı görmüştü,görmesine de gerek yoktu hissederdi ama Dylia’yı görmezden geliyordu,Dylia elleriyle gözlerini kapattı şimdi,şimdi,şimdi onu öldürmem için kulağıma fısıldayacak şimdi diyordu…Ellerini indirdi ama değişen birşey yoktu sonunda dayanamayıp yanlarına gitti kızı tam boynundan tutup çekecekken efendi onu duvara fırlattı,onu duvara çiviledi sanki kıpırdayamıyordu.Efendi kulağına fısıldadı:’bütün gece burda kalıp bizi izleyeceksin’,somra köylü kızıyla sevişmeye devam etti…
Dylia değil bütün gece 1 dk daha bu manzaraya katlanamazdı,kızı milyonlarca parçaya ayırıp herbir parçasını gökyüzünden dünyanın başka başka yerlerine serpelemeliydi…Yalvarıyordu,efendisinin buna bir son vermesini istiyordu,Dylia yalvardıkça sanki görünmez hançerler kollarını bacaklarını kesiyordu,ağlıyordu sonunda bağırmayı kesti…Dylia’nın sustuğunu farkeden efendi kalktı ve yanına geldi kulağına fısıldadı pes edip etmediğini sordu,Dylia bir yılan gibi kıvranarak ayaklarının dibine düştü ‘evet’ dedi.Efendi o zaman yap hadi dedi,Dylia anlamadı ‘neyi efendim’ diye karşılık verdi,Efendi ‘yap,bu hayatta seni en fazla üzecek şeyi yap’ Dylia hala anlayamıyordu,o kadar iğrençlik ve verdiği acılardan sonra insanoğluna daha ne çektirebilirdi ki,Efendi önüne bir hançer bıraktı ve ‘yap’ dedi,Dylia ‘Efendim sizi anlayamıyorum dedi’,Efendi tekrar usulca eğilip kulağına fısıldamayı tercih etti,Dylia tam saçlarının kokusuna dalmışken efendi:’öldür beni bunu bir tek sen yapabilirsin dedi’…
Dylia’nın göz bebekleri küçülmüştü,neeeeee diye haykırabildi sadece ve asla dedi,Efendi ‘tekrarım yoktur bilirsin,birşeyi istediğim zaman istediğim yerde yapacaksın,iyi düşün’dedi,Dylia böyle birşeyi nasıl isteyebilrdi,’o hançeri alın ve kalbime saplayın efendim’diye yanıtladı.Efendi 2 adım geri çekildi ve gülümsedi,o sırada Dylia sanki ruhu huzur bulmuş gibi hissetti sınavı geçmişti yine başarmıştı,bir dakika geçmeden efendi Dylia’ya sözünü söyledi’Defol!,sonsuza kadar…’
Ne yazıkki sonrasında sıraya giren aylar,yıllardı tek dostu,sabah uyandığında efendisi gitmişti,artık tatlı fısıltısı yoktu…
Gözlerinin önünden o kadar çok görüntü geçiyordu ki,ama aklını toplayamıyordu bir türlü,hep o eski şatodaydı efendisinin dizi dibinde oturuyordu.Neden efendi ondan kendisini öldürmesini istemişti,o da mı kendi gibi bıkmıştı yoksa sonsuzluktan…
Anlamsızdı herşey,belki de hançeri efendiye saplamalıydı nasıl olsa ölümsüzdü,ama efendi bir tek benim onu öldürebileceğimi söylemişti diye geçirdi aklından,bir türlü anlam veremiyordu…Aşağı dalgalara baktı ve gökyüzüne karşı haykırdı,’efendim sizi seviyorum,bana her iki şekilde de sizsiz bir hayat sundunuz ne yapabilirdim ki’…
Göğsü yine sancıyordu,belkide iyiliğin savaşçısı olmaya koyulmalıydı artık…
Arkasını döndü vee birden dizlerinin çözüldüğünü hissetti efendisi yine karşısındaydı,karanlık dünyasının anlamı yine fısıldamaya gelmişti…