bildirgec.org

sosyal psikoloji hakkında tüm yazılar

“Yabancı”dan “yerli”ye yerini yadırgayan bir bakış

admin | 11 March 2011 10:46

“Televizyonda hangi dizileri takip ediyorsun” diye sorunca “Ben sadece Cnbc-e izliyorum” diyen hatırı sayılır sayıda insan var. “Mesela hangi diziyi” deyip ikinci soruya geçince duraksadı mesela bu sabit yanıtı verenlerden biri. Muhtemelen ikinci sorunun hiç gelmeyeceğini düşünerek. “Lost” dedi. “Başka” dedim. Kalakaldı. Oysa ki Lost, hiçbir zaman Cnbc-e’de yayınlanmadı…
Kimseyi eleştirmek ya da küçümsemek bana düşmez, sadece onları anlamaya çalışıyorum. Bu tavrın altında yatan nehri görmek, bu davranışı biraz kurcalamak istiyorum. Aynı mevzunun edebiyat, sinema, müzik versiyonu da var elbet. Türk yazarları beğenmeyip, melodramın melodramı, çok satan, sığ yabancı yazarları okuyanlar hatta muhtemelen okumayıp sadece ellerinde gezdirenler (bir de böyle bir sosyal grup var, onlar kendi başlarına, başka bir yazıyı hak ediyor), Zeki Demirkubuz’u, Nuri Bilge Ceylan’ı tanımayıp içi boş Hollywood sinemasını göklere çıkaranlar. Türk müzisyenlere burun kıvırıp, sırf yabancı diye cascavlak, klişe dolu melodilere meyledenler.

Wireless sosyalleşmeler

kahramancayirli | 05 January 2011 12:41

Yakın bir arkadaşımın bana küstüğünü, beni “facebook”undan silince anladım. Tabii Msn listesinden de. İlginç değil mi? Ya da en mahrem fotoğraflarımızı “feys”e koymak, bir çeşit kamusal alanda (facebook’ta) görünür kılmak için yarışmak, size hiç garip gelmiyor mu? Bu yeni, kahve dükkanı zincirlerine genç ve orta yaşta insanlar geliyor genelde, görmüşsünüzdür. Her biri deri, konforlu koltuğuna gömülür gömülmez, diz üstü bilgisayarını açıyor ve bir anda bilgisayarından sosyalleşmeye başlıyor. Bu, gerçek bir sosyalleşme mi? Mekandan ayrılana dek kendi aralarında neredeyse hiç konuşmadıklarını gözlemliyorum. Çalıştığımız yerlerde, masa arkadaşlarımızla ofis yazışma programları ile iletişim kurmayı tercih ediyoruz. Konuşmak yerine yazışmak. Her gün uyanır uyanmaz ilk işim, facebook ya da twitter hesaplarımı kontrol etmek. Bu, benim giderek yalnızlaştığımı göstermiyor mu? Ya da bu sanal (aslında olmayan) mesajları gerçek muhabbetlerle ikame etmeye çalıştığımı?

Mahallenin çözülüşü

kahramancayirli | 11 November 2010 13:49

“Şimdi artık kimse kimseye güvenmiyor, herkes birbirinden çekiniyor” dedim. “Evet, kaç katlı, kaç daireli apartmanda oturuyoruz, hiçbirimiz birbirimizi tanımıyoruz” dedi. “Ne yalan söyleyeyim kapıyı açmadan iki – üç kere kimsiniz diye soruyorum, yüreğim ağzımda açıyorum kapımı” dedim. “Organ mafyaları varmış” dedi. “Karıma parfüm alacağım, şu koku sizce nasıl deyip elini koklatıyormuş adamın teki, kokladığın an bayılıyormuşsun, arkadaşım bayıldı diye etraftan yardım isteyip, taksiye taşıyorlarmış, sonra birkaç gün sonra bütün iç organları alınmış halde bir çöp tenekesinde bulunmuş” dedi orta yaşlı, halinden, konuşmasından orta – üst sosyoekonomik sınıftan olduğunu hissettiğim kadın. “Bir yaşlı kadın varmış, caddeden karşıya geçebilmek için yardımınızı istiyormuş, yardım edip, kadının elini tuttuğunuz an, fark ettirmeden şırıngayla bayıltıyormuş, yardım edin, torunum bayıldı diye bir taksiye atlayıp götürüyormuş, onun da sonu aynı” dedi Arnavut göçmeni olduğunu söyleyen genç kız. “Tatile gittiğimiz yerde otele gitmeye korkuyoruz” dedi orta yaşlı kadın bu sefer de. Manken-sunucu Asuman Krause geçti sonra, sıramızı beklediğimiz salon gibi yerin önündeki koridordan. “Gerçekten de boyu uzunmuş” dedim, “güzelmiş hakikaten”, kadınların tümü bir perde yukarıdan baktılar ona, bir çeşit kıskanma, imrenme, beğenme arasında gelip giden bakışlarla. Bir süre konuşmadık. Üçümüz de farklı yönlere baktık bir otuz saniye kadar.Sonra bir dizi oyuncusu geldi, sıra için sayı aldı, pasaportunun süresini uzatmak için. İsmini bir türlü hatırlayamadım, onlar da hatırlayamadı. Asuman Krause’ye gösterilen ilgi, bu genç adama gösterilmedi pek, pasaport bekleyen kitlece. Saat on iki olacak da öğle arasını da beklemek zorunda kalacağız diye ödümüz kopuyordu. Sonra görevli memur, sistemlerinin gittiğini, bütün ülkede bilgisayar sistemlerinin çöktüğünü söyledi. Sırada bekleyen kadınlardan biri, neredeyse bağırdı, tersledi adamcağızı. O kadının işi muhakkak bugün mesai bitmeden yapılmalıymış, yurtdışı biletlerini ona göre almış, ne yapıp edip bilgisayar sistemini düzeltmelilermiş, sabahın köründen beri sıra bekliyormuş. Yapabileceğimiz bir şey yok hanımefendi, Ankara merkezli dese de görevli, kadın en son zorla parmak izi vermeye çalışıyordu üst katta.

Açık havada sosyal psikoloji dersi

admin | 09 February 2010 12:31

Açık havada sosyal psikoloji dersi
Kahraman Çayırlı

Haberler malumunuz. Kadınlar güçbela, arada derede doğurdukları bebeklerini bir şekilde yok etmeye, yok kılmaya çalışıyorlar. Özgeçmişler, hikayeler biraz değişiklik gösterse de öz bu. Erkek egemen haber dilleri, medyalamaları hazırola geçti hemen, etiket hazır: Vicdansız anne(ler). Metinler, yazılar tek taraflı, kadınlar ve bebekleri var ortada, ya babaları? Niye kimse babalardan söz etmiyor.Vicdansız olan anneler değil bir kere. Özellikle aileleri olmak üzere tüm toplum olarak biz (vicdansızız) suçluyuz. Anneyi değil, hepimizi tutuklamalılar. Hepimiz, her birimiz suçluyuz. Açık havada sosyal psikoloji dersi. Toplum, kurallı kollarıyla öyle sıkboğaz ediyor ki bireyi, düşünün bebeğini tuvalette doğurup çöp sepetine atabiliyor, birey. Ailenin, toplumun “sosyal etki”si diye buna denir işte. İşaret parmaklarımız hazır: Anne suçlu, kadın suçlu. Tecavüze uğrayan masum kız çocuğunu hangi mantıkla suçlayabiliyoruz, sizin aklınız alıyor mu? Klişe ama mantığınıza sığıyor mu?Topu birbirimize paslamaktan hiç yorulmuyoruz. O suçlu, bu suçlu herkes bir başkasına atıyor suçu, tamam. Kimsenin olayların derinine bakası yok. Üstünkörü, hadi bir suçlu bulalım hemen, naylon poşeti geçirelim kafasına, tamam artık tanrılara kurban olarak onu sunarız. O üniversite öğrencisinin bebeğini çöpe atmasında senin, benim hepimizin suçu var. Düşünün bu kadar uç bir noktaya varabiliyor sosyal etki dediğimiz olgu. Koca bir topluma karşı kendini savunmaya çalışan birey.

sana gül bahçesi vadetmedim…

kahramancayirli | 04 November 2009 12:02

kitapokuyoruz.com adresinden alınmıştır.
kitapokuyoruz.com adresinden alınmıştır.

Arkadaşım telefonda “herkes ünlü olmak istiyor aslında” dedi. Sahiden de öyle herkes albüm yapma, oyuncu olma velhasıl bir şekilde “görünür olma” peşinde. Tüm bunların iki sebebi var dedim arkadaşıma. 1. Özal. 2.Oniki Eylül. …

media.us.macmillan.com adresinden alınmıştır.
media.us.macmillan.com adresinden alınmıştır.

Çok yazıldı, çizildi bayat konu artık. Kolay yoldan köşe dönme meseleleri 80lerle birlikte yeşillenen bir mesele. Giderek de büyüyor, serpiliyor. 80lerin çocukları büyüdük şimdi 30larımıza yaklaşıyoruz.

Yüz haritaları karışan kadınlar

kahramancayirli | 24 October 2009 13:41

Yüz haritaları karışan kadınlar
Kahraman Çayırlı

seslendirme.org adresinden alınmıştır.
seslendirme.org adresinden alınmıştır.

40lı yaşlarına erişen kadınların yüzlerine bakamaz oldum. Zira aynı korkunç ifade var çoğunda. Kırışık yok, göz altı denen yer kaybolmuş, yüz deseniz gerginlikten kopmak üzere bir deriden müteşekkil. Orta yaşta kadınlarımızın bile yüz haritaları çoktan karıştı. Anlamlı, oynanmamış bir yüze rastlamak için epey uğraşmamız gerekecek belli ki bundan böyle.

imageshack.us adresinden alınmıştır.
imageshack.us adresinden alınmıştır.

Peki neden? Savaşa mı hazırlanıyor bu kadınlar? Yaşlılık, savaşılması gereken korkunç bir son olarak mı kodlandı zihinlerimizde? Üstelik sonu da yok. Eninde sonunda kırışıklar yerleşmeyecek mi yüzlerimizin muhtelif yerlerine?Aynı kadınlara uzaktan bakarsanız pek sorun yok aslında. “Canım acayip gençleşmişsin” “Her sabah aç karnına iki domates yiyeceksin, bütün gün elimde su şişesi ile geziyorum.” Tamam, biz de yedik zaten. Sahiden korkuyorum bir gün o yüz derileri kopacak, altından yepyeni insanlar çıkacak!Ve yüzlerdeki bu ifadesizlik çoktan bir moda vaziyetine erişmiş durumda, insanlar bu uğurda ev, araba satıyorlar (pardon, kriz mi vardı buralarda). Genç ve güzel görünmeyi öylesine soktuk ki insanların zihnine çeşitli medya araçlarıyla, insanlar yaşlanmaktan, kilolu görünmekten, çirkin görünmekten korkar oldular. Oysa sağlıklı olmak değil mi aslolan? 50 santim beli olan insan beslenme yetersizliğine gark olmaz mı eninde sonunda?İnsan kırışıklarıyla, zamanın yüzüne, vücuduna bıraktığı izlerle güzeldir. Kat edilen yolların, varılan noktaların emareleridir, yüzdeki her çizgi, germeye çalıştığımız her kırışık. İnsan bedeni, anlamlarıyla güzeldir. İstediğiniz kadar gerilsin deriniz, yüzünüzün hiç olmazsa bir yeri muhakkak haber verecek eski günleri. O zaman daha kötü görünmeyecek misiniz? O anlamlı, derin bakan gözler, 20 yaş gerginliğindeki derilerde nasıl da yabancı ve korkak görünüyorlar oysa.Bu ifadesiz, gergin yüzler bir savaş açtıysa yaşlı görünmeye; ben de aksi istikamette bir savaş başlatmak isterim. Sağlıklı, anlamlı görünmektir aslolan; kopma gerginliğinde, robot ifadesizliğinde derilerle gezmek değil. Şık caddelerde korkar oldum kadınların yüzlerine bakmaktan. İfadesizleşmiş, anlamsızlaşmış deri yığınları sardı, sarıyor her yanı…

İnsan niye evlenir

kahramancayirli | 13 October 2009 09:46

Üniversite birinci sınıftayım. Sosyal psikoloji dersi. Hocanın sorusu: İnsan niye evlenir? Ben “yalnızlıktan evlenir insan” diye yanıt veriyorum bütün sazanlığımla. Kopuyor sınıf. Sonra muhtelif yanıtlar geliyor değişik gençlerden, onları hatırlamıyorum şimdi.
Aradan geçen zamanla birlikte aynı soruya yanıtım pek değişmedi aslında. Sadece genişledi. Bu mevzuyu tek bir sebebe değil de bir sebepler bileşkesine bağlamak daha mantıklı.
Sosyal etki, statü endişesi gibi kavramlar giriyor devreye. “Herkes belli bir yaşa gelince kendi denginde biriyle evlenir.” “Evlenmeden çocuk sahibi olunmaz”… Aslında saymama bile gerek yok, hepimiz bu bilgilerle büyüdük, zihnimizin bir kenarında aktiflenecekleri saniyeyi bekliyorlar.
Çocuk sevdikleri için evlenenler, hayat yalnız geçmez diye evlenenler, yaşlanınca bana kim bakacak diye evlenenler. Anne-baba baskısından kurtulmak için…
Bir insan bir ömür boyunca aynı insanı sevebilir, kabul ediyorum ama aynı insana aşık kalamaz bence. Malum ömrü var. Bitiyor. Eninde sonunda. Başka bir boyuta geçiyor aradaki bağ.
İnsan niye evlenir peki? Yüz puanlık uzman sorusu.

Tüm kuyular açılmalı!

kahramancayirli | 11 May 2009 14:01

Tüm kuyular açılmalı!
Kahraman Çayırlı

Kuyulardan çıkan ne? Kesif bir erkeklik, damıtılmış bir ikiyüzlülük, bilinçaltından kuyulara inmiş bir inkar. Sormaya utandığımız sorular, kaş-göz işareti yaparak kapatılan yanıtlar, kapatılan kapılar ve nihayet üzeri kapatılan kuyular…

Kuyulardan çıkan ne? Çocuklarını “aslan oğlum” diye seven, sırtlarını sıvazlayan anneler, oğullara zorla giydirilen “sert, ağlamaz, alınmaz, kırılmaz” gömlekleri, “hiçbir şekilde zayıf görünmeme” zırhlı elbiseleri… Erkeklik, erkek olmak resmen bir ateş bu topraklarda; kendisi yanıyor, toplumu da yakıyor. Erkeklik, ateşten bir çerçeve. Demirden çizgiler çiziyor hayatımızın her yerine. Gürültülü kahkahalar attırmıyor, kibarlıktan hazzetmiyor; hep tetikte, hep dikenler üstünde.

Kadınlarda vücut algısının sosyal hayata etkileri

hokkaz | 12 October 2006 02:27

Amerika’da yapılan bir deneyde kadın deneklere çok zayıftan çok şişmana kadar sıralanan kadınların resimleri gösterilip, “bunlardan hangisi gibi olmak isterdiniz” ve “sizce erkekler bunlardan hangisini daha çok beğenir” şeklinde iki soru sorulmuş. İki soruda da kadınlar ortalamadan daha zayıf olanları seçerken, erkekler tam olarak ortalama kilodaki kadınları daha çok beğendiklerini söylemişler.

Bir diğer deneyde, vücut algısının ve çevredeki diğer insanların cinsiyetlerinin, performans üzerindeki etkiler araştırılmış. Bilgisayar vasıtasıyla iletişimin ve yüz yüze iletişimin öğrenme üzerine etkilerinin karşılaştırılması konulu bir deneye katıldıklarını sanan 17 ile 20 yaş arasında, ortalama boy ve kilodaki 106 kadın katılımcı kullanılmış. Katılımcılar tek başlarına, her odasında bir bilgisayar olan 4 odalı bir laboratuvardaki odalardan birine alınmış. Diğer 3 odada başka katılımcıların olduğu söylenmiş. Gerçekte diğer odalar boşmuş. Katılımcının fotoğrafı çekilerek öğrenim bilgileri, yaşı, cinsiyeti, boyu ve kilosu gibi bilgilerle birlikte bir nevi profil oluşturulmuş. Katılımcıya bilgisayardan, hayvanların sosyal davranışları konulu bir yazı okutulduktan sonra bilgisayarın sorduğu sorulara cevap vermesi gerektiği ve dört katılımcının da birbirinin cevaplarını ve profillerini göreceği söylenmiş. Diğer odadakilerin cevapları aslında bilgisayar tarafından veriliyormuş.

Sosyal grupların ve ayrımcılığın kökeni

hokkaz | 10 October 2006 18:33

Jane Elliott, Iowa’lı bir ilkokul öğretmeni. 1970 yılında, dış görünümünden dolayı nedensiz yere ayrımcılığa uğramanın nasıl bir şey olduğunu öğrencilerine gösterebilmek için sıradışı bir yöntem kullanmış.

Öğrencilerini mavi ve kahverengi gözlüler olarak iki gruba ayırmış. Mavi gözlülerin diğerlerinden daha zeki ve üstün olduğunu, kahverengi gözlülerin onlarla aynı yerde oynamamaları gerektiğini, çünkü kahverengi gözlülerin yeterince iyi olmadıklarını söylemiş. Kahverengi gözlülere, kahverengi gözlü olduklarını belli edecek işaretler taktırmış. Kısa bir süre içinde iki grubun da içinde bulundukları durumu benimsediğini farketmiş. Mavi gözlüler küçük birer nazi gibi davranırken, kahverengi gözlüler öğretmene ve mavi gözlülere karşı nefret hisleriyle dolmaya başlamışlar.