bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Çözümsüz…

kopanisti | 11 July 2008 14:47

Kaymağı seven mandayı cebinde taşır. lakin manda yuva yapmış söğüt dalına. ayağını yorganına göre uzatmak istese de, geçti borun pazarı sür eşeğini niğde’ye deyip dimyat’a pirince giderken evdeki bulgur’dan olan garip kuşun yuvasını allah yapar durumu hasıl olur bazen…

Ama yine de arayan mevlâsını da bulur belâsını da. Ayrıca sen bana padişah olamazsın demedin adam olamazsın dedin, oysa sen de nalıncı keseri gibi rabbena hepbana olmaktansa çuvaldızı kendine iğneyi başkasına batır prensinine ön ayak olmayı tercih ettin.
Göle maya mı çalalım ya tutarsa deyip, kel başa şimşir tarak vuralım yada, doluya koysam almıyor boşa koysam dolmuyor hesabı…

Mezarlık ziyareti..

sekoci | 11 July 2008 12:01

Usul usul yürüyorduk. Sağa sola dikilmiş ağaçlar sanki bizim yalnız kalmak istemediğimizi biliyorlardı. Yalnız kaldığımızda her şey eskiye dönebilirdi eskiden daha eski ye. Gerçeğin bi parçasının hep bizimle olmasından memnun gözüküyorduk. Seni ne kadar özlüyordum ve ne kadar çok istiyordum bunu fark etmeni ..Şirinlik taslıyordum sana belki anlık bir çekim oluşturabilmek için.. Kaçamak bakışlarım vardı gözlerince yakalanmayan. Hem yakalanayım istiyor hem yakalanmaktan korkuyordum. İlk şarkımızı dinliyorduk hüznümüzü sakladığımız gülümsemelerimizle..Gökyüzünde kanatlarıyla aynı adımları atan iki martı’ya benziyorduk bir elin bir elimde yürürken. Yağmurdan fazlasını dilemedik tanrı’dan. Bu kez dileğimizi yargılamadan nebula’ya kadar yükseltti bizi. Damlarken aşşağıya yağmurlarla canlı oluşumuzun son örneğiydik.Gerçeğe değdiğimizde birikti acımız. Şimdi de yağmurlar terkediyordu gözlerimizi.Başımız öne eğik yürümeye devam ettik parça parça yıllanarak. Sonra çıplak ayakla geçtiğimiz kayaların arkasındaki bir taşın önünde durduk. “Biz” yazıyordu taşın üstünde.. Sonsuzluğun rakamları altında… İkimizde de güç kalmamıştı artık diz çöktük ruhlarımızda… Gözlerinde yakalandığım soluksuzluğun ritmiyle hafif eğilip usulca öptüm o an…. “Bu ne?” dedin sinirli bakışlarınla…. Mezarlık ziyaretlerimizden biriydi gece karanlığının çöküşünü yansıtan… Orda artık yitirilmiş bedenlerimiz geceye inat ışırken ben saldırıyordum özlemle dudaklarımdaki dudaklarına….

e-maillerin önemi

Heritager | 11 July 2008 11:22

http://www.zekirdek.com/forum/e-mail-in-onemi-bu-kadar-komik-anlatilamaz-t111065.html?s=34623eb1e5f3f66034d105e0cbfd20f8&p=3584314

ilanı aşk giriş bölümü

morfik | 11 July 2008 11:22

bir düşşş,
elimden kayıp düşen..

etten bir gemiydi aşkım. denize açılmak için mavinin bütün tonlarınca engeli olan,
etten bir gemiydi ufukta kaybolan.

ne de olsa yaşadım, yaşamadıklarım olduğunu bilecek kadar. kafi!!!

kafi. su olmasın. sadece buz lütfen. fon ve göründü dip. şimdik:

kesin eziyet ettiğim erkeklerin ahı üzerimde bu gece. nostalji çam, seranatını polislere dinleteceğime ben dinleseymişim, berbat sesine rağmen. ve diğerleri.. meşe, kestane falan filan, yıllar geçti ahınız buldu beni. ömrün altı ayını, adını sanını bilmediğim bir yabancıya adadım. yalnızlığım az geliyordu ya yalnızlığımın içine bilinmezlik, uzaklık, maydonoz, dere otu hepsinden tutam tutam attım.

Arızalı Kayra

buddhala | 11 July 2008 10:17

Bize sabit lazım, tüm değişkenleri değiştirecek bir sabit…

Zamana güvenmek, kardeşimin benim yaşıma gelince yapacağı şeyleri olağan karşılamam anlamına geliyordu. Ben kardeşimin yaşında iken, Beko Hitachi marka 55 ekran televizyonların sağ üst köşesindeki 9 tuşa aynı anda basıp babamdan azar işitirken, kardeşim benim yaşıma geldiğinde plazma tv de internetten getirttiği pizza ve kolaları büyük ressamların adlarıyla bilinen elemanlardan kurulu ninja kaplumbağalar gibi yiyip, maç izleyecekti. Hatta evde kimse yoksa, dev ekranda porno film izleyebilecekti. Ben kardeşimin yaşındayken gazetelerin verdiği legolardan evler yaparken, kardeşim benim yaşıma geldiğinde evdeki sigara kutularından evler yapacaktı. O halde abi ile kardeşin yaşları toplamı kaçtı? Bunlar size yaş problemini hatırlatabilirdi ama hayır, değil. Kardeşimle aramızdaki yaş farkı değişmiyordu ama kardeşimin benim yaşıma geldiği zamanlarda çok şey değişmiş oluyordu. Kardeşim büyümesin isterdim hatta, bir köşede dursun, tenefüslerde taso oynasın, pokemonun tüm karakterlerini güçleriyle birlikte ezbere bilsin; ama bi dakika, sakın hastalık olarak düşünmeyin bunu. O duracak böyle, hem yaş hem beden hem de ruh olarak. O kadar mutlu olduğu bir zamanda duracak ki, onu merkeze alacağım ve etrafında inşaata başlayacağım. Mutluluğunu bozmayacak bir inşaata. Kusursuz ve düzene meydan okurcasına. Bir tek o sabit olacak ama mükemmel ve kusursuz bir sabit, etrafındakileri etkileyen, büyüleyen ama kendi büyümeyen ve değişmeyen… belki Tanrı ve belki yanılgısı… işte mükemmel bir anda da, herşey tek bir hamlede çöküverecekti, ya merkezden bir kara delik olup tüm sistemi içine çekecek ve kaybolacaktı ya da dışardan spiralin ucundaki domina taşının devrilmesiyle, devrim başlayacaktı ve merkeze kadar kusursuz bir şekilde ilerleyecekti. Asıl düzen buydu, asıl düzen kaostu. Ve hatta asıl sabit kaostu, durdurabilene aşk olsun! Kaos Tanrıydı ve kaosu formülize etmek, düzene sokmak, büyük bir yanılgı, inanan için Tanrı’ ya başkaldırıydı. Ve bizler haberimiz olmadan kaosa ibadet ediyor, kaosa kurbanlar sunuyorduk. Ben ise, bir yaş problemiymiş gibi, kardeşimi merkeze koymuş, koruyacağım diye onu sabit tutmuş ve etrafına değişkenler örmüştüm. Peki ben nerdeydim? Tanrısı mıydım, bu sistemin? Kardeşim bu düzenin nesiydi? Patronu, kurbanı veya sıradan bir elemanı ama sonradan Clart Kent’ i? Ya bir gün isyan ederse ve tüm denklemi; görevlerini yapamazlarsa teker teker ölecek olan diğer değişkenleri, kandırıp çekip giderse? Ya da denklemdeki bir değişken tarafından kandırılıp, beni yüz üstü bırakırsa? Hatta beni öldürürse? O yüzden sabitler tehlikeliydi ve hata affetmezlerdi.