bildirgec.org

tembel hakkında tüm yazılar

Tembel Öğrencinin Günlüğü

Guitarist | 04 February 2007 23:53

Öğrenci seçme sınavına az bir zaman kaldı. Bu yıl ben de öss’ye gireceğim.

Henüz doğru düzgün çalışmaya başlayamadım,günde 10 dakika ders çalışabiliyorum ancak. Aptalım…
Öğrenci seçme sınavını zorlaştıran o an ki stres sanırım,bazen o sınava girme fikri bile insanın tüylerini diken diken edebiliyor…

Aslına bakarsanız,bu sınava girecek öğrenciler günde 4-5 saat çalışmak yerine benim gibi 10 dakika çalışsaydı,puanlar düşer,öğrenciler de sosyal konularda daha aktif olabilirlerdi…Stres de azalırdı. Ama gel gör ki toplu halde bir organizasyonla öğrencileri en fazla 10 dakika çalışmaya yöneltmek,benim açımdan günde 4-5 saat çalışmaktan daha zor olur…Ama performansımı da arttırabileceğimi sanmıyorum.Azizname’de denildiği gibi “bakalım ne olacak?”…

bir şey yapmıyormuşuz..

astral | 26 October 2006 18:10

Kızların % 44,3�ü, Erkeklerin % 22,6�sı Hiçbir şey Yapmıyor. tembel tembel yaşamaya devam edip yaşama bir şey katmadığımızın analizi. Bu da sonuçta etken değil edilgen olduğumuzu gösteriyor. Siz yaşamınız için uğraşmazsanız sonuçta sizin yaşamınıza yaptırım planları yapanlar bol olacaktır. Sizce de öyle değil mi??
Ayrıntılar burada

Sabah sabah kim gidecek şimdi işe

logos | 05 October 2006 10:52

Hastasıyım çok....
Hastasıyım çok….

Hep japonlar yapacak değilya bunu da tembeller yapmış. Hasta olduğunuzda ya da tembelliğinizden yatağınızdan çıkamadığınızda patronunuza ya da ofisteki arkadaslarızı arayıp mesajınızı iletiyor. Hem de siz uykunuzu bile bölmeden. Sistem direk olarak patronunuzun mesaj kutusuna sizin sesinizden mesajınızı bırakıyor isteğiniz zaman istediğiniz yerden. Call-in-Sick group2call un güzel bir hizmeti.

multimedia yatak

knemo | 11 July 2006 17:00

Ehl-i keyfin keyfini tazeleyecek, tembel işi bir multimedya örneği daha karşımızda sayın seyirciler:ruf-cinema.

gel keyfim gel
gel keyfim gel

Ses sistemi, DVD oynatıcı, projeksiyon makinesi: hepsi bir arada. Ayakucunuzdaki alüminyum alan hafif bir uzaktan kumanda darbesiyle perdeye dönüşüyor.Yine kumandayla sırt açınızı ayarlayabiliyorsunuz.

konsol
konsol

Bu yatağın belki tek dezavantajı, heyecanlanıp yanınızdakine sarılmak istediğinizde, kafanızı sizi ayıran konsola çarpma ihtimali…
Ruf Beten şirketinin medyayala yatıp medyayla kalkanlar için ürettiği ruf-cinema’nın taklitlerini kısa sürede ülkemizde görmek arzusuyla…

bir günüm

| 28 June 2005 20:23

an itibariyle eve ayak basmış bulunuyorum.yorgunluktan ölüyorum desem yeridir.

9.30,11:00,14.00 ve 15.30 olmak üzere, 4 tane sınavım vardı bugün..
ama herşeyi anlatmaya başlamadan önce flashbackle bir gün öncesine dönmek istiyorum.
ne yapmıştım,nelerle oyalanmış,neye ne kadar çalışmıştım?

şöyle oldu:

12.35: uyandım.
12.35: tekrar uyudum.
13.40: uyandım.
13.40-14.20: kahvaltıdır,televizyondur derken bir 40 dakika kadar oyalandım.
14.20: koltuğa kıvrılıp uyudum.
16.05: uyandım.
16.05-19.00: bilgisayar başında oyalandım biraz da.
19.00: haberleri izlemek için televizyonu açtım.belki okulda yine olay çıkmıştır da sınavlar eylül’e ertelenmiştir diye ummaktaydım.
20.05: olay falan çıkmadığından kesin olarak emin olduktan sonra tv’yi kapattım.
20.10-20.45: yemek yedim.
20.50: uyudum.
22.00: uyandım.
22.10-23.50: ders çalıştım.
00.00-01.45: survivor’ı seyrettim.’özgür bari 1-2 oy alsaydı be,yazıktır.’ diye düşündüm.tv’yi kapattım.
01.50: 5-10 dakika uyusa mıydım?

07.25: uyandım.
07.25: saati kapattım.tekrar yattım.
08.00: uyandım.
giyinmeydi,kahvaltılık birşeyler atıştırmaydı derken öyle bir yarım saat geçti.
08.45: metroya bindim.
09.10: okula vardım. 20 dakika kadar çalışma kağıtlarına göz gezdirdim.kopya hazırladım.
09.30: sınava girdim.
09.40: sınavdan çıktım.
neyse,iyi ki çalışmamıştım.adam 1. dönemden sormuştu.

11.00 ve 14.00’deki sınavlar kolaydı allah’tan da yırtmıştım.
15.30’daki sınav da iptal edildi.pek de mutlu olmuştum.

At koşar talih kaçar

WeaponX-hafif | 16 September 2002 10:02

Gene sıkıcı bir haftasonu. Boşluklardayım. Bitirme tezimi bitirmem gerek ama bir türlü bitmiyor. Tembelim çünkü. Motivasyon yok. Oku oku her şeyi okudum. Bir araba kaynak var ama gerisi yok. Gene bomboş geçti haftasonu. Tam çalışacağım bir telefon çalıyor, iş çıktı başa.

Tek zevkim “Deli Juana”ya gitmek oldu valla.

Sinir oldum resmen; tam okumaya başladım biri geliyor. “Şunu yapacağız şunu edeceğiz”. Bu beyanatı ileten merci anne-baba olunca eşek gibi yapıyorsunuz. “Beni şuraya götür”, “onu şuradan getir”. Bizimkiler arazi oldular yazlığa. Kaldık kerdeşimle. Ufaklık kendisi. Boş bırakılmıyor. Mösyö’nün bir de at yarışı var. Oldu mu şimdi. Zaten kızmıştım. Cem Yılmazlık tam “Baba bana at al”. Oldu. Ben o yaşta it bile isteyememiştim. Neyse işte.

Cumartesi pazar beyimizin yarışıyla geçti.

Allahtan Pazar günü eski ve muhtemelen yenilenmiş sevgilim aradı. Sinemaya gittik.

Şişli Movieplex‘de sevgili koltukları denen çiftli koltukta seyrettik. Sevgiliyle gitmek için süper. Rahat rahat sarıl. Hatta tek başınıza daha da iyi. Uzat ayakları.

Neyse işte.

“Deli Juana”yı tavsiye etsem mi etmesem mi bilemiyorum. Yani film değişik tabi. Vizyonda Hollywood filmi doluyken bir İspanyol filmine rastlamak güzel. Çekimler güzel. Senaryo zaten tarihî. Hikaye enteresan. Kastilya kraliçesi Isabella’nın kızı Juana siyasî bir evlilikle Flanders (Belçika-Hollanda) Arşidüküyle evleniyor. Adam tam bir çapkın hayvan. Juana’yı gece gündüz her yerde düzüyor. Juana da manyak aşık. O da her yerde istekli. Bacaklar birleşmiyor. Neyse koca çapkın olunca Juana deliriyor. Evet bence deli. Aşk konusunda deli resmen.

Dier taraftan filmde ne gibi eksiklik ver derseniz, Juana’nın tavşan gibi pıtır pıtır doğurduğu çocuklara ne oluyor belirsiz. Bir tek doğarken görüyoruz. Hele bir de tuvalette doğurma sahnesi var tam bir şok. Ama filmin sonunda bile çocukların akibeti belirsiz.

Hafta içi de acilen “Kuşlar: Kanatlı Uygarlık”a gitmek gerek.

Delirmek istiyorum

beatnick-hafif | 11 March 2002 11:00

Eskiden Alacakaranlık Kuşağı diye bir dizi vardı, hastasıydım. Her bölümü hatırlamıyorum ama genel olarak şöyle bir konsept vardı bence; Hayat belki de gördüğümüz ve bildiğimiz gibi değildir. Tabiî o zaman çocuktum ve mistik/paranormal olaylar beni korkuturdu. Artık “gerçekler” daha çok korkutuyor… Şöyle ki; hayatı bir Alacakaranlık Kuşağı gibi algılamak için paranormal olaylar olması gerekmiyor, hayatın kendisi yetiyor.

Birkaç şey var kafamda dönen, birincisi bu sistemin kendisiyle ilgili, yani yaşamak için uyulması gereken kurallar silsilesi. Örneğin aileden zengin olmak veya lotodan para kazanmak dışında yaşamak için para kazanmak, dolayısıyla çalışmak zorundasın. Bu sefalet dünyasında bırak tembellik hakkını kullanmayı, birileri tarafından kanının emilmesi söz konusu. :Her ne kadar bu durumu tartıştığım tüm insanlar “eee, bunun nesi garip, hayat böyle” şeklinde cevaplar vererek kendimi uzaylı gibi hissetmeme sebep olsalar da, her ne kadar bu duruma alışmak ve bunu kabul etmek gerektiği konusunda hem kendim hem başkaları tarafından sürekli telkine uğrasam da, olmuyor. Ben kendimi klasik bir kHollywoodvarî korku filminin senaryosu içinde ilk ölecekler listesinddeki sarışın güzel kadın veya şişman gözlüklü saf delikanlı gibi hissetmeye devam ediyorum.

Sabahtan akşama kadar bir yerde kanının emilmesine seyirci kalmak zorunda olmak durumu ile başetmeye çalışırken, ikinci bir AK senaryoasuna dahil olmaktan kendimi alamıyorum. The SIMS diye bir oyun var, insanları bir eve yerleştirip hayatlarını devam ettirmelerini sağlıyorsunuz. Adamlar sen söylemeden tuvalete bile gitmiyorlar, sonra mesela altlarına işiyorlar filan.. Nihayetinde bir bilgisayar oyunu ve ne kadar değişken görünse de etki-tepkiler 1’ler ve 0’lardan oluşmak zorunda, yani adam sosyal olduğu zaman mutlu oluyor bilmemne yaptığın zaman bilmemne oluyor filan. Her şey bir kalıp içerisinde ilerliyor, ama atıyorum adamın eline bir kaleşnikof verip yoldan geçenlerin üzerine salamıyorsunuz. Hayır öyle bir seçenek olsa giderr ama programcının hayalgücü ve yasal kısıtlamalar elvermiyor tabiî. Neyse geçenlerde bu oyunun başında zaman öldürürken kendimi o simülasyon kahramanlarından bir igibi hissetmekten alamadım. Yani hayatta bir şeyler oluyor, çoğu zaman senin dışında gelişiyor tüm olaylar ve sen bir SIM gibi tepinmekle, ağlamakla, gülmekle veya altına işemekle yetinmek zorunda kalıyorsun. Tabiî bu da birçok kişiye normal gelenbilir, aslında normal gelmesi daha büyük sorun bence, ama bu normal denilen şeyin ben de sıkıntı yaratmasını engelleyemiyorum ne yazık ki.

Beynim senaryodan senaryoya koşarken acaba sıyırıyor muyum diye düşünüyorum, sonra delirmek istediğime karar veriyorum ve insanın kendi inisiyatifiyle deliremeyeceğini, ancak seni birilerinin delirtebileceğini ya da genetik olarak yine senin elinde olmayan etkiler sonucu delirebileceğini düşünüp daha da dibe batıyorum.

Evet aynen böyle.