Eskiden Alacakaranlık Kuşağı diye bir dizi vardı, hastasıydım. Her bölümü hatırlamıyorum ama genel olarak şöyle bir konsept vardı bence; Hayat belki de gördüğümüz ve bildiğimiz gibi değildir. Tabiî o zaman çocuktum ve mistik/paranormal olaylar beni korkuturdu. Artık “gerçekler” daha çok korkutuyor… Şöyle ki; hayatı bir Alacakaranlık Kuşağı gibi algılamak için paranormal olaylar olması gerekmiyor, hayatın kendisi yetiyor.
Birkaç şey var kafamda dönen, birincisi bu sistemin kendisiyle ilgili, yani yaşamak için uyulması gereken kurallar silsilesi. Örneğin aileden zengin olmak veya lotodan para kazanmak dışında yaşamak için para kazanmak, dolayısıyla çalışmak zorundasın. Bu sefalet dünyasında bırak tembellik hakkını kullanmayı, birileri tarafından kanının emilmesi söz konusu. :Her ne kadar bu durumu tartıştığım tüm insanlar “eee, bunun nesi garip, hayat böyle” şeklinde cevaplar vererek kendimi uzaylı gibi hissetmeme sebep olsalar da, her ne kadar bu duruma alışmak ve bunu kabul etmek gerektiği konusunda hem kendim hem başkaları tarafından sürekli telkine uğrasam da, olmuyor. Ben kendimi klasik bir kHollywoodvarî korku filminin senaryosu içinde ilk ölecekler listesinddeki sarışın güzel kadın veya şişman gözlüklü saf delikanlı gibi hissetmeye devam ediyorum.
Sabahtan akşama kadar bir yerde kanının emilmesine seyirci kalmak zorunda olmak durumu ile başetmeye çalışırken, ikinci bir AK senaryoasuna dahil olmaktan kendimi alamıyorum. The SIMS diye bir oyun var, insanları bir eve yerleştirip hayatlarını devam ettirmelerini sağlıyorsunuz. Adamlar sen söylemeden tuvalete bile gitmiyorlar, sonra mesela altlarına işiyorlar filan.. Nihayetinde bir bilgisayar oyunu ve ne kadar değişken görünse de etki-tepkiler 1’ler ve 0’lardan oluşmak zorunda, yani adam sosyal olduğu zaman mutlu oluyor bilmemne yaptığın zaman bilmemne oluyor filan. Her şey bir kalıp içerisinde ilerliyor, ama atıyorum adamın eline bir kaleşnikof verip yoldan geçenlerin üzerine salamıyorsunuz. Hayır öyle bir seçenek olsa giderr ama programcının hayalgücü ve yasal kısıtlamalar elvermiyor tabiî. Neyse geçenlerde bu oyunun başında zaman öldürürken kendimi o simülasyon kahramanlarından bir igibi hissetmekten alamadım. Yani hayatta bir şeyler oluyor, çoğu zaman senin dışında gelişiyor tüm olaylar ve sen bir SIM gibi tepinmekle, ağlamakla, gülmekle veya altına işemekle yetinmek zorunda kalıyorsun. Tabiî bu da birçok kişiye normal gelenbilir, aslında normal gelmesi daha büyük sorun bence, ama bu normal denilen şeyin ben de sıkıntı yaratmasını engelleyemiyorum ne yazık ki.
Beynim senaryodan senaryoya koşarken acaba sıyırıyor muyum diye düşünüyorum, sonra delirmek istediğime karar veriyorum ve insanın kendi inisiyatifiyle deliremeyeceğini, ancak seni birilerinin delirtebileceğini ya da genetik olarak yine senin elinde olmayan etkiler sonucu delirebileceğini düşünüp daha da dibe batıyorum.
Evet aynen böyle.